Zarfı ona verdiğimde hızlıca okudu. Büyük çığlı eşliğinde sorusunu da ihmal etmemişti. "Süper! Kiminle gideceksin?"
Ona sence? bakışı attığımda bir çığlık daha koparıp uzun kollarını boynuma kelepçeledi.
“Ne zaman?”
Kağıdı elinden alıp tarihe baktığımda, “3 gün sonra.” dedim.
“Hazırlanmak için hiç vaktimiz kalmamış ki!"
Kıkırdadım.
“Yeni kıyafetler almalıyız.” dedi. “Yeni yazlık kıyafetler! Bikini almak için acele etmemiştim. Sen aldın mı?" diye sordu merakla.
“Benim de dolabım boş.” dedim iç geçirdiğimde.
“O zaman?” dedi sırıtarak. Sözünü benim tamamlamam gerekiyordu.
Heyecanla “Yarın alışveriş günü!” dediğimde ikimiz de kıkırdadık.
“Annemden para koparmalıyım.” dediğinde ben de bakışı attım.
“O zaman yarın üç gibi çıkalım, bebek.” dediğinde onu onaylayan bir ses çıkardım.
Meltem çok hoş bir kızdı. Uzun, açık kahve tonlarındaki saçları, ela rengi gözleriyle sonsuz bir uyum içindeydi. Gözlerinden sanki masumluk akardı. Ama göründüğü gibi masum sayılmazdı. Uzun boyluydu aynı zamanda. Her zaman etek ya da elbise giyerdi. Nedenini ben bile hiçbir zaman anlayamamışımdır.
Ben ise sarışındım onun aksine. Kehribar rengi gözlerim vardı. Meltem'in boylarındaydım. Belki ondan biraz daha zayıf...
"O zaman ben hazırlanayım." dedi Meltem kalkıp merdivene doğru yürümeye başladığında. Arkasından ona eşlik etmeyi ihmal etmemiştim. “Çok güzel olacak.” deyip duruyordu. Ben de katılmıyor değildim. Onun gibi, çok heyecanlıydım.
Aşağı indiğimizde annem “Gidiyor musun tatlım?” diye sordu Meltem’e. Meltem ise başını sallamakla yetinmişti.
“Annenlere selam söyle.” dediğinde Meltem sade bir gülümseme takınıp, “Söylerim.” diyebilmişti.
Birbirimizi öptük ve aynı anda yarın buluşacağımızı hatırlattık birbirimize. Meltem gittiğinde anneme dönüp, “Meltem’i çok seviyorsun galiba." dediğimde dudağının kenarında oluşan sinsi gülümsemeyi fark etmemiş değildim.
“Kıskanç kızım benim.” derken bana sarılmayı ihmal etmemişti. Yüz vermediğimde ilk şaşırsa da, bu gülümsemesinin yüzüne yayılmasına neden olmuştu.
“Sen git Meltem’ine sarıl.” dediğimde blöf yaptığımı ikimiz de biliyorduk.
“İyi.” dedi. Arkasını dönüp koltuğuna geri dönüyordu ki peşinden geleceğime emindi.
“Alay ediyorum.” dedim ve sırıtarak anneme sarıldım. Gülüyordu. Kızımı nasıl da iyi tanıyorum der gibi.
Babamdan sonra onu da kaybetsem ne halde olacağımı düşündüm. Yüzümdeki gülümseme birden yok olup gitmişti.
Bunu hemen fark edip “Ne oldu yine?” diye sorarken annemin de suratı ciddileşmişti.
“Seni de kaybedersem ne yaparım?” diye sorduğumda gözlerimden bir yaşın damlamasına engel olamamıştım. Baba yokluğu gerçekten acıydı.
Aceleyle o damlayı sildi. “Yine mi?” diye sordu. “Sana böyle bir şey olmayacağını daha önceden de söylemiştim sanıyorum.”
Moralini bozduğum belliydi. Bu konuda bir numaraydım. Her güzel anı mahvedebiliyordum. Ve yine bunu becermiştim. "Ben sadece-" derken sözümü kesti.
“Kasıtlı yapmadığını biliyorum, tatlım.” dedi. “Çok haklısın, babanı hiç görmedin sayılır. Ama şunu unutma tatlım, ben-senin-her zaman-yanındayım. Bu tatile gitmeni de o yüzden istiyorum. Gez, dolaş, güzel vakit geçir. Hayatının en güzel yıllarını yaşıyorsun. Kendini eve kapatarak hiçbir yere ulaşamazsın. Kendini bundan sorumlu da tutamazsın.”
Haklıydı. Kendimi babamın ölümünden sorumlu tutuyordum. Okul ve ev arasında mekik dokuyordum. Sosyal hayatım bitmişti. Her gece zoraki gözümü kapadığımda, o karşımdaydı. En büyük tesellim buydu. Gözlerimi kapayacaktım ve geçecekti. Tek ilacım buydu. Hayattan nefret etmiştim. Hayatım bitmişti ve zor günümde sadece annem ve Meltem yanımdaydı. Her gün, her saat geliyor, beni neşelendirmeye çalışıyor, gezdirmek için çaba harcıyordu. Bir türlü yalnız kalamıyordum. Yalnız bırakmıyorlardı. Ağlıyordum, ağlıyordum, ağlıyordum. Elimden başka bir şey gelmiyordu. Onu geri getiremiyordum. Yapacak bir şey olmalıydı. İlla olmalıydı. Her şeyin bir çözümü olurdu... Büyük gerçek sonradan kafama dank etmişti. Bunun bir çözümü yoktu. Ölümün bir çözümü olmazdı. Annem bana, böyle şeylerin her zaman olacağını ve güçlü olmamız gerektiğini açıklamıştı. Ondan sonra birbirimize aramızda hiçbir yalan olmayacağı konusunda yemin etmiştik. O günden beri hayatı sevmeye başladım. Meltem’in ne kadar iyi biri olduğunu, beni hiç bırakmadığını gördüm. Gerçekleri, dünyanın aslında bu kadar –iç dünyam kadar- kötü olmadığını gördüm. Bunda abartılacak bir şeyin olmadığını, herkesin bir gün başına gelebileceğini anladım. Normal olan da buydu zaten.
“Tutmuyorum zaten.” dedim büyük bir inanç ve özgüvenle. Gözlerimdeki yaşları sildim ve sırtımı dikleştirdim. “Olması gerekiyordu ve oldu.”
Annemle her zaman bu konuyu konuştuğumuzda verdiği teselliyi tekrarlamıştım.
Başını kaldırdığında yüzü aydınlanmıştı. Gözlerini yumduğunda, “Evet, prensesim.” dedi. “Olması gerekiyordu ve oldu.”
Çok güzel gülüyordu. İyi ki seni yetiştirmişim der gibi. Onu çok seviyordum. Annemi çok seviyordum. Kollarını iki yana açtığında koşarak ona sarıldım.
Kısa bir sevgi gösterisinden sonra yukarı, odama çıktım ve kendimi biricik yatağımın kollarına bıraktım.
Tatilin nasıl olacağını, kimlerin olacağını, arkadaş edinip edinemeyeceğimizi merak ediyordum. Edinmesek de biz birbirimize yeteriz diye düşündüm. Acaba kamp gibi mi olacak yoksa otelde mi kalacağız? Acaba tanıdık olacak mı? Sara –ilk okuldan beri düşmanım- olmasın yeter. Evet, evet. Sara olmasın yeter.
Sara’yla ilk okuldan beri aynı okula gidiyorduk ve o zamandan bu yana – on bir yıl boyunca- hiç dost olmadık. Uzun boylu, sarı saçları vardı. Mavi gözlüydü ve yandan bakınca vücudu bir lolipop çubuğundan farksızdı. Onun yüzünden bütün okul iç çamaşırlarımı gereğinden fazla görmüştü. Günlüğümü de pek çok fazla okudukları konusunda her bahse girerim. Günlüğümdeki tüm sayfaların kopyasını çıkarıp fotokopisini çektirmişti ve ‘’BİR EZİĞİN HAYATI’’ başlığı altında okul panolarına asmıştı. Ne yazık ki bunu her zaman en son fark eden ben olurdum. En azından çok özel konuları yazmıyordum. Akıllanmıştım. Eğer Sara galibiyet ve malubiyetleri temsil eden bir skor tablosu tutuyorsa galibiyetlerinin benimkinden fazla olduğu kesindi. Ama ben de hakarete uğrayıp susan bir kız değildim. Hala daha değilim. Benim iç çamaşırlarımı gördülerse onunkileri daha çok görmüşlerdi. Senelerce birbirimizi küçük duruma düşürmek için her şeyi yapmıştık. Ben onun yaptıklarının karşılığını veriyordum. Onun ise neden yaptığı hakkında hiçbir fikrim olmamıştı ve olmayacağa benziyordu. Neyse ki okulun son gününü de atlatmıştım ve artık -3 ay boyunca- onu görmek zorunda kalmayacaktım.
Yavaş yavaş gözlerim kapandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMP
Adventure©Tüm telif hakları saklıdır. ♚ WATR Yaz '14 En İyi Macera Hikayesi' 2.si ♚ Bir çift insan topluluğu düşünün. Ne kadar kendi ayaklarının üstünde durabilirler? Telefon, teknoloji, hiçbir şey yokken. Issız bir adada nasıl yaşayabilirler? Ya bir oyun...