28. Bölüm

438 33 14
                                    

''Gözlerimiz önce Allah'a sonra birbirimize açalım. Gel tüm günahlardan kaçalım.''

Aya Türkiye'ye geleli tam bir ay oldu bugün. Her şey tıkırında gidiyor gibi. Bir aksilik çıkmasından ve bu güzel günlerin alt üst olmasından çok korkuyorum açıkçası.

Aya'ya herkes çok alışmıştı, en çok da Buğra tabi. Kızı gibi görüyor. Onu seviyor, kabulleniyor. Yüzünün gülmesi için elinden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyor... Gerçek bir baba gibi.

Bu günün daha özel bir anlamı var ama. Buğra ''her şeyin bittiği gün'' olarak tanımlasa da bu günü, bence daha çok ''her şeyin başlangıcı.''

Bugün Nisan'ın hem doğum günü hem de ölüm yıldönümü.

Buğra bugün okula gelmedi, mesajlarıma cevap vermedi. Feryal hanım gün içinde beni arayıp Buğra'nın yanında olmamı rica etti. Okul çıkışı hiç zaman kaybetmeden evine gittim. Aya'yla bahçede oturuyorlardı.

-napaysunuz canlar!

-hoş geldin Eylül

Aya ''eyo'' diye yaklaşıp kucağıma atladı. Beraber Buğra'nın yanına gittik. Bir değişik bakıyordu. Hüzünle karışık yalancı bir gülüşü var. Acı çökmüş sanki üzerine. Kara bulutlar dolanıyor sanki peşinde. Bugün Aya bile gülümsetemiyor yüzünü. Bu atmosferi bozma amaçlı bir fikir attım ortaya:

-hadi kalkın, pikniğe gidelim! Hem Aya için de bir değişiklik olur.

Ben Aya'nın üzerini değiştirirken Buğra da piknik sepetini hazırladı. On beş dakika sonra aşağıda buluşup çıktık.

Buğra'nın ayak alçısı çıkalı 1.5 hafta oldu. Artık yürüyebiliyor, koşabiliyor, araba bile sürüyor.

Az zaman sonra yeşil bir ortama geldik. Buğra sofra bezini yere serdi bende Aya'yı üzerine bıraktım. Teker teker sepetteki yemekleri çıkardık. Simit, ekmek, beyaz peynir, yağ, reçel vs. Tabi son olarak da olmazsa olmazlardan: bir termos çay. Aya'nın eline bir reçelli ekmek tutuşturup oynamaya gönderdik. Etrafımızda top oynuyordu.

Buğra'nın neyi olduğunu biliyordum ve bu yüzden sorup daha da moralini bozmak istemedim. Ne yapıp da biraz kafasını dağıtırım diye düşünürken Buğra söze girdi.

-Bu sabah Nisan'ın mezarına gittim. Çok olmuştu uğramayalı... Otlar birikmiş toprağın üzerine. Kendimi o kadar suçlu hissettim ki! Önceden rengârenk çiçeklerle kaplı olurdu toprağı. Terkedilmiş gibi görünüyordu.

-Öyle görünse de terk etmedin. Ve Nisan bunu biliyor. O biliyor senin ona olan aşkını. O biliyor senin onun için yaptığın fedakârlıkları.

-İyi ki Aya var. Bugün kreşten erken aldım. O yanımda olunca her şey çok farklı oluyor. Her sene bugün kendimi odaya kapatıp gün boyu çıkmazdım. Ama bugün çok farklı, baksana neredeyim! Sizinleyken her şey tozpembe sanki. Bana renk katıyorsunuz. İyi ki varsınız!

O sırada Aya topu Buğra'nın üzerine attı. Hemen kalkıp Aya'nın yanına gitti. Bakışlarımın önünde top oynadılar. Buğra yakalayamamış gibi yapıp Aya'yı sevindiriyor, becerisine alkış tutuyorum... Her şey gerçekten de tozpembe gibi görünüyordu.

Bir ara Buğra arabaya Aya'nın bisikletini almaya gitmişti. Dönüşte diğer elinde günlükle geldi. Aya'ya bisikletini verip yanıma oturdu.

Beraber son sayfayı okuduk. Eli varmıyordu açmaya, okumaya. O kadar alışmıştık ki Nisan'ın yazdıklarını okumaya... Son sayfa demek geçmiyor içimden.

Yazılış tarihini görünce duraksadık. Dört sene önce bugün yazılmış. Yanı kaza günü. Daha da buruk bir sesle okudu satırlarını. Gözleri doldu, sesi titredi ama okudu:

Bir Eylül sabahıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin