12. BÖLÜM

245 34 9
                                    

Emre evden içeri girince, bende arkasından girdim ve yeni evimizin içinde derin bir nefes aldım. Bu nefesi almamla, tozlar sayesinde öksürüğe boğuldum. Bu ev ne kadar da tozluydu böyle?!

Emre yanıma gelip bir yandan sırtımı sıvazlıyor, bir yandan da konuşuyordu.

-Vay be! Ne kadar da tozlanmış. Yarın günümüz temizlik yapmakla geçecek gibi görünüyor. Neyse. Bende işe öbür gün başlarım artık. Gel hadi Ebrar. Seni odana götüreyim.

-Ta-mam

Öksürüklerim sonunda dindiğinde odaya doğru ilerledik ve içeriye girdik. Emre yatağın üzerindeki beyaz büyük örtünün ucunu tutup bana döndü.

-Bence burnunu kapat.

Kendi burnunu tutarak konuştuğu için sesi komik çıkmıştı. Bende burnumu kapatınca bir anda çarşafı kaldırdı ve etrafta tozlar uçuşmaya başladı. Koşarak pencereleri açıp odayı havalandırınca biraz olsun içerinin havası düzelmişti. Emre yatağa yeni çarşaf, yastık yüzü, ve battaniye takınca bende geçip yattım. Bana iyi geceler diyip ışığı kapattı ve gitti.

Sokak lambalarının odayı aydınlattığı kadarıyla odada beyaz ve kahverengi renkleri hakimdi. Bir erkek odasına benziyordu. Odada bir yatak, bir çalışma masası, aynalı bir dolap, bir komodin, ve beş rafı olan bir kitaplık vardı. Kitaplığın bir rafında küçük araba koleksiyonu vardı. Evet evet. Emindim. Bu oda bir erkeğe aitti. Ve içimden bir ses, Emre'ye ait diyordu. Öyleyse, şimdi o nerede yatıyor? İçimdeki ses bir anda çığlık çığlığa, 'tek derdin bu mu!' diye bağırmya başladı. Haklıydı. Ve haklı olduğu gerçeği, gözyaşlarımın yastığı ıslatmasına neden oldu.

Kardeşlerimi o evden almak istiyordum. Onları çok özlemiştim. Ama ne o eve gitme cesaretim, ne de kardeşlerimi aldığımda onlara bakacak kadar param vardı. Hem belki baba demeye dilimin varmadığı adam onlara iyi bakıyordur? Gerçi ne fark eder ki? İstediği kadar iyi baksın. O işe gittiğinde kardeşlerimin yanında Ayla kalıyordu. Ve bu, kardeşlerimin güvende olmadığının büyük bir göstergesiydi. Onları kurtaracaktım. Ve gerekirse polisi devreye sokacaktım. Kendimi gerçekten kötü ve yalnız hissediyordum, ve yanımda beni teselli edecek, 'yalnız değilsin!' diyecek bir kişi bile yoktu. Yatakta sağıma döndüm. Yatak duvar kenarında olduğu için duvar şuan tam olarak karşımdaydı. Sessiz hıçkırıklarla ağlarken bir yandan da mırıldanıyordum.

-Yalnızım işte, yalnızım. Yanımda, önüme arkamda hiç kimse yok. Beni savunacak, teselli edecek, bana destek olacak tek bir kişi bile yok. Bu hayatın zorluklarına tek başıma göğüs germek zorundayım!

Bir anda yatağın sol tarafı, yani benim arkam, çöktü ve bir el başımı okşamaya başladı.

-Ben varım. Yetmez mi?

-Emre?

Diye fısıldadım, yüzümü ona dönerek. Kalbim kozasından çıkıp yeni kanat çırpmaya başlayan kelebek gibiydi sayesinde. İyi ki varsın, demek istedim, yapamadım.

****

Sabah uyandığımda yıllardır hissetmediğim bir dinçlik vardı üzerimde. Ama tabiki kitaplardaki gibi olamazdı. Dinçlik dediğim, huzur ve mutluluk. Yoksa ben kim, uykudan kolayca uyanmak kim... Diğer tarafıma dönüp battaniyeye sarıldım ve uyumaya devam ettim. Bir süre sonra ömrüm boyunca uyandırıldıklarımın en iğrenç hali ile uyandırılmıştım. Üzerimdeki battaniye birden bire çekilmiş, bir bardak su saçlarıma dökülmüştü.

-Günaydıın! Sabah sabah bu ne neşe? Bu ne enerji böyle Ebrar? A-aa?!

-Bu nasıl bir uyandırılma şekli böyle ya? Hem bu yanık kokusu ne?

-Allah bee!

Koşarak yanımdan uzaklaşırken battaniyeyi de kafama fırlatmıştı. Onu üzerimden atarak banyoda yüzümü yıkadım, ıslak saçlarımın suyunu sıkıp topuz yaptım, ve mutfağa gittim.

Masaya doğru başımı çevirince Emre büyük bir ciddiyetle dirseklerini masaya koyup ellerini çenesine dayamış ve masadaki simsiyah omlete bakarak bir şeyler düşünüyordu.

-Günaydın.

İrkilerek bana döndü ve 'günaydın' diye mırıldandı. Masaya doğru ilerledikçe yanık kokusu artıyordu. En son sandalyeye oturdum ve elime bir parça ekmek alıp Emre'nin üzülmemesi için siyah omletten bir parça aldım.

-Afiyet olsun. Sende yesene?

-Yeme! Bırak onu! Zehirlenebilirsin!

-Ay saçmalama ne olacak ya?

Direk ağzıma attım. Ama cidden böyle berbat bir tat yoktu. Yüzümün ifadesini düzeltip yemeye çalıştıkça değişik duygulara kapılıyordum. En ağır basanı ise gülme hissiydi. En sonunda Emre ile göz göze geldiğimizde ikimiz de dayanamayıp kahkahayı patlatmıştık.

-Neden o kadar zorladın ki? Ağlamak üzere gibi görünüyordun.

-Ama ne yapayım? Üzülecektin.

-Yok yok. Emin ol senin zehirlenmene daha çok üzülürüm. Diğer şeyleri yesek daha mantıklı.

-Haklısın.

****

Emre ile ben dışarıya çıkmıştık. Emre bana mahalleyi gezdiriyordu. Eskiden aynı okuldaydık, mahallelerimiz de yakındı ama benimki okulun doğusuna, emreninki batısına denk geliyordu. Yani ayrı yerlerdeydik.

Biz bir marketten çıktığımızda üzerimde bir huzursuzluk hissediyordum. Başımı kaldırıp karşıya baktığımda Ekrem oradaydı. Bana göz kırptı, ve uzaklaştı.

-Emre, hemen gitmeliyiz!

-Ne oldu ki?

-O adam burada. Benim kaçtığım adam burada. Biraz önce ilerideydi ve bana göz kırpıp kaçtı.

Emre beni bileğimden tuttu ve koşmaya başladık. Eve vardığımızda ben direk odama geçtim ve yine ağlayarak uykuya daldım.

Sabah Emre işteki ilk günü için gittikten yarım saat sonra kapı hızlıca yumruklanmaya başladı. Birden panikleyerek kapıya gittim. Delikten baktığımda Ekrem karşımda duruyordu.

Ben şimdi ne yapacaktım?

NEDEN BEN?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin