Nereye gittiğimizi her ne kadar çok merak etsemde, bunu Lıam'a sormamakta ısrar ediyordum. Yani, sonuçta gideceğimiz yere varacaktık ve sormak mantıksız olacaktı. Bende merakımı bir kenara bırakıp Lıam'ı izlemeye başlamıştım. Ona baktığımı fark ettiğinde sol eliyle direksiyonu tutarken sağ eliyle elimi birleştirdi ve elimi dudaklarına götürüp minik bir öpücük bıraktı.
''Seni seviyorum Payne .''
''Seni seviyorum Albert.''
Sessiz ve bol manzaralı (!) bir yolculuktan sonra Lıam arabayı park etti ve bana dönüp ''geldik'' dedi. ''Neresi burası?''
''Her şeyin başladığı yer...''
Arabadan indiğimizde karşımda Ernst-Happel Stadyumu'nu gördüğümde birkaç saniyeliğine nefes almayı unutmuştum. İlk konser, ilk öpücük, ilk heyecan, ilk itiraf... Her şeyin başladığı ama aynı zamanda yarım kaldığı yer...
Elimden tutup beni sürüklemeye başladığında adımlarına ayak uydurmaya çalıştım. Personellerin giriş-çıkış yaptığı kapıdan güvenliğe görünmeden dikkatlice içeri girdik. Koridorlardan dikkatli ve hızlı adımlarla geçerken, kulise giden koridorun yarısında beni durdurdu sırtımı hızla duvara yasladı. Bir elini belime, diğer elini duvara koyduğunda bende ellerimi ensesinde birleştirdiğim anda dudaklarını benimkilerle birleştirdi... Yavaşça birbirimizden ayrıldığımızda gözlerimi kapalı tutup alnımı alnına yasladım. ''Özür dilerim Jess...'' dediğinde gözlerimi açıp Lıam'a baktım. ''Ne için?''
''Kendimi, seni. Çok üzdüm. Yapmamam gereken şeyler yaptım ve...'' sözünü bitirmesine izin vermeden ellerimle dudaklarını kapatıp ''Şşş.. Lıam, bu gece geçmişten bahsetmek yok. Sadece şimdi var, biz varız; unuttun mu?'' dedim sessiz bir ses tonuyla. Dudaklarımız tekrardan birleşirken ''Hey! Kim var orada?!!'' diye bağıran güvenlik sayesinde hızla birbirimizden ayrıldık ve ellerimizi birleştirip koşmaya başladık. Koşarak girdiğimiz kapıdan geri çıkıp, hemen otoparktaki arabaya yöneldik. Nefes nefese arabaya binip yola koyulduğumuzda ikimizde kahkaha atıyorduk. Kahkahalar arasında Lıam'a dönüp ''şimdi nereye?'' dedim. ''Yolun bizi götürdüğü yere...''
Louis'ten:
İki saattir Lıam ve Jessica'nın gelmesini bekliyoruz. Aç bir şekilde! Eve gelmeyeceklerini biliyorum ama inadım inat! Jessica telefonu yüzüme kapatmasaydı bu kadar inat etmezdim ama, telefonun yüzüme kapanmasından nefret ederim.
Harry ve Nıall'la beraber televizyon izlerken Nıall da açlıktan kraker yemeye başlamıştı.''Louıs Tanrı aşkına! Dışarıdan söyleyelim bariii!''
''Kes sesini kraker kafa! O Jessica buraya gelecek!'' dediğimde Harry kafama sertinden bir yastık attı. ''Louı gerçekten bende çok acıktım. Lütfen dışarıdan söylemesek bile dolaptaki yemeği ısıtalım. En kolay iş! Ya olmadı ben yaparım bi şeyler, ısrar etme işte!''
''Telefonu yüzüme kapattı Harry. Yüzüme! Biliyorsun bu konuda ne kadar hassas olduğumu.''
''Ya bari biz yiyelim'' dedi Nıall. ''Hayır. Ben yemiyorsam kimse yemeyecek. Abinizim ben sizin!''
''Keşke akıl yaşında, kendi yaşın kadar olsaydı'' dediğinde Harry'ye dondüm. Dudak altından gülüyordu. ''Ne??''
''Louihh!! Zaten merak ediyorum nerede olduklarını. Bir de senin inadını çekemem kardeşim. Madem bizim yapmamıza izin vermiyorsun bari Demi'yi ara, gelsinler onlar yapsın. Zaten eminim onlarda uyuyamamışlardır.'' Tamam bir miktar abartmış olabilirim. Ama haklıyım. Telefonu yüzüne kapamak nedir?
''Tamam ya, tamam..'' telefonu elime alıp Demetria'nın adını rehberde ararken kalbimde hızlı hızlı atıyordu. Demetria'yla kavgalı bir ayrılış sonrası, hala kavgalıydık maalesef. Ama bu onu sevmeme engel olamamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIR
Fanfiction"Sen hayatımda gördüğüm en yalancı insansın. Sana aşık olduğum için kendimden tiksiniyorum." sakin ses tonu söylediklerini yumuşatmak yerine daha küçük parçalara ayırıyordu kalbimi. Gözlerimdeki damlalar görüş alanımı yavaş yavaş kapatırken duydukla...