Çok bağlanmamak mı gerekiyor üzülmemek için? Çok sevmemek mi gerekiyor? Uzak kalmak mı gerekiyor yaklaştığına pişman olmamak için? Yoksa yakınlaşmak mı gerekiyor uzak kaldığına pişman olmamak için?
Aşk nedir? Dipsiz bir kuyu mu karanlıklar ardında, yoksa bir merdiven mi gökyüzüne uzanan? Uzak kalınca mı acıtır aşk, yoksa yakınlaşıp bağlanınca mı?
Bağlanmamalıydım belki de Emre'ye. Yakınlaşmamalıydım. Ama bu adaletsizlik değil miydi? Bir ayrılık yüzünden bütün iyi anıları yaşamamış olmayı dilemek, ayrılık sonsuz olsa da. Belki kavuşurduk hem diğer dünyada. Yine severdik birbirimizi deliler gibi. Ne değişti ki şimdi? Yan yana değiliz diye sevmeyecek miydik birbirimizi? Bir söz okumuştum bir keresinde; 'Aşk yan yana değil, yana yanadır.' doğruydu belki de bu söz. Yan yana olamasak da birbirimiz için yanıyorduk yine de. Ama bu yangın benim canımı çok acıtıyordu. Onu öyle çok özlüyordum ki...
Artık ağlasam da gözyaşı akmıyordu. Gülsem de gözlerime ulaşmıyordu. Tam olarak yapabildiğim tek şey uzaklara dalıp gitmekti. Bir de Emre'yi özlemek... Onun yokluğunun verdiği acı eninde sonunda bitecekti, bunu biliyordum. Annemin öldüğünü sandığımda da bir süre sonra böyle olmuştu. Her şeye alıştığımız gibi sevdiklerimizin yokluğuna da alışıyorduk malesef. Durum böyleyken yine de şüphe ediyordum. Hiç geçmeyecekmiş gibi geliyordu acılarım. Hiç kapanmayacakmış gibi geliyordu yaralarım. Bazen kızıyordum ona bu bencilliği için, ama sonra kendi elinde olmadığını, içinde barındırdığı kırılgan kişiliğin bunu yaptığını hatırlıyor ve o kişilikten nefret ediyordum.
Aradan bir ay geçmişti. 31 gün. 744 saat... Bu 744 saate o kadar çok şey sığdırmıştım ki.. Hüzün, acı, minnet, nefret, şaşkınlık... Sadece sevinç sığdıramamıştım bu bir aya. Bir ay boyunca annem her anımda yanımda oldu. Tıpkı bir bebekmişim gibi sardı sarmaladı beni. Ağlasam yanımdaydı, uyusam yanımda. Ne zaman kabuslarımdan kan ter içinde uyansam annem başımda bir bardak su ile bekliyor olurdu. Sonra Metehan vardı. Sanki ailemden biri gibi davranan. Abartısız her gün yanıma geldi. Bazen birkaç dakika durdu yanımda, bazen birkaç saat. O kadar üzerime titriyordu ki, sanki çok değerli ama incecik bir camdan yapılmış olan bir vazoydum onun gözünde. Kırılmamam için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Ve.. Sanırım Metehan bana iyi geliyordu. Hayatımda önemli bir yer kazanmıştı bu bir ayda. Emre'nin yokluğu hala çok acıtıyordu, ama ilk günkü kadar kötü değildim. Ölecek gibi hissetmiyordum mesela. Ya da hayattan nefret etmiyor, isyan etmiyordum. Bu süre zarfında bana iyi gelen, içimdeki sızıyı az da olsa hafifleten bir şey bulmuştum. Sürekli şiir okuyordum. Şiirler kutsaldı belki de. Rahatlatıyordu, ve rahatlatmakla kalmayıp tam olarak beni anlatıyordu. En sevdiğim şiir Monna Rosa'ydı öyle çok etkiliyordu ki beni... Ve o şiirin en sevdiğim özelliği de özel olmasıydı. Herkes anlayamazdı onu. Herkes sevemezdi onu...
Bir gün gözlerimin ta içine bak, anlarsın ölüler niçin yaşarmış...
****
Metehan'ın beni hafif bir sesle uyarması gözlerimi aralamama sebep olmuştu. Demek ki gelmiştik. Sevdiğimin, geçmişimin, anılarımın yanına gelmiştik. Bugün onun doğum günüydü. Bugün benim ilacımın, yara bandımın, üzüntülere karşı beni koruyan kalkanımın doğum günüydü. O da beni özlüyor muydu, o da her gece ağlıyor muydu benim gibi? Çok kızmış mıydı kendine? Umarım kızmamıştır. Kendi isteğiyle gitmediğini biliyordum ben zaten. Kırılmamıştım ona. Kırılamazdım ki...
Gözlerim yine hazırlanıyordu yaşlarını boşaltmaya. Gözyaşı akıtmadığım bir günüm geçmemişti o günden beri. Ama artık feryat edemiyordum. Gücüm kalmamıştı belki de, hıçkırarak ağlamaya. Konuşmuyordum da zaten. Konuşamıyordum. Sesim çıkmıyor, yüreğim yetmiyordu.
Emre'nin mezarını görmemle annemin koluna tutunmam bir oldu. Yıkılırdım yoksa. Kalkamazdım belki de. Ardından Metehan da akan gözyaşlarını umursamayarak koluma girdi ve beni mezarın yanına götürdü. Annem Kur'an-ı Kerim okurken gözyaşlarım Emre'nin toprağına akıyordu. Hızlıca sildim gözyaşlarımı. Ben ağlayınca üzülüyordu o. Ağlamamalıydım. Sırf ben üzülüyorum diye onu da üzmemeliydim.
Sesszice dua ediyor, bir yandan da ağlıyordum. Anılarımız geliyordu aklıma, yaşanmışlıklarımız, ama en çok da yaşayamadıklarımız... İşte buydu en çok canımı yakan. Yaşayamadıklarımız, olmamışlar, geçmemişler...
Mezarlıktan ayrılırken annem şoför koltuğuna, Metehan ve ben ise arka koltuğa geçtik. Kalbim sızlıyordu, ve asıl sorun şuydu. Bu sızı gün geçtikçe azalıyordu. Emre'ye olan sevgim bitiyor muydu yani? Onun yokluğuna alışıyor muydum? Böyle bir şey mümkün müydü? Öyleyse ben Emre'yi gerçekten sevmemiş miydim? Böyle bir şey mümkün değildi. Hem annem bana dememiş miydi, 'Her acı geçicidir.' diye? O zaman normaldi acımın zamanla geçmesi. Ve ben, o anda o arabada, eve dönerken kendime söz vermiştim. Emre'yi her zaman sevecektim.
****
Apartmanın önüne geldiğimizde annem arabayı park etti, ve hep beraber arabadan indik. Kardeşlerimi evde bırakmıştık. Elif Abla yanlarındaydı. Yavaş adımlarla apartmanın giriş kapısına doğru yürürken bir anda annemin durduğunu fark ettim. Neden durduğunu anlamam için karşıya bakmam yetmişti. O... O bizi nasıl bulmuştu? Babam bizi nasıl bulmuştu?
****
Monna Rosa, siyah güller, ak güller;
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Monna Rosa, siyah güller, ak güller!Ulur aya karşı kirli çakallar,
Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.
Monna Rosa, bugün bende bir hal var,
Yağmur iğri iğri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.Zeytin ağacının karanlığıdır
Elindeki elma ile başlayan...
Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,
Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,
Zeytin ağacının karanlığıdır.Zambaklar en ıssız yerlerde açar,
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr,
Işıksız ruhumu sallar da durur,
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.-Sezai Karakoç
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEDEN BEN?
Teen FictionBir yardım elinin bana uzanmasını, bir sihirli değneğin bana dokunmasını, bir iyilik perisinin yanıma gelmesini, her ne olursa olsun bir şeyin beni bu karanlıktan çekip çıkarmasını istiyorum. Ama ne yazık ki bir filmde değiliz. Kızın en ihtiyaç duyd...