"Geldin, masaya oturdun ve böldün hayatımı bir milat gibi.''
Bu ıssız yerde kalakaldım! Ne bir geçen var, ne de duran. Hiç kimse yok... Birden gözlerim dolmaya başladı. Hayır hayır! Eylül böyle küçük şeylere ağlamaz. O güçlü, o dayanıklı. Gerekirse tüm gece yürür ama ağlamaz.
Çaresiz sağa sola bakınarak yürümeye başladım. Buralarda mutlaka levha olmalı, okur bulurum yolumu. Hem biraz daha yürürsem arabaların geçtiği yollara ulaşırım. Ne yani? Burada yalnız kaldığım ve biraz korktuğum için ağlayacak mıyım birde? Hah.
Beş dakika yürüdükten sonra arkamda bir arabanın durduğunu hissettim. Arkamı dönmeden daha hızlı bir şekilde ilerlemeye başladım. Birden ''Fatmagül'ün suçu ne adlı film geldi aklıma... Kalbim ağzımda atmaya başladı desem yalan olmaz. Aman Allah'ım!
-Eylül!
Ama bu? Yusuf'un sesi! Arkamı dönüp sımsıkı sarılmak geçse de içimden biraz önce bana söylediği sözleri geldi aklıma. Hala sinirliydim ona karşı! Bu kadar çabuk yelkenleri suya indiremem. Hatalı olduğunu anlaması lazım. Beni kırdığının ve oldukça üzdüğünün farkına varması lazım!
Yanıma yaklaştı, omuzuma dokundu:
-Eylül çok üzgünüm. Gerçekten çok üzgünüm... Çok ileriye gittim. Öyle dememem gerekiyordu.
-Beni çok kırdın Yusuf. İğrenç bir yaklaşımdı...
-Kendimi geçen gün gittiğimiz sahildeki denize atasım var şu an
-Bence de atman lazım.
-balıklar yesin o zaman beni
-Balinalar yesin seni! Hatta köpek balıkları parçalasın.
-Hatırlıyor musun küçükken birbirimize kızgın olduğumuzda ne yapıyorduk?
Gülümsedim o ara... Nasıl unuturum?
Diyelim ki ben Yusuf'a kırgın ve kırgınım. O zaman Yusuf diz çöküyordu önüme ve avuçlarını açıyordu. Ben de kendi avuçlarımı onunkilerin üzerine kapatıyordum. (çak yapıyormuş gibi) Son olarak Yusuf hatasını açıklıyordu. Yani beni üzen sözlerini, hareketlerini... vs. Ve benden özür dilemeye başlıyordu. Mesela ilk önce kuru bir ''özür dilerim'' diyordu ama bana göre bu özrü yetersizse yanağına vuruyordum. İkinci kez şansını deniyordu, olmadı o zaman mesela koluna cimcik atıyordum o zaman da üçüncü kez deniyordu falan... Ben hep üçüncüyü kabul ederdim. Çünkü üçüncü özrü hep ''beni affet sana elma şekeri alayım''dı. Eh Eylül buna hayır diyemez hiç ve Yusuf bunu bilir.
Ben uzaklara dalmışken bir baktım Yusuf önüme diz çöküp ellerini açmış bana bakıyor. Dayak yemiş yavru köpek gibi sahibinin kafasını okşamasını bekliyormuş gibi hehe. Onu daha fazla bekletmeden avuçlarımı kapattım ellerine.
-Arabada Buğra'nın senin arkadaştan da öte sevgilin olduğunu ima ettim. Ve bundan dolayı senden binlerce kez özür diliyorum. Affet beni Eylül.
Bu özrü sizce hoşuma gitti mi? Tabi ki de hayır. Bulmuşum bu fırsatı kaçırır mıyım? Koluna cimcik attım. Biraz acıdı ama olacak o kadar. O da öyle demeseydi!
-Çocukken daha hafifti elin...
-hadi hadi
-Kendime çok kızdım sen arabadan çıkınca. Oğlum dedim ''güneş hiç küstürülür mü? Ne yapacaksın şimdi? Her yer karanlık. Hayatını aydınlatan seni orada bekliyor, sen onu bırakmış uzaklaşıyorsun!'' Olmaz dedim. Bu kadar eşek olma dedim kendi kendime... Kırdım seni, üzdüm... Olmadık laflar ettim. Eğer beni affedersen büyüklük sende kalır. Hayatında ilk kez benden büyük olursun. Ne dersin?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Eylül sabahı
RomanceBir Eylül sabahı; ''Çünkü herkesin siyah bir denizi vardır...'' Karanlık bir cukurda yapayalnız kalmış gibi hissettiğim günler oldu. Denizin mavisi bulanıp siyaha döndüğü günler de, gökyüzünde tutunacağım hic bir yıldızın olmadığı zamanlar da oldu...