Salona inmek için merdivenlere doğru yönelirken Emre’yle karşılaştık. Bana baktığında “Meltem nerede?” diye sordu.
Kaşlarımı çatım. “Nasıl Meltem nerede?” diye sordum. “Az önce onlarla değil miydin?”
Kaşlarını kaldırdığında kahkaha atmayı eksik etmemişti. “İyi misin canım sen? Bir buçuk saat geçmedi mi üzerinden?”
Geçmiş miydi sahiden?
Daha fazlası olabilirmiş gibi kaşlarını biraz daha kaldırdı. “Alper’le aranızda sorun mu var?” Alper’le aramızda bir şey mi var?
“Aramızda bir şey yok ki sorun olsun.” Dediğimde elimi ‘boşver’ mânasında salladım. “Neden Meltem’i arıyorsun?”
“Ona bir şey demem gerekiyor.”
“Söyle ben derim.”
Gülümsedi. “Ben kendim derim, Alyacım. Sen söyle.”
Nefes verdiğimde “Beni takip et.” dedim.
Bir süre bir adım arkamdan yürüdü. Bu durumdan sıkıldım ve duraksadım. Adımlarımız eşitlendiğinde sorar gibi bana bakıyordu. Açıklama yapmak yerine yürümeye devam ettim. ‘’Meltem ile aranızda bir şey mi var?’’
Gözleri büyüdü. “H-hayır canım.”
Sırıttım. “Peki olabilir mi?”
Buna karşılık sırıttı. Serseri gibi. “Bilmem.”
Güverteye çıktığımızda gözlerimi kısıp onları aradım. Güvertenin en uç tarafındaydılar. Hızla o tarafa gittik. Sahra’nın yanına sandalye çekip oturdum. Emre ayaktaydı.
Meltem boş bakışlarını Emre ve benim üzerimizde gezdirdi. Doğruyu söylemek gerekirse bakışlarından ödüm kopmuştu. ‘’Emre seni görmek istedi. Ben de buraya getirdim.’’ dedim. Sesim savunmaya geçmişti.
“Ne konuşacağız?” diye sordu sitemle.
“Bir şey.” Dedi kafasıyla arka tarafı işaret ederken. “İki dakika dedim Meltem.” Sesi resmen emir verir gibiydi.
Meltem oflayarak sandalyesinden kalktı. Normalde, yada ben emir verir gibi konuşsam asla gelmezdi.
Sahra’nın sesiyle irkildim. Beni gösterirken, “Alya.” dedi.
En içten gülümsememi takındığımda, “Evet, ben Alya.” dedim.
Etine dolgun olan kız elimi sıktı ve samimiyetle gülümsedi. “Erva, canım. Memnun oldum.”
“Ben de.”
Diğer kız elini uzattı. “Pelin.”
Gülümsediğimde Sahra’ya baktım. Meltem ve Emre’yi izliyordu.
Bu görüntü tüm sıkıntımı üstümden almıştı. O kadar komiklerdi ki! Tartışıyorlar, ama eller kollar savruluyor, biri gidiyor o peşinden gidiyor. Yüzünü tutuyor. Fazla şirinlerdi.
“Sevgililer mi onlar?” diye sordu Pelin.
Sırıttım. Belki de aynı fikirde olduğum birini bulduğum için seviniyordum. “Hayır.” dedim. “Şimdilik.”
Gülüşmeye başladık. Çok iyi kişilerdi. Daha sonra Erva, “Bir şeyler yapmaya ne dersiniz?” diye sordu.
“Ben gelemem.” dedim. “Gönlünü almam gereken biri var.”
Sahra sırıttı. “Alper mi?”
Başımı salladığımda Pelin, “Birlikte şarkı söylediğiniz kişi mi?” diye sordu.
“Evet.”
Kaşlarını kaldırdığında, “Anladım.” dedi.
Az sonra Meltem masaya geldi. Dalgın görünüyordu ki gerçekten dalgındı. Sandalyesine oturmayı bile unuttu.
“Oturmayı düşünüyor musun?” diye sordu Sahra.
Bir an bizi ilk defa görmüş gibi yüzlerimize baktı. Sonunda silkelenip, “Ah, evet..” diyerek sandalyesine oturdu.
Kulağına eğilip fısıldadım. “Ne dedi?”
Sonra anlatırım, gibisinden bir bakış attı ve kızlara döndü. “Ee? Ne yapıyoruz?”
Sahra kaşlarını çattı. “Ne dedi de böyle canını sıktı?”
“Hiçbir şey canım. Canım sıkkın değil ki!” dedi ve şen bir kahkaha attı. Ve o an anladım; kadınlar dünyanın en profesyonel oyuncularıydı.
Dakikalar sonra karnımın çok acıktığını fark ettim. “Ben kafeterya’ya inip yemek alsam iyi olacak. Aksi şekilde açlıktan öleceğim.” dedim gülerek. Ve sandalyemden kalktım.
“Ben de seninle geleyim.” dedi Meltem. “Biraz daha yemek istiyorum.”
Erva ve Sahra “Bize de alabilir misiniz?” diyince Pelin çıkardığı homurtuyla çok şaşırdığını belli etti.
“Daha ne kadar yiyeceksiniz?!”
“Herkes senin gibi sabahları bir yumurta ile geçiştiremiyormuş demek ki.” dedi Erva. “Bir de bana çok yiyorsun diyordu.” dedi gülerek onu gammazlamak için.
Sahra elini karnına koyarak konuştu. “Keşke seni dinlemeseydim. Tek bir çörek hiç doyurucu değildi.” dedi kendini acındırarak.
Meltem lafa atladı. “Hepimiz naneli çörek yedik, Alya. Sabah kahvaltısı için hiç güzel bir deneyim değildi. Nane ve çörek.” dedi ve öğürür gibi yaptı. Bu sahne gülmemi sağlamıştı.
Gülmekten karnım çatlarken karnımı tutarak zorla olsa da konuşmaya başladım. “Naneli çörek mi varmış?”
“Maalesef.” diye yanıtladı Erva.
“Siz sağlıklı beslenmek nedir bilmiyorsunuz. Yaşınız ilerleyince Obezite olma riskiniz yükselecek.” diye bastırmaya ve kendini haklı çıkarmaya çalışıyordu Pelin.
“Valla ben obez olmaya razıyım.” dedi Meltem. “Yeter ki böyle yemeyeyim.”
“Haydi ama Pelin, bence abartmışsın. Kahvaltıda bir çörek ile doyulmaz ki. Zaten sen de fazla zayıfsın. Yemek yemekten bir şey olmaz.” dedim. Kahkahalarımı bastırırken. Ama olmuyordu. Hıçkırarak gülüyordum.
Evet, bunu yiyip yiyip kilo almayan bir kız söylüyor.
“İyi,” dedi Pelin. “Siz yiyin, ben mutluyum böyle.”
“Peki. Şimdi kim ne istiyor söyleyin.” dedim masaya daha da yaklaşarak.
“Çörek olmasın yeter.” dedi Sahra gülerken.
Meltem ve Erva büyük bir kahkaha kopardı. “Aynen.”
“Hepinize kahvaltı tabağı hazırlatsam?”
“Bana uyar.” dedi Meltem. Ve etrafa onay isteyen bakışlarını attı.
Kızlar onaylayınca, “Tamam.” deyip masadan kalktım. “Gidip şunları alayım yoksa açlıktan öleceğiz.” dedim gülerek.
Hızla güvertenin en ucuna kadar ilerledim ve merdivenlerden aşağı indim. En alt kata vardığımda çok yorulmuştum. Hemen kafeterya sırasına girdim. Önümde en az yirmi kişi vardı. Umarım sıra çabuk gelir diye düşündüm.
Az sonra arkamdan gelen ses fazla tanıdıktı. “Selam.”
Arkama dönüp baktığımda beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Bana fazla garip bakan mavi gözlerini üzerime dikmişti. Tek gözünü kısıyordu. İçim parçalanıyordu. Onunla konuşmak istemiyordum. Yüzüne tükürüp koşarak buradan gitmek istiyordum. Ama bunların hiçbirini yapamadım. Lanet olsun ki sadece, “Selam.” diyebildim.
“Nasılsın?”
Ne? Hala soruyor muydu? “Gayet iyiydim, partiden önce.”
Kaşlarını kaldırdı. “Benden bu kadar çok nefret etmek zorunda mısın?”
“Sence de haklı değil miyim Alp- ıımm.. Aras. Haklı değil miyim?”
“Ah evet. Alper! Çok güzel şarkı söylediniz. Keşke benimle söylediğin şarkıyı seçmeseydin.”
Ne?! Onunla söylediğim şarkı mı? Ah.. Evet. Tabii ya. Bu onun en sevdiği şarkıydı. Nasıl da unutmuştum bunu. Cevap vermedim. Sadece etrafa bakıyordum.
Parmaklarıyla çenemi tutup yüzümü kendisininkine çevirdi. “Hatırlamadın değil mi?” dedi, üzgünlük mü, nefret mi taşıdığını anlayamadığım bir ses tonuyla. “Ama ben çok iyi hatırlıyorum. Orada olduğu gibi heyecanlıydın. Daha heyecanlıydın hatta.. Birlikte şarkı söyleyecektik.” diye açıklama yaptı yumuşak sesiyle.
Alayla baktım gözlerinin içine. “Evet, ben heyecanlıydım. Peki ya sen? Umurunda mıydı?”
“İtiraf etmek gerekirse, hayır.” dedi. Bu itirafı öyle saplanmıştı ki kalbime, öyle sızlatmıştı ki kapanmış yaralarımı.. “Ama o zamanlar seni kaybedersem ne olacağını bilmiyordum. İçimde sana karşı beslediğim duygunun hoşlantı değil, aşk olduğunu bilmiyordum Alya.”
Bu sefer gerçekten büyük atmıştı. Yüzüne bildiğim tüm küfürleri bağırmak istesem de sustum. İnanmış gibi yaparak, “Şimdi ne hissettiğin umurumda değil.” dedim. “O zamanlar umurumdaydı.”
Dişlerini sıktı. İşte, numara yaptığının bir kanıtıydı bu. “Bana bir şans daha ver. Lütfen. Herkes bir şansı hak eder.” dedi.
“Evet, herkes ikinci şansı hak eder. Sadece, doğum gününde ayrılanlar değil.”
“Ben..”
“Sen ne geri zekalı?” diye haykırdım sonunda. “Sen, ne? Ne diyebilirsin? Ne açıklaman var?”
Kısa bir süre açıklama yapmasını bekledim. Hiçbir şey demedi. Sonunda önüme döndüğümde kolumdan tutup çevirdi beni.
“O Aras; salak, düşüncesiz, aptal, kız düşkünü ve bencildi. Ama bu Aras; düşünceli, akıllı, sen düşkünü ve yeterince sencil. Lütfen, sadece bir şans daha. Söz veriyorum sana, pişman olmayacaksın.”
“Ben zaten pişmanım Aras. Ben zaten önceden sana aşık olduğum için pişmanım. Hayatımda böyle berbat bir deneyim yaşadığım için pişmanım. Beni sevmeyen ama benim deliler gibi aşık olduğum birisiyle çıktığım için pişmanım. Bazen düşünüyorum da, ne kadar zavallıymışım ben.” diye karşılık verdim Aras’a. Daha içimde tuttuğum o kadar şey vardı ki, ama bunların hiç birini söylememiştim. Söylediklerim devede kulak kalırdı.
Kaşlarını kaldırdı. “Cidden bu kadar mı üzdüm seni?”
“Evet. Daha fazla üzdün.” Sesimin titrememesi için dua ediyordum. Sonunda sesim gayet acımasız ve nefret dolu çıkmıştı.
Önümdeki son kız da işini halledince Mert’e –kasiyerle önceden tanıştığımız için adını biliyordum- dönüp, “Dört kahvaltı tabağı.” dedim. Bir duraksamadan sonra “Çok acele.” diyince bana dönüp dolaptan çıkarttığı dört kahvaltı tabağını büyük bir tepsiye koydu.
“Al bakalım, Alya.” dedi. Gülümsemiştim. O gün adımı mı söylemiştim ki? Olabilir.
Kocaman tepsiyi elime alıp hızla merdivenlerden çıkmaya başladım.
Güverteye çıktığımda bizimkilerin yanına doğru ilerledim. Tepsiyi masaya bıraktım. Herkes kapıştı. “Saat iki ve biz daha yeni kahvaltı yapıyoruz.” dedi Erva gülerek.
Tabağımı önüme çektiğimde Meltem “Ne oldu yine?” diye sordu. Bilmeye hakkı olduğunu düşündüm.
“Aras ile karşılaştım. Şu an bana çok aşık olduğunu, öncesinden çok ve çok pişman olduğunu zırvaladı.”
Pelin ve Erva olayı anlamamışken, Sahra ve Meltem şok geçiriyorlardı sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMP
Adventure©Tüm telif hakları saklıdır. ♚ WATR Yaz '14 En İyi Macera Hikayesi' 2.si ♚ Bir çift insan topluluğu düşünün. Ne kadar kendi ayaklarının üstünde durabilirler? Telefon, teknoloji, hiçbir şey yokken. Issız bir adada nasıl yaşayabilirler? Ya bir oyun...