Elimdeki içinde demli çay olan kupalarla en son Alper’i gördüğüm yere doğru yürüdüm.
Evet, hala geminin balkona benzeyen tarafında oturuyordu. Ama tek fark, elinde bir gitar vardı.
Ve ben, yani gitar hastası olmasına rağmen çalmasını bilmeyen kız, koşarak oraya gitmeye çalışsam da elimdeki çay dolu kupalar bunu engelledi.
Ben de yavaş adımlarla yürüyerek oturduğu bankta yanına yerleştim. Söylediği şarkıya öyle kaptırmıştı ki kendini, beni fark etmedi bile.
O güzel ses kulaklarıma doldu sonra...
“Belki son defa, belki yıllardan sonra
Sırlar içimde, korkarım anlatmaya
Aşk alır beni, kandırır beni
Küçük bi çocuk gibi”
Gözlerim kapalı, kendimi onun sesine bırakmıştım.
“Sen güzel kadın, hiç mi mutlu olmadın
Hiç mi sevmedin, hep mi yarım kaldın
Belki bilmeden bekledin beni
Beni sana kader getirdi.
İçimden geçen senin içinden geçer mi
Nasıl saklarım seni ne çok sevdiğimi
Benim içimden geçen senin içinden de geçer mi
Ama nasıl saklarım seni ne çok sevdiğimi”
Dayanamadım ve şarkısına eşlik etmeye başladım. İkimiz de bilmiyorduk ki, bu şarkı ilerde ne çok anlatacaktı bizi.
“Sözler az kalır, çaresiz kalır
Gözler anlatır, aşkı gözler anlatır.”
Bana döndüğünde şarkı bitmişti çoktan. Beni gördüğünde de elinden gitarı bırakıp ayağa kalktı. “Ne yapıyorsun burada?”
Kaşlarımı çattığımda, “Çay getirdim.” dedim.
Yerine oturduğunda, “Gerek yok.” dedi.
Yanına oturduğumda gülerek, “Ama demli.” dedim.
Kaşlarını kaldırdığında, “Çay sevdiğimi nerden biliyorsun?” diye sordu.
“Kim çay sevmez ki?”
Güldü. “Bilmem.”
Elimdeki kupayı ona uzattığımda eline aldı. Hırkama daha sıkı sarıldığımda “Eee?” diye sordum.
“Ne ee?”
“Anlat bir şeyler işte.” dedim gülerek. “Kendini anlat mesela.”
Çayından bir yudum aldı. “İlgisiz bir çocuk olarak büyüdüm.” dedi uzaklara bakarak. “Annem, babam pek ebeveyn gibi değillerdi. İşleri hep ön planda oldu onlar için. Abim ve ben tek başımıza büyüdük. Birbirimiz vardık sadece. Benden on beş yaş falan büyüktü. Sonra, onu da kendi aralarına aldılar.”
“Kimler?”
Gözlerini sıkıca yumdu. “Annem ve babam.”
“İşleri neydi ki?”
Gözlerini açtığında direk bakıyordu gözlerime. “Karışık.” dedi tekrar. Çayından bir yudum daha aldı. “Mafyayla, çetelerle falan uğraşıyorlardı. Hala tam bilmiyorum işlerini. Parayla ilgili.”
Vay canına. “Sonra?” diye sordum.
Burnunu çekti. “Abim ve babam bir baskında öldürüldü. O günü çok iyi hatırlarım. Annemin eve ışık hızıyla girip beni aceleyle çıkarmasını çok iyi hatırlarım. Hiçbir eşyamızı almadan, sadece iki deri çantayla çıktık evden. Bir daha da o eve hiç girmedik. Ne oldu o eve desen, bilmem. İstanbul’a geldik sonra.”
Kaşlarımı kaldırdım. Bu bana ağır gelmişti, gerçekten.
“İstanbul’a geldiğimizde 10 yaşımdaydım galiba. İyi bir evde oturduk Allah’a şükür. İyi bir yaşam da sürdük İstanbul’da. Emre’yle tanıştığımda da 13’ümde falandım. 14’ümde annem bir trafik kazasında öldü.” dedi. Gözlerinden akan damlayı fark etmediğimi sanıp hiçbir şey yokmuş gibi sildi ve devam etti. “Emre kaldı sadece yanımda. Onun ailesiyle yaşadım. Onun da tek babası vardı. Bana da babalık yaptı. Şanssızlık hiç peşimi bırakır mı? Kaçırıldık mı, kaybolduk mu bilmiyorum. Gözlerimizi başka bir evde açtık.” Yanaklarından akan damlaları umursamıyordu artık. Sessizce ağlıyordu.
“Tanımadığımız adamlar vardı karşımızda. Kurtulabildik mi? Kurtulamadık. Orada yaşadık bu yaşımıza kadar. Kötü bir şey yapmadılar aslında. Sadece kötü insanlar yaptılar bizi. Pis insanlar yaptılar.”
“Vay canına.” dedim şaşkınlığımla.
Güldü. “Yılmaz’ı bilir misin?”
“Yılmaz Ay mı?”
“Evet. Peki Yılmaz’ın Taner’ini bilir misin?”
“E-evet?”
“Karşında.”
Hadi canım. Yılmaz Ay, İstanbul’daki en belalı insandı. En sevdiği, oğlum dediği iki insan vardı: Taner ve Solmaz. Yılmaz'ın her şeyleriydi. Ve Alper’in, Taner olduğuna inanmak istemiyordum.
Dudağımı kemirirken, “Emre de Solmaz mı?” diye sordum çaresizce.
“Evet, ama öyle kötü değiliz. İnsanlar abartıyorlar. Biz sadece kendi başımızın çaresine bakmaya çalışıyoruz.”
Kahkaha attım. “Sen Taner olamazsın. Sen çok iyisin.”
Bir iç çekti.
“Haydi, sen anlat.”
Kupamı uzattığımda “Çay getirirsen olur.” dedim ve suda ıslanmış yavru köpek bakışımı attım.
Kupaları alıp ayağa kalktı. Ve sonra uzaklaşmaya başladı.
Pastel boyayla boyanmış gibi önümde duran gökyüzüne baktım. Sanki lacivert pastel boyayla boyanmıştı. Yıldızlar da üzerine dökülen o göz alıcı simlerdi.
İlk kez hava karanlıkken gözüme bu kadar güzel görünüyordu. Ben geceyi sevmezdim normalde, itici gelirdi karanlık. Şimdiyse önüme konulmuş bir şaheser gibi hayranlıkla izliyordum.
Bir yıldız göz kırptı aniden. Babamın sıcaklığını hissetmem zor olmadı. “Kızım.” derdi her zaman. “Ben olmadığımda gökyüzündeki yıldızlara bak.” derdi. “Çünkü ben onlardan birinde seni izliyor olacağım.”
Gülümsedim. Beni izliyor musun şimdi baba?
Yanımda bir karaltı belirdiğinde elinde kupalarla duran Alper’i gördüm. Kupayı elinden alıp, çayımdan bir yudum aldım.
İkimiz de yüzümüzü gökyüzüne döndüğümüzde “Haydi.” dedi. “Anlat.”
“Benim çocukluğum seninkinin aksine daha çocukçaydı.” dedim başlangıç olarak. “Annem, babam hep yanımdaydı. Sabah kahvaltısından sonra bahçeye iner, arkadaşlarımla yolun ortasında top oynardık. Araba geçmezdi o zamanlar pek oradan. 10-15 kişilik arkadaş grubumuz vardı. Ne voleybol maçları yapardık, ne yakar toplar oynardık.. ‘Hava kararmadan gel’ kuralına uyardık. Sabah kahvaltısıyla, akşam yemeğine kadar hep dışarıdaydık. Karnımızın açlığını hissetmezdik oyun telaşından. En büyük üzüntüm annemin dondurma almaması olurdu. Diyorum ya; çocukçaydı işte... Senin yaşadığın zorlukların hiçbirini yaşamadım ben. Sadece babamı kaybettim.”
Gülümsedi. “Ne kadar güzel.”
“Senin çocukluğunu dinleyince kendimden utandım.” dedim yüzümü buruşturarak.
Güldü. “Seninki normal olan, utanacak bir şeyin yok.”
“Öyle.” dedim çayımı yudumlarken. “Babamı kaybettikten sonra uzun süre kendime gelemedim. Sonra da toparlandım işte. Böyleyim, dipdiri karşında oturuyorum.”
“İyiymiş.” dedi gülerek.
Başımı onu onaylarcasına salladığımda aramızda uzun bir sessizlik oldu. Öyle, sessizce gökyüzünü izliyor, arada bir çayını yudumluyordu. Sonunda bana dönüp, “Haydi.” dedi. “Seni odana bırakayım.”
“Biraz daha durmak istiyorum.” dediğimde bana baktı.
“Çok geç oldu.”
“Sen git. Biraz daha duracağım, kendim giderim ben.”
Kaşlarını çatarak yüzüme ters ters baktı. “Bu saatte?” diye sordu aksi bir sesle. “Kalk, gidiyoruz. Odana girdiğini görmem lazım.”
Bileğimden tutup beni kaldırdığında ofladım. “Gitarını unuttun.”
Bir elinde gitarı, bir elinde bileğim, yukarı yürümeye başladık. Kamaranın önüne geldiğimizde gülümsedi. “İyi geceler prenses.”
Başımı öne eğip gülümsediğimde, “İyi geceler, prens.” deyip yanağına masum bir öpücük kondurdum.
Kaşlarını kaldırarak bana baktığında utanıp, hızla odaya girdim.
Kapıyı kapatıp olduğum yere yaslandım. Az önce Alper’i öpmüştüm!
Ben aptal aptal sırıtırken Meltem tuvaletten çıkıp yanıma geldi. “Neden özürlü sırıtışı yapıyorsun?”
Gözlerimi kapattığımda “Az önce Alper’i öptüm.” dedim.
Kaşlarını kaldırıp sırıttı. “Hadi canım.”
“Gerçekten.”
Yatağı gösterip oturmamı söyledi. “Pekâla, ama şunu bilmen gerekiyor. O, Taner.”
Kaşlarımı çattım. “Sen nereden biliyorsun?”
“Biliyor muydun?”
“Evet, bugün Alper söyledi. Sen nereden biliyorsun?”
Güldü. “Emre’den.”
Sırıttım. “Bence senden hoşlanıyor.” dedim pat diye.
Pekâla, böyle söylemeyi planlamamıştım.
Tekrar güldü. Yatağın pikesiyle oynarken, “Biliyorum.” dedi. “Çıkıyoruz.”
Gözlerim pörtlerken kafasına vurdum. “Gerizekalı, neden benim haberim yok?”
Elime vurduğunda “Çok ani oldu.” dedi.
Gözlerimi devirip yatağıma yattım ve ayaklarımla Meltem’i yataktan ittim. Gözlerim kapandığında Meltem üzerime pijamalarımı atıp, “Şunları giy.” dedi annem gibi.
Oflayıp pijamalarımı giydim ve yatağın içine girdim. Saat gece ikiyi geçiyordu ve uykum yeni gelmişti.
--------------------------------------------
YORUM KISMINA BİR LİNK BIRAKIYORUM, KESİNLİKLE AÇIP ORADAKİ MÜZİĞİ DİNLEMELİSİNİZ. HAYALİMDEKİ ALPER'İN SESİ O ÇÜNKÜ :D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMP
Adventure©Tüm telif hakları saklıdır. ♚ WATR Yaz '14 En İyi Macera Hikayesi' 2.si ♚ Bir çift insan topluluğu düşünün. Ne kadar kendi ayaklarının üstünde durabilirler? Telefon, teknoloji, hiçbir şey yokken. Issız bir adada nasıl yaşayabilirler? Ya bir oyun...