16. BÖLÜM > "NE HİSSETTİĞİMİ BİLİYOR MUSUN SAHRA?"

4.2K 221 32
                                    

    Uyandığımda güneş yüzümü yakıyordu. Gerçekten de rahatlamıştım. Sağıma baktığımda yanımda yatan kişiyi gördüğümde yerimden sıçradım. “Aras?” dedim bağırmaya korkar bir şekilde. Kafasını kaldırıp yüzüme baktı.

   “Taşı ne kadar uzağa fırlattın?” diye sordu. Evet, bunu biliyordu. Aslında o bana ait olan her şeyi biliyordu. Onunla dertleşmek fena olmaz diye düşünüp yanına oturdum.

   “Çok uzağa.” dedim düz bir sesle.

   Yüzüne baktığımda o patlamış dudağı, morarmış gözleri görmekten korktuğum için yüzüne bakmak istemiyordum.

    “Pekala, benim de buna ihtiyacım var.” dedi ayağa kalkarken. Yerden hafif bir taş alıp fısıldadı ve yavaş hareketlerle taşı denize fırlattı. Benden daha uzağa fırlattı hem de. Gülümsedim.

   “Ne fısıldadın?” diye sorduğumda yanıma oturmuştu bile. Tam lafa başlayacakken geri sustu. 

   “Ne fısıldadığımı bildiğini düşünüyorum.” dedi samimi bir tavırla.

   “Ah, evet.” dedim başımı öne eğerken.

   “Vazgeçtim biliyor musun? Sen mutlu ol yeter. Ciddiyim Alya. Alper’i seviyorsan onun ol. Çünkü onunla mutlu olacaksın. O yanındayken gülümseyeceksin. Sen gülümseyince ben de gülümseyeceğim, mutlu olacağım.” dediğinde gözleri dolmuştu ama bana bakamıyordu. Birbirimize bakmıyorduk. Denizi izliyorduk. Ona baktığımı fark edince başını eğdi ve benim görmemin engelleyecek şekle elini yüzüne doğru tuttu. 

   “Aras-“

   “Biliyorum seni çok üzdüm falan filan. Ama o düşüncesiz, kız düşkünü çocuk gitti. Şu an karşında yapıklarından pişman, sensizlikten ders almış ve akıllanmış bir genç var. Lütfen anla bunu, hepimiz hata yaparız ve pişman oluruz. Biz insanız. Ve her insanın ikinci şansa ihtiyacı vardır. Bilemezsin ki, belki yeni Aras seni daha çok sevecektir? Belki yeni Aras seni şu an olduğu gibi ağlatmayacak, aksine mutlu edecektir? Herkes değişir. Ve senin benim değişimimi görmen lazım. Senin bana bir şans vermen lazım Alya, yemin ediyorum ki seni hak edeceğim. Yemin ediyorum ki yeni Aras, seni psikopat bir çete başından daha çok hak ediyor. Sadece bana şans ver.” dediğinde gözlerimin içine bakıyordu. Haklıydı. Herkesin bir şansa ihtiyacı vardı ve gözlemlerime göre Aras bunu fazlasıyla hak ediyordu. Gerçekten ders almış olmalıydı. O böyle cümleler kurmazdı çünkü.

   “Bunu ciddi anlamda düşünmem lazım.” dediğimde gülümsedi. Bir anlık duraksamadan sonra “Beni nasıl buldun?” diye sordum.

   “Deniz ve gökyüzü, senin kurtarıcın. Anlatmıştın. Beni de götürmüştün hatta. Sahilin girişindeki 6. bank. Biliyor musun? Sen yokken ben oraya çok gittim. Taşlara fısıldadım, denizin sesini dinledim. Sen oradayken ise, hani senin ağacın birkaç ağaç ilerisinde de benim ağaçtaki kulübem vardı. Hatırladın mı? Birlikte yapmıştık. Oraya gidip bulutları ve kuşların cıvıltısını dinlerdim ben de. Bu bende çok büyük alışkanlık yaptı. Sen de bende çok büyük alışkanlık yaptın.” dedi. Her şeyi hatırlıyordu. Benim unuttuklarımı bile. Ders aldığı belliydi.

   “Sen, önceden alışkanlığını terk ettin.” dediğimde gözlerini büyütüp bana baktı. 

   “Ah evet, sen uyuşturucuyu terk edersin. Pardon, etmeye çalışırsın. Ya bir süre sonra? Ona olan özlemin ve bağlığın su yüzüne çıkmaz mı? İşte o zaman bağımlı olduğunu anlarsın. Uyuşturucu bağımlısı. Sen de benim uyuşturucummuşsun meğer. Ben fark etmemişim.”

   “Diğer kızlar senin uyuşturucun, Aras. Kendini kandırma.” dediğimde başını öne eğdi.

   “Diğer kızlar benim kül tablam.” dediğinde anlamsız gözlerle ona bakmaya başlamıştım. Kül tablası mı? Bu da neydi şimdi? Tamam, sigara içiyordu ama sigarasını kızların üzerinde söndürmüyordu. Yani benim üzerimde hiç söndürmemişti.

   “Nasıl?” diye sorduğumda bedenini bana döndürmesine karşılık sadece yüzümü ona doğru çevirmiştim. 

   “Sigarayı neden içer bir insan? Keyif için. Sigarayı içtiğinde neye ihtiyacı vardır peki? Onu söndürüp atmaya. Ya da bir tane daha yakmaya. O kızlar benim sigaram bile değillerdi. Kül tablamdı. Sigaramı söndürmek için onları kullandım. Peki söyle, senden böyle bir şey istedim, veya yaptım mı?”

   “Bu bir şeyi değiştirmez,” dediğimde yakınmaya başladı.

   “Hadi ama, neyi değiştirmez? 2 aydır sana pişman olduğumu söylüyorum ve her seferinde beni reddediyorsun.” Pardon? 2 ay mı? Daha Alper ortaya çıkmadan hiçbir şey demiyordun. Şimdi nasıl oldu da bir anda 3 aydır peşimden koşar oldun?

   “Ne üç ayı?” dedim gülerken. “Kimi kandırıyorsun Aras?”

   “Her gün Meltem’i barışmak için sana gönderdim Alya. Nasıl hatırlamazsın?” Ne? Öyle bir şey olmamıştı. Ya Aras yalan söylüyordu, ya ben hafıza kaybı geçirmiştim ya da.. “Söylemedi değil mi? Hiçbir zaman pişman olduğumu sana gelip söylemedi. Nasıl da inandım. Kardeşim gider söyler de barışırız diye düşündüm hep.” diye devam ettirdi yüzünü buruşturarak. 

   Böyle yapmasından dolayı Mel’e kızamazdım çünkü benim bir daha üzülmemem için yaptığı belliydi. Bana çok değer veriyordu ve kardeşinden bile korumaya çalışıyordu. Ona nasıl kızabilirdim? “Bu bir şeyi değiştirmez.” dedim kesin bir dille. 

   “Sonuç?” dedi kaşlarını havaya kaldırırken. Ah, yine o masum bakışlar! 

   “Düşüneceğim.” dedim yarım ağız gülümseyerek. 

   “Gerçekten mi?!” dedi bir anlık heyecan patlamasıyla. Çok mutluydu. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Onun mutluluğuna gülümseyerek eşlik ettim. “Ne zaman peki? Ne zaman vereceksin cevabı?” derken sesi titriyordu. 

   “Yarın burada buluşalım o zaman.” dedim gülümseyerek. Başını aşağı yukarı sallayarak onayladı ve denizi seyretmeye devam etti. “Ben gidiyorum.” dediğimde başını bir saniyeliğine bana çevirdi.

   “Tamam, Limon.” dediğinde dudağımı ısırdım. Limon.. evet bana böyle derdi. Sarı olduğumdan herhalde. Böyle demesizin sevmezdim ama zamanla sıcak gelmeye başlamıştı. Limon demesini çok özlemiş olmalıydım ki, böyle dediğinde duraksadım.

   “Seni hiç bırakmayacağım.” Diye bağırdı arkamdan. Gülümsedim. Gerçekten buna inanmak istiyordum.

-------------------------------------

Ağacın arkasından baktığımda Mel hala elindeki yemekle uğraşıyordu ve dalgındı. Emre yanında konuşsa da ona cevap vermiyor ve başını sallamakla yetiniyordu. Allah’ım! Onu üzmüş olmalıydım. Kesinlikle üzmüştüm onu. Başıma vurup kimsenin dikkatini çekmemek için sessiz sedasız yürümeye başladım. Amacımda çadırlardan uzak olan kayalıklardan birine oturmak vardı ama daha çadırların olduğu yere yaklaştığımda dikkati çoktan toplamıştım. Bir çok göz benim üzerimdeydi. Kim olduğunu bilmediğim bir ses “Alper!” diye bağırdı. Arkama dönüp baktığımda bağırmadığını, yakınımda olduğunu gördüm. Bu Koray’dı. Başka bir durumda asla Koray’a kızmazdım. Onu seviyordum ama bu yaptığı karşısında kaşlarımı çatarak ona baktım. 

   ‘Ben masumum’ anlamında kollarını kaldırdığında gözlerimi devirip yürümeye devam ettim. Bu sefer daha hızlı yürüyordum. Çünkü daha biriyle konuşmak için, açıklama yapmak için hazır değildim.

   Kimse yolumu kesmeden çadırlardan uzaklaşabilmiş ve yere uzanabilmiştim. Küçük kaya, kafamın altında yastık görevi görüyordu. Gözlerim mavi gökyüzündeydi. Evet, denizden uzaklaşmıştım ama mavi beni yalnız bırakmazdı. Bulutları izledim bir süre. Ne kadar da hızlı hareket ediyorlardı.

   Sağ tarafımda yaprak hışırtılarını duyduğumda göz devirdim. Yine birisi geliyordu. Umarım bu kişi Meltem’dir. Kafamı kaldırdığımda tabii ki de bu kişinin Meltem değil de Alper olduğunu anladım. Ne bekliyordum ki? Normaldi. Gelip özür dileyecek ve barışacaktık(?).  

   Hiçbir tepki vermememin üzerine ayaklarımı uzattığım kayaya oturdu. Konuşmadım, sadece baktım. Aynısını yaptı. Sadece baktı. Bir süre sonra bu uzun bakışmadan sıkılıp gözlerimi onun üzerinden çevirdim. Ona bakmamak için etraftaki her şeye en ince ayrıntısına kadar bakıyordum. Uzun bir sessizlik sonrasında “Özür dilerim.” dedi.

   “Ne için?” diye sordum.

   Başını öne eğdi. Yattığım yerde doğruldum ve tekrar sordum. “Ne için özür diliyorsun Alper?” Gözleri beni buldu. “Kişiliğin için mi? Geçmişin için mi? Miray’ı öptüğün için mi yoksa? Ne için özür diliyorsun?”

   İfadesiz suratıyla yüzüme bakarken, “Bilmemen gereken şeyleri öğrendin.” dedi. “Görmemen gereken şeyleri gördün.”

   Bunu hala nasıl diyebiliyordu?

   “Yani?” diye sordum kaşlarımı çatarak.

   “Bunu daha önce de konuştuk.” dedi. “Geçmişim, geçti.”

   “Onu öpmen de mi senin geçmişin?”

   “Onu ben öpmedim Alya!”

   Güldüm. “Evet, ben öptüm.”

   Başını başka yöne çevirdi. “Gördüklerini kafana göre yorumluyorsun. Sana baştan bunları söylemiştim. Geçmişim kötü demiştim. Sen beni böyle kabullendin. Miray de geçmişte yaşanmış olaylardan birisi. Önemli bir kişilik değil. Bunu da kabul etmen gerekir.”

   “Bana kızları kullanıp attığını söylemedin, Alper!”

   “Kimseyi kullanıp attığım yok benim.”

   “Tabii, sen meleksin.”

   Derin bir nefes aldı. “Alya, özür dilerim. Geçmişim için de, bugün duyduğun ve gördüğün şeyler için de. Uzatmayalım.”

   Kaşlarımı kaldırdım. “Bence de uzatmayalım.”

   “Barıştık mı?” diye sordu gülümseyerek.

   “Bence, biraz zamana ihtiyacımız var.” dediğimde gözlerinde hayal kırıklığı vardı. “Yani, tam anlamıyla ayrılalım demiyorum ama.. zaman. Biraz zaman geçsin. Daha 2 ayımız var. Düşünelim, acaba birbirimizi tanıyor muyuz? Birbirimizi tanımadan, tanıdığımızı sanarak birbirimizi  ve etrafımızdakileri kırıyoruz. Bunu yapmamalıyız.” dedim.

   “Peki.” demesiyle kalkıp gitmesi bir olmuştu. Vay canına. Bu kadar kolay mı kabullenmişti? Oysa ki ben ne kadar strese girmiştim. Hepsi bunun için miydi? Peki deyip gitmesi için miydi?

   Kısa bir süre kendimle baş başa kalmamdan sonra Çağatay ve Sahra sinirli bir şekilde yanıma geldi. Ah. “Kızım sen salak mısın?” diye bağırdı Sahra.

   “Sakin ol Sahra.” dedim umursamazca. Bu onu daha fazla sinirlendirmişti.

   Alper’in oturduğu kayaya oturdular. “Neden böyle bir şey yaptın?” diye sordu Çağatay. 

   Cevap vermedim.

   “Manyak mısın sen Alya? Hani seviyordun?” diye sordu Sahra aynı hiddetle.

   “Seviyorum.” dedim onun aksine daha sakin. Sakinliğim onu daha da sinirlendiriyordu. Ne dese haklıydı aslında.

   “Seviyorsan niye ayrılıyorsun kızım?!”

   “Ayrılmadık.”

   “Hı-hı ben bilirim bunları.”

   “Sahra ne biliyorsun? Gördüklerimi biliyor musun? Ya hissettiklerimi? Ne hissettiğimi biliyor musun Sahra? İçimde ne kadar duyguyla savaştığımı biliyor musun?”

   Kısa süre sustu.

   “Bilmiyorsun.” dedim. “Çünkü ne hissettiğimi bilemezsin. Aynı duyguyu ikinci kez yaşamanın verdiği acıyı bilemezsin. Ve gelmiş, hiçbir şey bilmeden beni yargılıyorsun.”

   Sahra ayağa kalkıp çekip gitti.

   Çağatay’la ikimiz kaldığımızda “Bu regl falan mı?” diye sordum.

   Güldü. Sonra ciddileşen suratıyla konuşmaya başladı. “Alya, Alper’e ne kadar değer veriyorsam, aynı değeri eksiksiz sana da veriyorum. Lütfen kendini üzecek bir karar verme.”

   Oturduğu yerden kalkıp Sahra’nın peşinden gittiğinde koyulaşmaya başlayan mavi, içime yerleşen huzursuzluk duygusuyla birlikte yerleşmişti gökyüzüne.



KAMPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin