Dudağımı dişlemeye devam ettim. Böyle giderse kanaması an meselesiydi. Gruplara ayrılmıştık ve ben kırmızı grubun 8. kişisiydim. On olmadığım için Allah’ıma şükrediyordum!
Grubumuz her zamanki gibi Yekta, Meltem, Emre, Alper, Sahra, Çağatay, Talha, Sanem, Pelin ve benden oluşuyordu.
Ve zaman gelmişti. Başlama düdüğü çalındı. Yekta ve Giray koşmaya başladı. Etrafta öylece zarfı aradılar. İlk Giray buldu ve 2. durağa götürdü. Koray ile birlikte zarfı açmaya başladıklarında Yekta 2. durağa, Sanem’in yanına yeni varmıştı. Zarfı açtılar ve okumaya başladılar. Şans o ki, Koray ile Sanem aynı anda koşmaya başladılar.
Nereye koştukları hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Ve Sanem göle atladı. Yüzdü ve kayalığın arasından bir zarf çıkarttı. O sırada Koray çalılıkların arasında debeleniyordu.
Sanem 3. durağa doğru koşmaya başladığında Koray da ona yetişmeye çalışırcasına koşuyordu. Sanem Talha’nın yanına yaklaştığında kaya parçasına takılıp düşmüştü. O sırada Koray daha da hızlandı ve zarfı Begüm’e verdi.
Talha Sanem’in kalkamayacağını anladığı sırada yanına gidip zarfı elinden aldı. Onu yerden kaldıracakken "Dokunma." diye bağırdı Sanem. "Zarfı aç!"
Talha da buna uyarak zarfı açtı. Beş dakikadan fazla bir süre zarfında düşündü. Bu sürede Begüm koşmaya başlamıştı bile. Talha zarfı yere fırlatıp koşmaya başladığında Begüm bir direğe tırmanıyordu.
Gözlerimi kapattım. Sıra bana gelene kadar toparlanmalıydım.
"Alya!" Meltem bana doğru koşarken adımı bağırdı. Elindeki mavi zarfı bana verdi ve durup soluklandı. O arada ben de titreyen ellerimle zarfı açmaya çalışıyordum.
Açtığımda ikimiz de içinden çıkan kağıttaki yazıları okuduk
"Yaşadığınız yerde kral,
İleriki hayatınızda soytarı."
Pekâla, her zaman korkutucu şeyler yazmak zorunda mıydı?
Meltem’e baktığımda bakışlarını sabitlemiş düşünüyordu.
Yaşadığımız yer? Ormandı. Ormanların kralı kimdi peki? "Aslan!" diye mırıldandım.
Oha.
Etrafıma baktığımda aylak aylak gezinen bir aslan görmemeyi umuyordum.
Gördüğüm şeye karşılık bacaklarıma koş emri vermeden koşmaya başlamıştım bile. Kafes içinde bir aslan.
Pekala, ne kadar zor olabilirdi ki? Küçük bir kafesin içinde bir zarf bulacaktım o kadar.
Kafesin önünde durduğumda yutkundum. Aslan uyuyordu. Kafesin kapısını ittirerek açtım. İlk başta kapıdan zarfın nerede olduğuna bakmaya çalıştım. Pekala, görünürde yoktu.
Yürümeye başladım. Her üç adımımda bir aslan kükrüyor, sonra susuyordu. Korkudan tir tir titriyordum.
Sonunda kırmızı renkli zarfı görmüştüm. Aslanın altında! Evet, aslan onun üstünde yatıyordu.
Ağladığımı fark ettiğimde aslan ile aramızda 50 santim kalmıştı. "Haydi," diye fısdıldadım. "Ver şunu."
Ve tekrar kükrediğinde ağzımdan kocaman bir hıçkırık kaçtı. Ve o an, daha önce yapmadığı şeyi yaptı: Ayağa kalktı.
Gözlerimin yuvalarından çıkacağını hissettim. Konuşsaydı bu kadar şaşırmazdım galiba.
Üstüme geldiğinde koşmaya başladım, ters yöne. Evet, salak gibi kapının aksine koşmuştum
Ben koşuyordum, o ise yavaşça bana doğru yürüyordu. Bir adımı benim on adımıma eşdeğerdi.
Sırtım demirlere değdiğinde yutkundum. Siktir.
Aslanın kükremesi de bir olmuştu tabii.
Aklıma gelen bir fikirle hıçkırıklarla ağlarken gülümsemeyi başardım. Bu oyunu yöneten o değildi, bendim. Normal olan benim zarfı almamdı; zor olanın da onun beni engellemesi olmalıydı.
Gözüme zarfı kestirdiğimde koşmaya başladım. Zarfı aldığımda kükreyerek bana yaklaştı. Bu kükreme diğerlerine benzemiyordu.
Hızımı azaltmadan kapıya koştum. Kapı kapalıydı! Allah’ım, bir kere bana gülümse.
Aslan bana yaklaştığında artık kükremiyor, resmen anırıyordu.
Ellerimle arkamda duran kapıyı açmaya çalışırken yüzüm ona dönüktü. Bir kere daha kükredi. Sonunda dayanamayıp o meşhur çığlığımı atmıştım bile.
Çığlığımla bir an duraksadı, ve yere yattı. Teşekkürler, Allah’ım.
Kapıyı açıp koşmaya başladım. Soluma baktığımda Miray’ı görememiştim.
Arkamdan yediğim darbeyle önüme savrulduğumda kendini göstermişti bile. Beni itmişti. Aslan misali kükreyip yerden kalktığımda son hızla koşmaya başladım. Bacağım çok acıyordu, kırılmış bile olabilirdi. Ama bu içimdeki ateşi söndürmek yerine filizlendi.
Miray ile aynı mesafeye geldiğimizde güldüm ve daha da hızlandım. Onu arkamda bırakmayı başarmıştım.
9. durağa geldiğimde durdum. Zarfı Alper’e verip yere oturdum. Bilmeceyi kendi de çözebilirdi.
Bir dakika geçmeden "Salıncak." diye fısıldayıp koşmaya başladı. O koşmaya başladığında ben de yere yatıp ağlamaya başlamıştım. Bacağım çok acıyordu.
Gözlerimi Mel'in dürmesiyle açmıştım. Ağlayarak bana sarıldı. Doğrulduğumda "Neden ağlıyorsun?" diye sordum.
"Kazandık." diye bağırdı. Gülümsedim. O kadar adrenaline kazanmasaydık üzülürdüm.
Beni bırakıp yanıma yattı. Gülümseyip gözlerimi kapattım. Yanıma birinin daha yattığını fark etsem de açmadım gözlerimi.
"Haydi!" sesiyle gözlerimi açtım. "Bu kadar dinlenmek yeter."
Bu Demir’di.
Doğrulduğumda sağa ve sola bakmam gülümsememi sağladı. Onumuz da yan yana yatmıştık. Kimileri uyumuştu bile. İki yanımdaki kızlara baktım. İki kız kardeşime. Sahra ve Mel'e.
“Ayağa kalkın.”
Bir dakika sonra onumuz da suç işleyen çocukların babalarının karşısındaki duruşu gibi Demir’in karşısına dizilmiştik. Eller önde birleşmiş, ayak yerde şekiller çizer, baş aşağıda.
“Pes eden bir adım öne çıksın.”
Etrafıma baktım. Ben öne çıkmamıştım.
Sonunda Pelin bir adım öne çıktı.
"Pelin, oyun dışı." dedi Demir otoriter bir sesle ve ardından Pelin kaybedenler tarafına yürümeye başladı.
"Gruplara ayrılın." dediğinde Mel beni kolumdan çekti.
“Alya, ben, Alper ve Emre.”
Yekta’nın hayal kırıklığı bakışlarından okunabiliyordu. Başımı öne eğdim.
Yekta elini kaldırıp, "Sanem, ben, Sahra ve Çağatay." dedi.
Demir kaşlarını kaldırıp, "Oyun başlasın." dedi.
Herkes yerine yerleştiğinde düdük çaldı.
*
Yarışma sonucunda epey yorulmuştum. Kazanan Alper ve Mel olmuştu. Yekta’ları takımı kaybetmiş, sonra biz ikiye bölünmüştük. Nasıl oldu bilmiyorum, Alper’le Mel, Emre’yle de ben grup olmuştuk ve onlar yenmişti.
Ve adaya geldiğimizden beri susmuyorlardı!
Bir kız çığlığı duyduğumda çadırdan dışarı çıktım. Yine kim kavga ediyordu?
Karşımda duran manzara beni şaşırtmamıştı. Can’la Alper tartışıyorlardı.
Yürümeye başlayıp, kalabalığa karıştım. Mel’iı bulduğumda onun yanında durdum.
Bakışlarımla 'Noluyor?' dedikten sonra kulağıma eğilip "Kavga ediyorlar." dedi.
“Hadi canım!” diye bağırdığımda göz devirdi.
"Alper garip davranıyor. Sanki.. kendisi değilmiş gibi." dediğinde bakışlarını çevirdi ve ellerini boynuna götürdü.
“Nasıl kendisi gibi değil?”
"Şu bakışlara bak." dedi. "Onu öldürecek gibi davranıyor."
'Yani?' der gibi baktığımda "Bilmiyorum." dedi. "Normalde Alper sorunu bu kadar büyütmezdi. Şimdi.. Ah, bilmiyorum."
Karşımda kavga eden Alper’e baktım. Bağırıp çağırıyor, hırsını alamayınca Can'ın omzuna bir yumruk geçiriyordu.
Göz devirip yanına yürüdüm. Kolunu tuttuğumda bana döndü. “Ne yapıyorsun?”
Bu soruma karşılık attığı bakış kendimi salak gibi hissetmeme neden olsa da pes etmedim. "Sakin olur musun lütfen? Gel sakin bir yere geçelim."
Tek hamlede kolunu kurtardığında bakakalmıştım. "Sakin falan olamam." diye savurdu yüzüme öfkesini.
Yutkundum. Pekâla, ses tonu beni fazlasıyla korkutmuştu. Etrafıma baktım. Emre’nin bakışları korku doluydu. "Kendine gel." dedi Meltem. "Bu sen değilsin."
Alayla sırıttı Alper. "Ben tam da buyum." dedi. Emre’ye baktığında kaşlarını çatıp, "Kusura bakma kardeşim, sözümü tutamayacağım."
“Ne sözü? Neler oluyor?” diye sordum merakla.
Emre, Alper’e yaklaşıp kolunu tuttu. "Alper." dedi uyarıcı bir ses tonuyla.
“Emre!” diye kükredi Alper. "Denedik, ve gördük. Bu dünyada sen iyi olursan başına çıkarlar. İyi birisi olmak bana bir şey kazandırmadı kardeşim. Artık kendim olacağım."
"Kendim olacağım da ne demek?" diye sordum. "Ne saçmalıyorsunuz siz?"
“Alya, sus." dedi Emre bana döndüğünde telaşlı bir sesle. Sonra Alper’e döndü. "İki dakika konuşalım." dedi dişlerini sıkarak.
Ve Alper’i kolundan tutup bizden uzaklaştırdı.
O iki dakika boyunca kalabalık dağılmış, biz bize kalmıştık. Ve o iki dakika iki yıl gibi geçti.
Alper yanımıza geldiğinde ateşi yakmak için uğraştı. Emre de hiçbir şey yokmuş gibi devam etti. Yekta bana olayı anlamak istercesine bakıyordu. Ben de bilmiyorum ki Yek!
Alper’in yanına oturdum. "Kendim olacağım ne demek?" diye sordum bir çocuk gibi, korkakça.
Başını kaldırdığında alaylı bakışları arasında mahsur kalmıştım. "Ne demek biliyor musun küçük kız?" NE? KÜÇÜK KIZ? "Kendim olacağım demek, önceki Alper ben değildim demek."
Kaşlarımı çattım. “Nasıl sen değildin?”
"Şöyle canım, Emre ile buraya gelmeden önce daha iyi insanlar olacağımız için birbirimize söz vermiştik. Yani yeni bir başlangıç yapacaktım. Artık 'Taner' değil de, 'Alper Erez’ olacaktım. Ve oldum da. Ama insanlar bunun bokunu çıkarmasını iyi biliyorlar."
Kaslarım donmuştu. Dediklerine bir tepki vermemekte direniyorlardı. Daha doğrusu dediği şeyleri anlayamamıştım bile!
Gözlerini devirdi. "Anlayamadın değil mi?" dedi. "İyi insanlar neden hep mutsuz olurlar Alya?"
“Ne-neden?”
"İnsanlar çok adi varlıklar. İyi niyetini görünce dibine kadar sömürürler. Ben buradayken hep iyi davrandım. Ve her zaman iyi niyetim kullanıldı. Her konuda. Ama artık öyle davranmayacağım. Artık eskisi gibi davranacağım."
Gözlerim yuvalarından çıkmak istercesine fırıldıyorlardı. 'Alya, ben Gay’im.' deseydi daha az şaşırırdım galiba. "Eskiden nasıldın?"
Yine o alaylı bakışlar altında eziliyordum. "Böyle."
“Ah.”
Kaşlarını yukarı kaldırdığında diyecek bir şey bulamadım ve ayağa kalkıp yürümeye başladım. Dediklerini sindirmeye çalışıyordum ama bir türlü beceremiyordum. Yeni bir başlangıç, iyi niyet, çok saçma! Kafam kelimeleri çözümlemek yerine topaklamayı tercih ediyordu. Her ne kadar o topağı çöpe atmak istesem de, bu sefer işi kurcalamalıydım.
Ah, belki biraz içini döktükten sonra.
Önümde duran Yekta’ya koşarak sarıldım. Beni kucakladığında şaşırmıştı. "İyi misin?" diye sordu sakince.
“Değilim.”
Beni kollarımdan tutup kendinden ayırdı. Yüzüme baktığında "Ah," diye bir ses çıkarıp kollarını küçük vücuduma tekrar sardı ve başımı boynuna gömmeme izin verdi. Sinirden ağlayabilirdim! Burnumun kızardığına eminim.
"Yine benim meleğimi kim üzdü?" diye sordu babacan bir ses tonuyla. Bu gülümsememi sağlamıştı.
Cevap vermek yerine kollarımı ona daha çok sardığımda saçlarımdan öptü.
Yüzüme bakıp, "Yatmak ister misin?" dediğinde başımı salladım ve ardından çadırıma doğru yürümeye başladık.
Çadıra girdiğimde, uyandığım zaman toplamadığım uyku tulumumun içine girmektense üstüne yattım. Yekta bana bakarken yana kayıp, yanıma yatmasını işaret ettim.
Gülümseyip yanıma yerleşti. İkimiz de sırt üstü yatıyor, birbirimize bakmıyorduk.
Bu sessizliğe katlanamayıp Alper’in dediklerinden yola çıkarak konuşmaya başladım. "İnsanlar çok adiler, Yek."
Yüzünü görmesem de kaşlarını çattığını hissedebiliyordum. "Nasıl bir adilikten bahsediyorsun, Melek?"
"Herkes değişiyor." dedim. "Sevdim diyen gidiyor. Gelen illa değişiyor…"
Güldü. "Şair mi olmaya karar verdin?"
"Öyle deme Yek. Yoruldum ben. 'Acaba bu gerçekten böyle biri mi, yoksa gördüğümüz sadece maskesi mi?' diye düşünmekten yoruldum."
“Kim değişiyor mesela?”
"Alper." dedim. "Baksana haline. Aslında bambaşka biriyken bize kendini nasıl tanıtmış! Nasıl sevdirmiş kendini! Olmadığı bir insan gibi davranmış!"
"Sakin ol, Melek." dedi ve bana döndü. Saçlarımı düzeltti. "Her şey yoluna girecek."
Arkamı döndüm. “Girmeyecek, Yek”
Kollarını belime sardı ve çenesini başımın üstüne koydu. "Sanem’e çıkma teklifi ettim."
Kaşlarımı kaldırdım. “Peki o ne dedi?”
Bir süre sustu. Hiçbir şey demeden bekledi. Nefesini bıraktığında, "Başka birini sevdiğini ve bana arkadaş olarak değer verdiğini söyledi."
Gözlerimi yumduğumda yüzümü buruşturdum. Sevdiği kişi Aras’tı. "Bence..." diye başladım.
"Teselli etmeni beklemiyorum, Alya." dedi.
"Seni hak etmiyor." dedim. "Tiki kızlara benziyordu zaten."
Kıkırdadı. “Öyle deme.”
“Ama öyle.”
“Değil.”
"Hı-hı evet değil." dediğimde güldü.
“Çok konuşma.”
Kahkaha attığımda "Hadi ya!" dedim.
“Evet, melekler çok konuşmazlar.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMP
Adventure©Tüm telif hakları saklıdır. ♚ WATR Yaz '14 En İyi Macera Hikayesi' 2.si ♚ Bir çift insan topluluğu düşünün. Ne kadar kendi ayaklarının üstünde durabilirler? Telefon, teknoloji, hiçbir şey yokken. Issız bir adada nasıl yaşayabilirler? Ya bir oyun...