"Jess?"
"Şey ben, su alacaktım ama aslında suya ihtiyacım yok. Neyse, gidebiliriz Harry." Liam' la göz teması bile kurmadan hızla mutfaktan çıktığımda Harry'yi arkamda göremeyince sinirle bağırdım: "HARRY!"
"Geldim güzellik. Haydi çıkalım." Hızlı adımlarla evden çıktım. Harry'nin arkamdan geldiğini düşünerek konuşmaya başladım: "Hayır yani neden? Tamam sevgililerde yani, sanki bana inat yapıyor! Ama suç bende! Güvendim ya güvendim! Birde evin mutfağında yarı çıplak duruyor! Hadi onu bile geçtim. Belinden sarılmak nedir? Ya bir kere ya bir kere! Bir kerede şu güvenim boşa çıkmasın ya! Kime güvensem yarı yolda kalıyorum! Ya Harry ben şu hayatta nasıl başarılı olacağım? Diğer hayatımda başarılı olamamışım zaten; yeni bir hayata başlamışım. Ya bu hayatta bile mutlu olamıyorum! Ya öleyim ben ya, gerçekten! Gebereyim ben!"
"Tamam guzellik. Sakin."
"Sanada aşk olsun Harold! İnsan söyler dimi?! Birde engel olmaya çalıştın!"
"E iyi mi oldu sence Jessica? Yine başa döndünüz işte. Böyle olacağını bildiğim için engel olmaya çalıştım. "
"Ha yani hiç görmeseydim Sophia gidince hiçbir şey olmamış gibi yine devam edecektik. Beni aptal yerine koyacaktı. Doğrusu şimdi de aptal yerine koyuyor ya, neyse! "
"Tamam zaten şimdi konumuz bu değil sakinleş biraz. Ahh Tanrım! Jessica, ağlıyor musun?" Evet ağlıyordum. İçime attıklarımı kusuyordum. Beni kullanmıştı. Belki sevmediği hâlde sevdiğini söylemişti. Ve bende şimdi beni sevmeyen biri için ağlıyordum...
Yanıma gelip beni kolları arasına aldığında daha çok artmıştı gözyaşlarım. "Şşş tamam güzellik. Geçecek, sabret. Her şey yoluna girecek..." gözyaşlarım ardı ardına yanaklarımdan süzülmeye devam ederken Harry benden ayrılıp yüzümü iki elinin arasına alıp gözyaşlarımı sildi ve alnımdan öptü. Onunla göz teması kurmak istemiyordum çünkü bana iyi gelecekti ve sinirimi kaybetmemi sağlayacaktı. Ama ben şu an sinirimin geçmesini istemiyordum.sakin kafayla düşünürsem Liam'a hak verebilirdim ve haklıyken haksız duruma düşebilirdim. "Gözlerini aç..." huzur verici bir ses tonuyla konuştuğunda kafamı yavaşça iki yana salladım. Ağlamam durmuştu ama ben izin verirsem, tekrar yanaklarımdan süzülecekti gözyaşlarım. Ve ben kendimi şu an zor tutuyorum. "Jessica gözlerini aç."
"Yapamam..." titrek bir sesle kendime engel olmaya çalışarak karşılık verdim. "Lütfen. Güzellik? " bu ses tonuna daha fazla dayanamayıp gözlerimi açtığımda bana merhametle bakan bir çift yeşil gözle karşılaştım. Hiçbir şey söylemeden birbirimizin gözlerine bakarken onun yüzünü incelemeye başladım; saçlarını bağlamıştı ve açıkçası çok tatlı görünüyordi. Seyrek kirli sakalları, ince dudaklarının etrafını sarmıştı. Gülümsediği için gamzeleri ortaya çıkmıştı...Sanırım aynı şekilde o da beni inceliyordu. Çünkü elleriyle saçlarımla oynarken derin şeyler düşündüğü çok belli oluyordu. Ben onun gözlerine bakarken, o da gözlerini benimkilerle birleştirmişti. Birkaç saniye birbirimize bakmaya devam ederken derin bir nefes alıp konuşmaya başladı: "dün. Dün çocuklara yaşadığın o olayı anlatmak zorunda değildin."
"Harry, yalan söylemekten bıktım. Yeni bir yalan kaldıramazdım."
"Ben zaten yalan söyle demiyorum..." dediğinde yürümeye başladık "... anlatmak zorunda değildin. İsteseydin ben konuyu değiştirebilirdim."
"Olan oldu, yapacak bir şey yok ki artık..."
"O kız. Yani, arkadaşın-"
"Ölen, arkadaşım mı?"
"Üzgünüm. Sadece, merak ediyorum. Bana ayrıntıları anlatmamıştın. Ama, istemezsen anlatmak zorunda değilsin."
"Adı Masal'dı. Gerçekten Masal gibi bir kızdı. Bana ayakta durmayı o öğretti. Ne yaparsa yapsın beni mutlu ediyordu. Varlığı bile yetiyordu yani...
Annesiyle babası erken evlenmiş ve annesi ona hamileyken babası askerdeymiş ve kızının doğumunu göremeden ölmüş. Annesi de zor bir doğum geçirmiş ve doğumu sırasında anneside ölmüş. Daha gözlerini bile açamadan hem öksüz hem yetim kalmış."
"En azından annesi ve babası ayrılmamış, kavuşmuşlar."
"O da aynısını söylerdi. Hikâyemin tek güzel yanı bu, derdi." Burukça gülümseyip derin bir nefes aldım ve anlatmaya devam ettim: "onu teyzesi büyütmüş. Zaten hikayesini de teyzesinden öğrenmiş. Sonra, aynı okuldaydık. Ben Psikoloji okuyordum, o da İngilizce Edebiyat. Zaten tarih dersinde tanınmıştık. Sonra sürekli beraber takılmaya başladık. Kafeteryadaki kadından çay almam ve derste hocalarla konuşmalarım dışında sadece onunla konuşuyordum. Adımı bilen tek kişiydi de diyebilirim yani...
Bir gün, benim ailevi sorunlarım sayesinde moralim yerlerdeydi ve o gün okula girmemiştim. O da beni merak ettiği için evime geldi ve "şu koca kıçını kaldır ve kendine gel! 10 dakika içinde şu koca kıçına bir pantolon geçirmezsen 'Wiggle Wiggle'ı açıp karşında dans ederim Arya!" dedi. O korkuyla 10 dakikada hazırlanmıştım. Düşün. Ben. 10 dakikada. Hazırlandım."
"İnanmam!"
"Bende düşündükçe hâlâ inanamıyorum ama yaptım!" ikimizde burukça kıkırdarken kenardaki banka oturduğumuzda bedenimi ona döndürüp göz teması kurmamak için ellerimle oynarken devam ettim: "o gün beni okula götürmemişti. Bana neyin iyi geleceğini biliyordu çünkü. Kuzeni aranjörlük yapıyordu ve beni kuzeninin çalıştığı stüdyoya götürdü. Birkaç saat boyunca sürekli şarkılar söyledik, gitar çaldık, çok eğlendik... oradan sonra beni burası gibi bir ormana getirdi. Bisiklet sürdük, yürüdük... hatta hayatımda ilk defa o gün bir sincap görmüştüm. Neyse... sonra akşam oldu ve bir kafeye gittik. En sevdiğimiz Çikolatalı Mocha-Frambuazlı Pasta ikilisini yaptıktan sonra onu evine bırakmak istemiştim, o da hava güzel olduğu için yürümek istemişti. Zaten, gerisini biliyorsun.
Onunla son konuşmam olduğunu, ona son sarılışım olduğunu nereden bilebilirdim. O benim dünyamı aydınlatan, pardon hem kendi dünyasını hem benim dünyamı aydınlatan güneşimdi. Gece olduğunda ise dolunayım olurdu benim.
Masal öldükten sonra ne olduysa oldu zaten. Ailem, o çocuk... Eğer Masal ölmeseydi beni korurdu. Güvenmememi söylerdi. Beni karanlığın içinden kurtarırdı.
O çocuğun ölümü son damla oldu benim için ve yeni bir hayata başladım. Eski hayatımın izleriyle beraber ama. Hem o çocuğun hem Masal'ın ölümü benim-"
"Sakın o cümleyi tamamlama Jessica! Sen bilemezdin, anlıyor musun?! Ne o çocuğun, ne de Masal'ın ölümüyle senin alakan yok. Kendini suçlamanı istemiyorum!"
"Harry, rüya göremiyorum. Buraya gelmeden önce arada sırada kâbus görüyordum ama o bile yetiyordu. Abi bir insan rüya görmeyi, kâbus bile görmeyi özler mi? Abi bir şey söyle, unutayım her şeyi, herkesi. Bir şey söyle..." beni tekrar kolları arasına aldı ama bu sefer ağlamıyordum. Hissiz gibi hissediyordum ama sonuçta bu da bir histi.
"Güzellik ben söyleyeyim ki... işe yarayacağını bilsem, sözlük olurum ama işe yaramayacak. Bak ne diyorum..." başımı kaldırıp diyeceği şeyi beklemeye başladım. " haydi gel eve gidelim, güzel bir duş alalım, kahvaltı yapalım. Sonra hazırlanıp Belçika'ya gideceğiz zaten. Konserden sonraki seninle küçük bir Brüksel turu da yapacağız. Ha bu arada artık seninde bir özel koruman var."
"Ne? Nasıl? Ciddi misin?" o heyecanla hızlı konuşmam hoşuna gitmiş olmalı ki küçük bir kahkaha attı. "Ya gülmede nasıl olduğunu söyleee!"
"Havaalanında tanışacaksınız. Ayrıca Brüksel'de senin için sürpriz bir şey de var."
"Çok sağol Harry! Ben çatlayacağım burada yaa! E ne bekliyoruz kalk kalk kalk hemen eve gidelim!"
"Güzellik ne kadar hızlı hazırlanırsak hazırlanalım uçak saati değişmiyor biliyorsun, değil mi?"
"Ya olsun biz gidelim. Hadi kalk eve gidiyoruz." kahkahalar arasında yerimizden kalktık ve eve doğru yürümeye başladık.
Dürüst olmak gerekirse ben bu yeni hayatımı seviyorum ya. En azından kötü bir şey olduğu zaman, onu tamamlayacak iyi bir şey de oluyor. Eski hayatım gibi her şey üst üste gelmiyor. En azından beni yaşama bağlayan, umut veren kişiler var...
En azından ne olursa olsun yaşayabildiğimi hissedebiliyorum...*lütfen düşüncelerinizi yorum yoluyla bana aktarın. Fikirleriniz benim için çok önemli. Sizi seviyorum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIR
Fanfiction"Sen hayatımda gördüğüm en yalancı insansın. Sana aşık olduğum için kendimden tiksiniyorum." sakin ses tonu söylediklerini yumuşatmak yerine daha küçük parçalara ayırıyordu kalbimi. Gözlerimdeki damlalar görüş alanımı yavaş yavaş kapatırken duydukla...