Duyduğum gerçek dışı cümle beni afallatmış, donakalmama sebep olmuştu. Beynim hala bunun gerçek olmadığını anlamam için çalışmalarını sürdürse de, Demir’in ciddiliği ve acımasız kelimeleri bunu fazlasıyla engelliyordu. Ağzından çıkan iki kelime beynime hançer gibi saplanmış, düşünmemi zorlaştırıyordu.
Bizimle alay etmesi ihtimaline karşılık inanmamış gibi davranarak kahkaha attım. "Teknoloji o kadar gelişti mi?" Pekala, teknolojiyle hiçbir ilgim yoktu ve 'hafıza silmek' diye bir şey çıktıysa bilmemem garipsenemezdi.
Bu aptal tepkime karşılık Demir’in 'Ciddi misin?' temalı bakışları üzerime sabitlenmişti.
Gözlerimi Yekta’ya sabitledim. Bunu fark edince odağını bana çevirdi. İnanmışa benziyordu; Benim gibi.
Uzun süredir içimde tuttuğum nefesimi sıkıntıyla dışarı verdim. "Neden böyle bir ırk geliştirmeye ihtiyaç duydun?" diye sordu Yekta.
"Ben değil, biz duyduk. Ben sadece sizi zaptediyorum." dedi. "Kısmen."
“Amacınız ne?” diye sordum sabırsızca.
"Mükemmel bireyler oluşturmak." dedi basit bir şeyden bahsedermiş gibi. Oturduğu koltukta o kadar rahattı ki, bu benim rahatsız olmam için bir neden bile denebilirdi.
Bunu duymamla beynime kan sıçraması bir oldu. Ayağa fırladığımda bana baktı. "Neden biz?"
Güldü, güldü, güldü. "Siz genlerinizde mükemmellik taşıyorsunuz." dedi.
Yekta, "Çok mu komik?" diye sorduğunda kaşlarını kaldırdı.
Bugün sabır seviyesi baya yüksekti sanırım.
"Haydi, sofraya gidelim." derken salonun arka kapısını gösterdi. Bu karavan ne kadar da büyüktü!
İkimiz ayakta, yere sabitlenmiş dururken o yürümeye başlamıştı. Kısa süre sonra arkasından gelmediğimizi anladığında ellerini yumruk yapıp bize döndü. "Bakın, gençler. Yarışmayı kazandınız ve ödül yemek. İsterseniz aç da gidebilirsiniz." dedi ve yürümeye başladı.
Peşinden paşa paşa geleceğimizi nasıl da biliyordu.
Açlığım gururuma baskın gelmiş ve yürümeye başlamıştım. Yekta’nın gelmediğini fark edince "Yekta." dedim fısıltıyla. "Benim için."
Ardından bir kararsızlık homurdanması ve ayak sesleri geldi. Yüzünü göremesem de Demir’in gülümsediğini hissedebiliyordum.
Demir, Yekta ve ben 6 kişilik sofrada oturmuş bin bir çeşit yemeği tadıyorduk. Karnımız tıka basa doymuştu ve sandalyelerimizde mayışmıştık.
Demir doyduğumuzu anlayınca "Son bir şaraptan sonra kıyafetlerinizi çıkarıp gidersiniz." dedi ve parmağını şıklatmasıyla bir garsonun elinde tepsiyle 3 bardağı getirmesi bir oldu.
Bardağımdaki şarabı 2 yudumda bitirip arkama yaslandım. Beynim uyuşuyor gibiydi. Gözlerim kararıyor ve kırmızı-mavi ışıklar gözümün önünde dans ediyordu. Kollarımdaki hakimiyeti yavaş yavaş kaybediyordum. Zihnimdeki düşünceler tek tek azalıyordu, son bir düşünce kalana kadar: Karanlık.
Karanlık ve acı yavaş yavaş tüm bedenimi ele geçiriyordu. Ellerim yanlara düşmüştü ve iğneleniyordu. Kulaklarım uğulduyor ve bu içimde kaşlarımı çatma isteği doğuruyordu ama yapamıyordum! Vücudum uyuşmuştu. Yavaşça zihin kontrolümü kaybettim.
*
Ormanın içinde Yekta ile birlikte duruyorduk. Karşımızda Demir vardı ve defileden kalan kıyafetlerimiz yerine yeni bir takım üst giyinmiştik. Demir resmi bir şekilde ellerimizi sıkıp "Tebrikler, canlarım." dedi. "Stilistleriniz Çağla ve Onur sizi adanıza götürecekler ve ileride her zaman sağ kolunuz olacaklar." dedi.
Nedenini bilmediğim halde Demir’e karşı fazla samimiydik. O, iyi biriydi. Bizi seviyordu ve doyuruyordu.
Gülümseyip Çağla ve Onur’la yürümeye başladık. Beynimde bir boşluk hissi vardı. Uzun bir uykudan uyanmış gibi sakin ve huzurlu hissediyordum.. Bir an o duyguları oraya kelepçelemek, hiç kaybetmemek istedim. Uzun süredir hiç böyle hissedememiştim.
Şen şakrak sohbetlerle adaya varmıştık bile. Durduğumuz yerde yerleşim yerimiz çok iyi görünüyordu. Herkes kendi köşesine çekilmiş, kimisi yüzüyor, kimisi güneşleniyor, kimisi ağacın gölgesinde uyuyordu. Bir an gitmek istemedim. Oraya dönmek istemedim. Kafamı çevirip Yekta’ya baktığımda bana baktığını gördüm. Nasıl bir tesadüftür ki, onun da aynı şeyler düşündüğünü hissettim.
Çağla ve Onur’la sarılmamızın ardından onlar gitti. Yekta önümüzdeki ağaca yaslanıp bana bakmaya başladı.Bunun üzerine uzun süre tuttuğum nefesimi gülerek verdim. "Gitmek istemiyorum." dedi çocukça.
Asimetrik gülüşümü yüzüme takındığımda "Ben de." dedim. "Ben de gitmek istemiyorum."
“Gitmek zorunda değiliz.”
Gözlerimi büyüttüğümde "Saçmalama." dedim ve yürümeye başladım.
Kolumdan tutarken, “Pekâla.” dedi.
Gülümsedim. “Haydı.”
Yürürken, "Demir,” diye başladı ve bana baktı. "Çok iyi biri."
Kaşlarımı çatarak ona baktım. Neden hep aynı şeyleri düşünüyorduk? "Bence.. de."
Gülümsedi ve yüzündeki kasların gerilmesiyle çenesinin iki yanındaki gamzeleri kendini gösterdi.
"Neden daha önce arkadaş olmadık?" diye sordum. Böyle iyi ve eğlenceli birisini nasıl keşfedememiştim?
"Ben de şu an aynı şeyi düşünüyordum." dedi gülücüklerinin arasından. Pekala, bu durum garipleşmeye başlamıştı.
Ona doğru dönüp durdum. "O zaman olalım, Bay Yekta Şah."
Kıkırdadı. "Güzel olduğunuz kadar naziksiniz de, Bayan Alya Bozkurt."
"Övünmek gibi olacak ama, biliyorum." dedim sırıtarak. Yine kendimi beğenmiş iç sesim kendini göstermişti bile.
Tek kaşını kaldırırken, "Güzel olduğunuz kadar kibirlisiniz de." dedi sahte bir ciddiyet takınarak.
"İşte şimdi arkadaş olmaya başladık." dedim yürümeye devam ederken.
Peşimden geldiğinde "Nasıl?" diye sordu aklındaki soruyu.
Yüzümdeki kocaman gülümsemeden dolayı hiç kapanmayan dişlerimin arasından, "Beni tanımaya başladın." dediğimde ortaya bir kahkaha fırlattı. Attığı kahkaha yüzüme çarparken onun hakkında hiçbir şey bilmediğimi fark ettim
“Anlat.” dedim. “Kendinden bahset.”
Çoktan adaya vardığımızda bana bakan Emre ve Meltem’e samimi bir gülümseme gönderdikten sonra "Bizimkilere geldiğimizi haber vereyim." dedi. "Yanına geleceğim."
"Bekliyorum. Telefon ve kulaklığımı alacağım, müzik dinleriz." dedim. Gülümsedi ve gitti.
Çadıra girdiğimde çadırın dışarısından daha sıcak olduğu kanısına varıp elimi çabuk tutmaya baktım. Valizimden telefon, bir kulaklık ve bir tane de saç lastiği alıp çıktım.
Çıktığımda Yekta’yla karşı karşıya kalmak beni afallatsa da hemen toparlanıp beni yönlendirdiği yere, büyük ağacın altına oturduk. Buraya kim minder koyduysa gerçekten ona minnettardım.
Kulaklığı telefona taktığımda Bruno Mars'ın The Lazy Song adlı şarkısını başlattım. Bu şarkı beni çok eğlendiriyordu.
Şarkının başlamasıyla Yekta’nın "Müzik tarzını sevdim." demesi bir olmuştu.
Gülümsedim. “Bruno’yu severim.”
Sessizce gülerken, "Sanat hayatının boyu kadar kısa olacağını düşünmüştüm." dedi.
"Çok pisliksin." derken kahkaha attım. "İnsanları boylarına göre sınıflandıramazsın."
Ellerini 'ben suçsuzum' der gibi havaya kaldırdı. "1,65 boyunda olup, kliplerde 1,80'miş gibi gösterilen ben değilim." dedi.
Gözlerimi devirerek "Senin 1,80'den uzun olman onun kısa olduğu anlamına gelmez." dedim.
Yüzüne çarpık bir gülümseme yerleştirirken, "Konu hiç iyi yerlere gitmiyor." dedi.
Onu başımla onaylayarak "Kendini anlatacaktın." dedim.
Talha. Küçük bir kız kardeşim var. Bu tarzda müzikler dinlerim, piyano çalıyorum." dedi. Bana doğru eğilirken "Ve sanırım buradan bir kızdan hoşlanıyorum."
Duyduğum cümle sırıtmama neden olmuştu. "Kim?"
"Aramız-" cümlesini bitiremeden "Söz veriyorum." dedim. "Söz veriyorum aramızda kalacak."
Bu merakıma karşı kahkaha attı. "Karşına bak."
Baktım. Karşımızda Sanem ve Miray sohbet ediyorlardı. Yutkundum. "Miray iyi bir kız değil, Yekta."
"O değil zaten mal." dedi. "Yanındaki."
Gözlerimin pörtlemesi ve "Sanem mı?" diye bağırmam bir olmuştu. Pardon bağıramamam. Çünkü Yekta’nın elleri çoktan ağzımı bulup kapatmıştı.
"Siz kızlar! Böyle yapacağını biliyordum." dedi. Ağzımı açmasını işaret ettiğimde tereddüt etse de, sonunda açtı.
Başka bir kız olsa bozulurdu ama ben hala sırıtıyordum. Ona doğru eğilip, "Sanem mi?" diye sessiz çığlık attım.
Başını öne eğerken onaylayan bir homurtu çıkardı. Utanmıştı.
“Utanmasana.” dedim gülerek.
"Çıkma teklifi etmeyi düşünüyorum." dedi.
Saf ayağına yatarak, "Burada çıkabileceğiniz tek yer ağaç." dedim.
Kaşlarını çatarak bana baktı ve "Senden bunu beklemezdim." dedi.
Espri anlayışımız aynı olmadığını düşünüp üzülürken, o kahkaha atarak beni şaşırtmıştı. "Pekala, Talha da benim esprilerime böyle tepki veriyordu ve nasıl bir duygu olduğunu merak ettim." dedi gülerek. Yumruğunun önünü bana doğru uzatırken. "Güzel espriydi." dedi.
Yumruklarımızı çarpıştırdık.
"Pekala, çıkma teklifi etmelisin." dedim gülümseyerek.
"Edeceğim." dedi. Ben bu kelimeyi şimdi olarak algılayıp ona garip garip bakınca "Şu an o kadar cesaretim yok" dedi.
Ayağa kalkıp elimi kalkması için ona uzattım. "Şimdi et." Miray, Sanem’i yalnız bırakmıştı.
Elimden destek alıp kalkınca "Olmaz." dedi ama bu pek işe yaramamıştı
“Hey, Sanem!” diye bağırdım gülerek.
Buraya baktı. Pekala, bana baya donuk bir bakış attı
“Buraya gelmeye ne dersin?” diye sordum.
"Ah, yemek pişiriliyor." dedi. "Siz yokken ava çıktılar ve onlara pişirmek için yardıma gitmem gerekiyor."
Başımı sallamamla Yekta’nın “Şansına küs.” demesi bir olmuştu.
Ona dil çıkarıp çadırıma doğru yürüdüm. Arkamdan kahkaha attı sadece. "Telefonun bende." demesiyle ışık hızıyla ona koşmam bir oldu. İçindeki resimlere bakarsa arkadaşlığımız başlamadan biterdi.
Koştuğumu gördüğünde "Kızları nasıl da peşimden koşturuyorum." dedi meşhur kahkahasını atarak. "Koşmana gerek yok tatlım bir yere kaçtığım yok."
Yüzümü buruşturarak yanına oturdum. "Senin için değil, telefonum için koştum." dedim.
“Hı-hı”
"Telefonumu alayım, canım." dediğimde telefonu elime verdi.
“Daha kendini anlatmadın.”
"Mmm." diye düşündüğümü ifade ettikten sonra "Şarkı söylüyor ve keman çalıyorum. Babam.. yok. Annemle birlikte yaşıyorum. Kız kardeşim yok, ama Meltem fazlasıyla o boşluğu dolduruyor. Müzik tarzımı biliyorsun. Genelde kendimi beğenmiş biriyimdir." dedim.
Güldü. "Onu biliyoruz." dediğinde ona dil çıkardım.
"Senden iyi bir dost olur." dediğimde "İyi bir dost." diye tekrarladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMP
Adventure©Tüm telif hakları saklıdır. ♚ WATR Yaz '14 En İyi Macera Hikayesi' 2.si ♚ Bir çift insan topluluğu düşünün. Ne kadar kendi ayaklarının üstünde durabilirler? Telefon, teknoloji, hiçbir şey yokken. Issız bir adada nasıl yaşayabilirler? Ya bir oyun...