32. BÖLÜM > DORA

2.1K 124 14
                                    


   Yanımda duran Emre bir küfür savurdu ve Alper'e baktı. Alper ise gözlerini sabitlemiş ona bakmaktaydı. Ona. Onu öylece yüzüstü bırakıp Amerika'ya giden kişiye. Güneş'e.

   Zar zor aldığım nefesi içime kilitledim. Ona ihtiyacım olacaktı.

   Demir konuşuyordu, benim onu duymuyor olmam normal miydi?

   Sonunda mırıltılar kesildi ve kız bize yaklaşmaya başladı. Emre'nin boynuna atladığında sıkı sıkı sarıldı. "Kardeşim!"

   Emre hala şaşkındı. "Sen Amerika'da değil miydin?"

   Kız Emre'den uzaklaşıp araya biraz mesafe koydu ve neşeli sesinden bir gram ödünç vermeden konuştu. "Döndüm."

   "Ne-den?" dedi emre kekeleyerek.

   Sonunda kız kaşlarını çattı. Bozulmuştu. "Sevinmedin mi?"

   Emre aklındaki düşünceleri savurmak istercesine başını iki yana salladı. "Sevinmez olur muyum hiç." dedi gülümseyerek. Daha sonra başıyla Alper'i gösterdi. "Ama o sevinmeyecek."

   Kız tıslar gibi güldü. "Sevindiririz."

  Güneş Alper'e doğru yürürken Emre onu kolundan tuttu ve kesin bir sesle konuştu. "Ona yaklaşma."

   Güneş Emre'ye döndüğünde şaşkınca kahkaha attı. "N'oluyoruz, Emre? Neden canavarmışım gibi davranıyorsun?"

   "Güneş sen gittin. Bunu unutma. Döndüğünde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bile bile gittin."

   Güneş'in bakışları donmuştu. "Ne demeye çalışıyorsun?"

   "Kardeşimi korumaya çalışıyorum. Yeni toparlandı ve sensiz çok mutlu." dedi Emre kararlılığından ödünç vermeyerek. "Yeni ve iyi bir hayatı var. Ve sensiz bir hayatı."

   "Ya senin Emre?" dedi Güneş umutsuzca Emre'ye bakarak. "Ya senin bensiz bir hayatın var mı?"

   Emre Güneş'in elini bıraktı ve arkasını dönüp yürümeye başladı.

   Ve beni gördü. Benim onları dinlediğimi.

   "Alya!" dedi bana yaklaşırken.

   Ürkekçe dururken, "Neden buraya geldi?" dedim sessizce. Bir ürperti içimden acımasızca geçip gitti. "Alper için mi geldi?"

   "Bilmiyorum, Alya." dedi ve kolumu tutmak için bir hamle yaptı.

   Kolumu çekerek hamlesini etkisiz kıldım. "Onun için geldi değil mi?"

   "Bilmiyorum dedim!" dedi ve bana yaklaşmaya çalıştı. "Ama yapamayacak, güven bana. Ona yaklaşamayacak."

   Güldüm. "Umarım öyle olur, Emre. Umarım öyle olur."

   Ve hızla Alper'in yanına yürüdüm. "Gel, arabaya binelim."

   Bana baktığında kafasını salladı ve sessizce arabaya bindik. Arabada daha birkaç kişi vardı.

   Cam kenarına oturduğumda onu yanıma yerleştirdim. O da oturduğunda bir süre birbirimize baktık.

   Ardından kollarımdan tutup kafamı gövdesine yasladı."Yarışmada zorlandın mı?"

   Güldüm. Beklediğim soru böyle değildi. "Hayır." dedim. "Zaten bir rütbem olduğu için kendimi zorlamıyorum."

   Güldü. "Çağatay çok adi." dedi şaka maksatlı.

   "Yaptığı şey gerçekten adaletsizceydi." dedim gülerek.

   "Pislik.” dedi gülmeye devam ederken.

   Gülerek karnını yumrukladım.

   Sonunda derin bir nefes verdi ve anlımı öptü. "İyi ki varsın."

   Güldüm. "İyi ki varım."

   "Şımarık."

   Sırıtışım daha da genişledi. "Sen şımarttın."

   "İyi ki şımartmışım."

   Derin bir nefes aldım. Güneş gelmiş olabilirdi, ama Alper'i elimden almamıştı ve alamayacaktı. Buna izin vermeyecektim.

   Uzun süre konuştuk Alper'le. Asıl konumuz olmayan, gereksiz laf kalabalıkları yaptık. Gereksiz espriler, şımarıklıklar yaptık ama asıl aklımızı kurcalayan konuları konuşmadık.

   Güneş’i konuşmadık. Ormandaki şehri konuşmadık.

   İkimiz de aslında aynı şeyi düşünürken farklı ve gereksiz şeyler konuştuk.

   Yine boş boş konuşurken Alper’in anlık duraklaması ve ardından hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam etmesi dikkatimden kaçmamıştı. Başımı kaldırıp baktığı yöne baktım.

   Emre, Güneş ve Meltem arabaya biniyorlardı.

   Hiçbir tepki vermeden başımı eski yerine koydum. Oysa ki içimde ne yangınlar vardı.

   Saçımla oynamaya başladığında “Kumral saçlar sarıların yerini çoktan almış.” dedi. Saçlarım diğer insanlara göre çok çok hızlı uzardı. 

   Güldüm. “Hallederiz.”

   “Boyayacak mısın?”

   Gözlerimi kapattım. “Keseceğim.”

   Saçlarımda dans eden parmakları ani sözümle durdular. “Saçmalama.”

   Gülümsedim. “Sadece sarı yerleri.”

   “Saçının yarısını kesmene izin vermeyeceğim.”

   “Alper, kökü bende.”

   “Olmaz!”

   Cevap vermeden gözlerimi kapattım. Kessem ne olacakti ki sanki! Pek kısa da olmayacaktı.

  
   Uyandığımda çadırımda tek başıma yatıyordum.

   Ah! Yanımda minik bir köpek yatıyordu! Yavru olmalıydı. Kahverengiydi ve çok tatlıydı!

   Onu kucağıma aldığımda oynamaya başladım. Bir süre sonra bu küçük varlığı Meltem'in de görmesini istedim ve dışarı çıktım.

   "Meltem!" diye bağırdım etrafıma bakarken. "Şu tatlılığa bak!"

   Sonunda gördüğüm manzara karşısında yavaşladım. Meltem Güneş'i arkadaş edinmişti, ha!

   Meltem'in gözleri benim gözlerime değdiğinde, nedensiz, içim cız etmişti.

   Kaşlarımı kaldırıp olayı çözmeye çalıştım. Güneş güldü. "Bu da çakma sarışınımız mı?" dedi beni yanındaki Emre ve Meltem'e gösterek.

   Kaşlarımı çattım. "Bakıyorum buraya çabuk alışmışsın." dedim ona bakarken. "Ama buradakiler bir ölünün yerini almak için gelen birine sıcak bakmayacaklar."

   Ayağa kalkarken kahkaha attı. "Çakma sarışın dediğime mi kızdın?"

   Sahte bir gülüşle sorusunu cevapsız bırakıp Meltem'e döndüm ve elimdeki köpeği gösterdim. "Mel! Şuna bak!"

   "Gördüm zaten." dedi köpeği severken.

   "Hey!" dedim. "Nerede gördün?"

   Başını kaldırıp Güneş'e baktı ve bana tekrar döndü. Onun duyabileceği bir sesle konuştu. "Alper avlanırken bulmuş, senin için getirdi."

   Yüzümde koca bir sırıtış belirdi. Başımı öne eğdiğimde yanaklarımın cayır cayır yandığını hissediyordum. "Gerçekten mi?"

   "Bir teşekkürü hak etmedi mi?"  dedi göz kırparken.

   "Seni seviyorum." dedim ve köpeğin aramızda sıkışmasına aldırmadan ona sarıldım. "Nerede?"

   Arkamı gösterdi.

   Arkamı dönüp hayatımda gördüğüm en centilmen adamın yüzüne aşkla baktım. "Sen..." dedim gözlerine bakarken. "Bana nasıl bir hediyesin?"

   Gülümsedi ve kollarmın arasında oynaşan köpeği sevdi.

   "Bunu benim demem gerekiyor meleğim."

   Mutluluktan ağlayacak kıvama geldiğimde "Hayır." dedim. "Karşılığı olmadan aldığım tek ve en mükemmel hediyesin. "

   Bana sıkıca sarıldığında köpek havladı.

   "Gel, şuraya oturalım." dediğinde boşta kalan kolumu kavradı ve beni oturma yerimizin oraya götürdü.

   Oturduğumuzda köpeği elimden aldı ve kucağına koydu. "Adını ne koyalım bu mükemmel varlığın?"

  Sırıttım. "Mükemmel?"

   Kahkaha attı. "Saçmalama."

   "Peki..." dedim ve düşünmeye başladım. "Hira?"

   "Dora."

   Gülümsedim. "Dora."

   Güldü ve Dora'yla oynamaya başladı.

   Gülerken... O kadar güzeldi ki.

   Hava soğumuştu ve gün batımı yaklaşıyordu. Herkes yavaş yavaş ateşin etrafına doluşurken Alper Dora'yı elime tutuşturdu. "Ben gidip ikimize hırka alayım."

   "Tamam sevgilim." dedim gülümserken. O yanımdan gittiğimde Dora'yı sevmeye devam ettim. Küçük köpek o kadar tatlıydı ki, alıp ciğerime sokasım gelmişti. Kahverengi tüyleri yumşacıktı. Simsiyah, kocaman gözleri vardı. Belki de yeni doğmuştu. O kadar küçüktü ki!

   Esen soğuk rüzgar, içimi titretmişti. Ateş yeni yakılmıştı. Oturduğum kütüğü ateşe biraz daha yaklaştırdığımda yanımda bir ses duydum.

   Kafamı çevirip baktığımda bu kişinin Güneş olduğunu fark etmiştim. Allah'ım, tam da her şey düzelmişken, bu kız nereden çıkmıştı?

   "Yanın boş mu?"

   "Alper'in yeri." dedim boş bakan gözlerine bakarken.

   "Hı?" dedi ilk ve bir süre sessizce durdu. "Taner mi?"

   Gözlerimi yumdum. Ona Taner denmesinden nefret ediyordum. "Evet."

   Güldü ve yanıma oturdu. "O gelmeden giderim." Gülümsemesi bile o kadar sahteydi ki!

   Cevap vermeden Dora'yla ilgilenmeye devam ettim.

   Beni süzdüğünü hissettiğimde "Taner." dedi. "Senin harcın değil."

   Hiç oralı olmadım. "Sen onu kaldıramazsın." dedi tekrar.

   Mizahtan yoksun kahkaham etrafı sardı. "Senin derdin ne?" diye sordum sessizce. "Onu yüzüstü bırakıp giden sen değil miydin? Şimdi dönme gibi bir şansın yok."

   "Ama döndüm." diye karşılık verdi zehir saçan sesiyle.

   Başımı salladım. "Peki sence hala eski Güneş misin onlar için?"

   Donup kalmıştı. Saniyelerce öylece yüzüme baktı. Güldüm.

   Sonunda bir sır verirmişçesine yaklaştı. "Fazla zorluyorsun çakma sarışın." dedi. "Alper'den uzaklaşmazsan her şeyini alırım. En yakın arkadaşına kadar."

   Dora kendinden beklenemeyecek şekilde havladı. Bunu ikimiz de umursamamıştık.

   Gözlerinin içine baktım. "Komik."

   Kahkaha attı. "Göreceğiz."

   Göz devirip Dora ile ilgilenmeye devam ettim. Tüyleri diken diken olmuştu. "Annesinin meleği." dedim onu severken. "Nasıl da sevmedi benim sevmediğimi!" Güldüm. "Şeytan olduğunu sen de hissetin değil mi kuzum?"

   Alper'in gülme sesiyle irkildim. "O bir köpek, birtanem. Sana cevap veremez."

   Gülümsedim ve uzattığı hırkayı giyidim. Sonra aklıma gelen dahiyane bir fikirle Dora'yı da hırkanın içine sokup, başını dışarıda bırakacak şekilde fermuarı çektim. Şimdi ikimiz de ısınabilirdik!

   "Kimmiş şeytan olan?" diye sorduğunda başımı ona çevirdim.

   "Kimse."

   Kaşlarını kaldırarak sorusuna yanıt bekledi.

   Çınar ikimizin yemeğini getirince ona teşekkür ettik. "Yine mi balık!"

   Güldü. "Avlayacak hayvan bulamadık bugün. Muhtemelen soğuktan korunmak için yuvalarına saklanmışlardır."

   Göz devirerek yemeğimi bitirdim. "Dora nerede kalacak?"

   "Emre'nin köpeklerle pek arası yok. sizin çadırda kalabilir mi?"

   Kaşlarımı kaldırdım. "Olabilir."

   Meltem adımı bağırdığında ateşin öbür tarafındaki yüzüne baktım. "Şişe çevirmece oynayacağız! Gelin!"

   "Süper!" dedim ve hızla yerimden kalktıktan sonra Alper'in uyuşukça kalışını izledim. "Ya oyalanmasana!"

   O da kalktiğında bir elimle Alper'in elini, bir elimle Dora'yı tutarak Meltem'lerin yanına yürüdüm.

   Çemberin içine karıştık. Alper yanımda oturduğu için ona sorma gibi bir şansım olmayacaktı.

   Güneşin yanında oturmasından iyidir?

   İyidir iç ses iyidir.

   Emre şişeyi çevirdiğinde soru ucu Alper'e, cevap ucu Meltem'e gelmişti. Alper sırıttı. "Doğruluk mu, cesaretlilik mi?"

   "Doğruluk."

   Alper'in sırıtışı daha da büyüdü. "Sonuna kadar doğru olacağına söz veriyor musun?"

   Meltem'in Alper'e bakışları o kadar düşmancaydı ki, ne soracağını cidden merak etmiştim. "Söz." dedi sonunda Meltem dişlerini sıkarken.

   "En değer verdiğin insanlardan bir şeyler saklar mısın?"

   Meltem tuttuğu nefesini rahatlarmışcasına verdi. "Değer veriğim insanların mutluluğu benim için her zaman önde gelir. Eğer mutlu olmaları için bir şeyler saklamam gerekiyorsa tereddüt etmem, saklarım."

   Alper güldü. "Şişeyi çevir."

  Alper neden böyle bir soru sormuştu? Ya da Meltem kimden ne saklıyordu?

   Meltem şişeyi çevirdiğinde soru ucu bana, cevap ucu Güneş'e gelmişti. Gülümsedim. Soracağım soru belliydi.

   "Doğruluk mu, cesaretlilik mi?"

   "Cesaret." Neden cesaret? Hayır yani neden? Doğruluk desen ölür müsün?

   Sinsi bir plan düşünmeye çalıştım ve aklıma gelen dahiyane fikir karşısında kendimi alkışlamak istedim.

   "Kolunu ateşe tut." dedim. "Ateşe karşı ne kadar dayanıklısın merak ediyorum."

   Çoğu kişi itiraz sesleri çıkardı. "Alya." diye uyardı Senem. "Kendine zarar vermesini istiyorsun."

   Ellerimi masumca havaya kaldırıp, "Cesaret." dedim.

   Güneş güldü. "Güneş bir ateş parçasıdır." dedi. "Ben bir ateşim tatlım. Kendi parçamdan korkmam."

   Ayağa kalktı ve ateşe doğru yürüdü. Kolunu ateşe yaklaştırdığı anda Emre onun kolunu yakalayıp onu ateşten uzaklaştırdı.

   "Yapacağım." dedi Güneş ondan kurtulmaya çalışırken. "Bırak."

   Güldüm. "Yapamaz, Emre."

   Emre "Alya!" diye bağırdı. "Yapmayacak!"

   Alper bana baktığında yüzündeki ifadeyi çözemedim.

   Sonunda Emre onu bıraktı. "Eğer kendine zarar verirsen azıcık kalmış arkadaşlığımızı da kaybedersin."

    Güneş bir süre Emre'nin yüzüne baktıktan sonra yerine geri oturdu. Bu daha da gülümsememi sağlamıştı.

   "Çevir." dedim buz gibi bir sesle.


--------------------------

TATATAM! GÜNEŞ BOMBA GİBİ GELDİ, HA!

SİZE BİR FİKİR DANIŞMAK İSTİYORUM. OKUYUCULARIMIN HİÇBİRİNİ TANIMIYOR OLMAK BENİ ÜZÜYOR. WHATSAPP GRUBU KURSAK GELİR MİSİNİZ? ŞU AN KESİN BİR ŞEY YOK, AMA KURARSAK GELECEK OLANLAR BANA MESAJ YOLUYLA OLAŞABİLİR Mİ? TEŞEKKÜR LER ŞİMDİDENN :3


VEEEE İYİ TATİLLEEEERRR!

KAMPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin