İnsanların mutlu olması çok kolay derlerdi. Tek bir gülümsemeyle halloluyordu her şey. Oysa sır gibi sakladıkları şey; o gülümsemeye ulaşma şekliydi. Gülümsemeyi yüzüne bir türlü yerleştiremeyen biri nasıl olurdu da mutluluğu yakalayabilirdi ki? Her gülümseme gerçek değildi. Gülümsemelerin şekilleri vardı. Kimse görmesin, duymasın diye hep gülerdi insanlar. Gülmeliydi ki ne mutsuz olduğunu kimse anlayamasındı. Fakat bir gerçek vardı; kalbi gülmeyen bir insanın yüzü gülse kaç yazardı ki?
Nazlı'nın kalbi gülmüyordu işte. Yüzü kimse anlamasın diye gülücüklerle örtülüydü. Kimseyle fazla göz teması kuramıyordu. Mutsuzluğu gözlerinden anlaşılacak diye ödü kopuyordu. Fakat artık rol yapmaya gücü yoktu. Bu kadar zor olabileceği aklına bile gelmemişti. Onu bir daha görmeyeceğini düşündüğü için geri dönmüştü. Geleli daha kaç hafta olmuştu ve Mazhar'ı üçtür görüyordu. Bu Mazhar'ı onun haberi olmadan sevmesinden de acıydı. Üstelik onun aşk itirafı çok daha acı veriyordu parçalanmaya hazır kalbine. Nazlı kimsenin kendisini üzmesine müsaade etmezdi. Hiç kimse kalbine bir kamyon dolusu ağrılar yükleyemezdi. Nazlı mantığı severdi. Velakin şimdi kalbine değen bu aşk illetinden dolayı sürünüyordu. Sorgusuzca adımlar atmak istiyordu. Sonunu bilmediği yollara sapmak ve ardında kalan kimseyi düşünmemek istiyordu. Mazhar'ın yolunda kaybolup başka hiçbir sokağa sapmamak istiyordu.
Bunları düşünürken aynadaki yansımasına baktığında tekrardan olmazlıklara giriyordu. Oysa düşüncelerinde mutluluğu yakalıyordu işte, gülümsemek için nedeni oluyordu. Neden güzel olan her şey yanlıştı ki? Neden her aşk acı vermeden gelemiyordu? Yürekler parçalanıp toparlanmayı mı çok seviyordu ya da kader aşkı gerçekten de hak edene mi veriyordu?
Bu yüreğindeki yangın bir yıldır sönmüyordu. Söndürecek kişi hazır bekliyordu. Söndürecek kadar inançlıydı. İşin aslı Nazlı da bu inancı damarlarında hissediyordu; ama kalbi sonrası için hazır değildi. Hazır da olacak gibi değildi. Hiç olmayacak duaya âmin değmeyecek kadar bilinçli olsa da aklı, yüreği zikrini kaybettiğinden âmini her gece sessizce fısıldıyordu.
Yatağının içinde camdan görünen kar yağışını izlerken, sessizce ağlıyordu. Bu dermansız bedenini hareket ettiremeyecek kadar bitkindi. Oysaki akşam oteldeki yılbaşı partisi için diğerleri gibi hazırlanmalıydı. Çiftlerle tatile çıktığı için de kızgındı kendisine. Akşam Mazhar'ı illa ki göreceği için de kırgındı kaderine.
Odasının kapısı tıklandığında hızla gözyaşlarını sildi. Hemen yatağın karşısında duran boy anasından kendisine baktı. Neyi saklıyordu ki? "Gel," diye seslendi o titrek galip gelmiş sesiyle. Nazlı yenilmek üzereydi.
Elif içeriye başını uzattığında Nazlı'yla göz göze geldi. Onun şişkin ve kırmızıya boyanmış kara gözlerini görünce içeriye girdi. Yatağın yanına gelince "Nazlı abla iyi misin? Ne oldu sana böyle?" diye merakla sordu.
Nazlı'nın titreyen göğsü oynadığında gözlerini sıkıca kapadı. Yaşlar yanağından akarken, gözlerini yeniden açıp hafifçe tebessüm etti. "İyi olmam için bile bir sebebe ihtiyacım var be Elif," dedi ve yaşlarını serbest bıraktı.
"Ne olduğunu anlatabilirsin bana. Ben kimseye bir şey demem," dedi Elif. Ağlayan bir insana karşı zaafı çok düşüktü. Gözleri hemen dolar, o kişinin acısını paylaşmak için aç bir kurt gibi beklerdi.
"Ben—" deyip sustu önce Nazlı. Ellerini havaya kaldırıp yanlarına doğru yeniden indirdiğinde "Annemin küçükken zarar görmeyeyim diye yükseğe koyduğu o zararlı şeye yetişmeye başladım. Daha dokunmadan ciğerlerim yanmaya başladı. Daha dokunmadan acı çekiyorum. Dokunduğum zaman kül olmaktan korkuyorum." Sesi yine titrekti. Kışı içinde yaşıyordu. Buzdu içi, öte yandan da yanıyordu. Yine de hiç ısınamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK MEŞK SAÇMALIKLARI VESAİRE (#3)
General FictionBir masalda olmayan her şey bu hikâyede. Çünkü Aşk Meşk gerçek dünyanın ta kendisi. Duygusallığı göz yaşartan, romantikliği kalp hızlandıran, komedisi çene ağrıtan bu dünyada artık her şey vesaireden ibaret. Şimdi son defa yaslanın arkanıza. Bu...