30.BÖLÜM

117 24 7
                                    

Bölüm şarkısı: Zakkum-Gökyüzünde

****

İntihar nedir? Kurtuluş mu? Vazgeçiş mi? Pes ediş mi? Terkediş mi? Neden intihar eder insan? Kurtulmak için mi? Bu hayattan nefret ettiği için mi? Peki hayatta sevdiği kimse mi yoktur intihar eden kişinin? Hiç mi düşünmez onu sevenleri? Her insanın çilesi vardır. Ama herkes vazgeçmez. Bazen umuttur insanı yaşatan, bazen hırs, bazen güç, bazen sevgi.

Umut güzel şeydir, sanki hiç o üzen, yıpratan şey olmamış gibi davranırız. Her şey geri düzelecekmiş gibi... Gerçekleri hepimiz görürüz, ama pek umursamayız. Umursamak istemeyiz. Elimizin bırakıldığını, sözlerin unutulduğunu, tutulmadığını görmek istemeyiz. Aklımızdan kışı, soğuk karları, fırtınaları çıkarıp, her yerini parlak ışıklarla donatırız. Yaz gibi. Sonbaharı, yağmurları, doluları unutup, aklımızın her bir köşesini rengarenk çiçeklerle süsleriz. İlkbahar gibi...

Ama bir şeyi unutuyoruz. Kışın karlar soğuk olup bizi üşütse de, bembeyazdır. Yeni, tertemiz bir sayfa gibi. Ve sonbaharda yağmurlar bizi ıslatsa da, her yeri temizler, yeni yapraklar gelmesini sağlar. Belki de bunların farkına varabilseydik, her şey daha güzel olabilirdi...

****

Dizlerimin bağı çözülmüştü, ama kalkmalıydım. Kurtulacaktı. Emre kurtulacaktı, kurtulmak zorundaydı...

Feryatlar içinde ağlayarak ayağa kalktım ve koşarak Emre'nin asılı olan bedeninin yanına gittim. Bacaklarından tutup onu kaldırmaya çalıştım, başaramadım. Ardından yan tarafa devrilmiş olan tabureyi gördüm, ve Emre'nin ayaklarının altına koyup onu dik konuma getirmeye çalıştım, ve onu da başaramadım. Yere yığılıp umutsuzluk içinde bağırdım:

-Anne! ANNE!

Boğazım yırtılırcasına, ses tellerim koparcasına bağırdım. Umutlarım tükenircesine, her şeyden vazgeçercesine bağırdım. Emre'nin kapalı gözlerine bakarak ağladım, ağlayarak bağırdım. Artık sesim çıkmıyordu bile. Artık sözlerim kesik, bakışlarım acılıydı.

Bana saatler gibi gelen birkaç saniye içinde annem banyoya doğru koştu, ama kapının önüne gelince bir anda durakladı. Elini ağzına kapatıp bir çığlık attı ve o da benim gibi ağlamaya başladı. Fakat sonra aklına bir şey gelmiş gibi koşarak gitti, ve elinde bir bıçakla geri geldi. O Emre'nin asılı olduğu ipi kesmeye çalışırken benim aklımın ucundan bile geçmeyen şeyi söyledi bağırarak.

-Ambulansı ara!

Deniyordum. Ayağa kalkmaya çalışıyordum ama kaybetme korkusu beni öylesine sarmıştı ki, ayaklarım tutulmuştu. Ayağa kalktıkça dizlerim bükülüyor, yere düşüyordum. Daha sonra yürüyemeyeceğimi anladım ve emekleyerek odama doğru ilerledim. Bir yandan hıçkırarak ağlıyor, bir yandan emekliyordum. Onu kaybetmeyecektim. Onu kaybedersem, yaşama sevincimi de kaybetmiş olurdum. Çünkü Emre benim yaşama sevincimdi, umudumdu.

Sonunda telefonumu elime alıp uzun çabalar sonucunda arayıp ambulans çağırabilmiştim. Ambulansı çağırdıktan sonra dizlerim titreye titreye banyoya geri döndüm. Her şeyin bir kabus, bir şaka olmasını umuyordum. Hem zaten neden kurtulamasın ki? Neden iyileşmesin ki? Neden, neden ölsün ki? Ölemezdi. Çünkü kitaplarda, filmlerde, dizilerde, her şeyde esas kız ve esas oğlan bütün zorlukları atlatır, ve hikayenin sonunda mutlu mesut yaşarlardı. Kimse ölmezdi, ve Emre de ölmeyeceki.

Banyonun kapısından içeriye girdiğimde kalbimdeki sancı, sanki mümkünmüş gibi artmaya başlamıştı. Korkak bakışlarla annem ve Emre'ye baktım. Annem Emre'nin boynundaki ipi çıkarmış, onu yere yatırmış ve kalp masajı, suni teneffüs yapıyordu. Bu konuda az çok bilgisi vardı, ve benim de vardı. Suni teneffüs ve kalp masajının o kişiyi hayata döndürmek için yapıldığını biliyordum. Yani Emre şuan hayatta değildi.. Yavaşça dizlerimin üzerine çöktüm, ve anneme sessizce yalvarmaya başladım.

-Anne, ne olur kurtar onu. Lütfen, bir şeyler yap anne! Allah'ım yardım et! Allah'ım lütfen bana bu acıyı yaşatma. Bunu kaldıramam. Bunu taşıyamam ben Allah'ım!

Annem de ağlayarak nefes nefese kalmış bir şekilde konuştu.

-Allah'ın takdirinin önüne geçemeyiz kızım. Sen bol bol dua et, Allah her şeyin en doğrusunu bilir. Sen sadece sabret. Olur mu?

Annem bunu söylediği anda kapı çalmıştı. Ben kapıyı açmak için kalkmaya yeltendiğimde, annem beni durdurup kendisi gitti kapıyı açmaya. Ama giderken öylesine tedirgin görünüyordu ki, az kalsın Emre'nin iyileşemeyeceğini düşünecektim. Annem gittikten sonra birkaç dakika geçtiği halde gelmediğini fark ettim, fakat yanına gitmedim. Neden bilmiyorum ama, korktum. Gidemedim. Duymaktan korktuğum şeyler vardı. Öğrenmekten, inanmaktan korktuğum şeyler...

Birkaç dakika daha bekleyişin ardından banyoya erkek bir doktor girdi ve Emre'nin nabzını, kalbini dinledi. Banyodan dışarıya çıkmadan hemen evvel başını çevirip bana baktı. Gözlerinde hüzün vardı, gözlerinde acıma vardı.

Doktor banyodan çıkınca dışarıya kulak kesildim. Annem hala doktorlarla konuşuyordu. Ne konuştuklarını bilmiyor, bilmek de istemiyordum. O an umurumda değildi. Umurumda olan tek şey, Emre idi. Dizlerimin üstünde yürüyerek Emre'nin yanına gittim korkarak. Ama umutluydum. İyileşecekti. Çünkü kitap ve filmlerde hep öyle olmaz mıydı zaten? Esas oğlana ve esas kıza hiçbir şey olmazdı. Çünkü olursa kitap biterdi. Eğer kötü bir şey olursa, ne anlamı kalırdı ki?

Emre'nin yanına gittiğimde bacaklarımı uzatıp başını dizlerimin üzerine koydum ve yüzünü okşamaya başladım. Fakat kısa sürede fark ettim ki, yüzü buz gibiydi. Elini tuttum, eli de buz gibiydi. Adeta beti benzi atmıştı. Betonda yatıyordu, tabi üşüyecekti!

-Anne! Battaniye getirir misin? Emre üşüdü.

Annem kapının önüne geldiğinde ikimiz de ağlıyorduk. Daha fazla annemin ağlayışını görmeye dayanamadım, ve Emre'ye dönüp yüzünü ısıtmaya çalışıyordum. Ellerimi birbirine sürtüp ısıtıyor, ardından Emre'nin yüzüne koyuyordum. Ama ellerim o kadar zor ısınıyordu ki, uzun süre birbirine sürtmem gerekiyordu. Ellerimi ısıtırken parmaklarımın ucunun ve tırnaklarımın morardığını fark etmiştim. Tırnaklarım mosmordu...

Ben Emre'yi ısıtmaya çalışırken doktorlar ve annem içeriye girdi, ve kadın doktor konuşmaya başladı:

-Hadi bakalım Ebrar'cığım. Yeterince vedalaştıysan, Emre'yi artık götürmemiz gerekiyor.

-N-ne vedalaşması ya? Ne diyorsun sen! Anne? Sen de bir şey söylesene?!

Annem tek kelime etmeden yanıma koştu ve bana sıkıca sarıldı. Ben annemin bana sıkıca sarılan kollarından kurtulup doktorların sedyeye koyduğu Emre'ye ulaşmaya çalıştıkça annem beni daha sıkı sarıyordu. Belki, belki uyanır da beni düştüğüm bu çukurdan çekip çıkarır, gelip elimi tutar diye düşündüm, ve kardeşlerimin uyanıp buraya gelmesini sağlayacak, nefesim bitene, sesim kesilene kadar süren bir çığlık attım:

-EMRE!!

Uyanmıyordu. İçinde uyuduğu siyah torbadan çıkmıyordu. Güzelim demiyordu bana, elimi tutmuyordu. Kıskanmıyordu beni, sevmiyordu, gülmüyordu, ağlamıyordu, kızmıyordu, eğlenmiyordu, nefes almıyordu. Artık, Emre yoktu.

Annemin göğsüne yatıp mırıldanmaya başladım, ve ardından ağlayarak uyuyakaldım.

-Neden gitti anne? Her şeyde bir hayır vardır demiştin, bunda ne gibi bir hayır var ki? Hem ben nasıl dayanacağım onsuz? O benim hayatımdı, yaşama sevincimdi. Neden gitti anne? Neden...

Ben sindirellaydım, ve saatim 00.01 de durmuştu...

****

Babam söyledi,
Aşk bizi ayakta tutan.
Annem söyledi,
Aşk bizi mesut eden.
Dostum söyledi,
Aşk bizi yaşatan.

Fakat ben seni sevdim seveli
Yıkıldım, yastayım, yaşayamam.

Çünkü bu aşk benim canımı alan.
Söylesene, annem, babam ve dostum mu yalancı,
Yoksa benim sana olan aşkım mı yalan?

-Kardelen Atamer

NEDEN BEN?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin