Demir herkesi büyük ağacın çevresinde toplamıştı. Demir’in etrafında bir çember oluşturduk. Adam yine profesyonel olduğu işi yapmaya başladı. Konuşmak. “Evet çocuklar, belki fark etmişsinizdir. Telefonlar çekmiyor. İki ay telefonsuz yaşayabileceğinizi umuyoruz. Her neyse, kimse çadırlarını uzağa kurmuyor. Kaybolursanız kötü şeyler olabilir.” gibi şeyler söylemeye başladı. Ne kadar da kolay söylüyordu! Telefonlar çekmiyormuş ha?! Lanetler okuyarak etrafıma bakındım. Birkaç kişi dışında herkes sadece söyleniyordu. Sözünü bitirince çadırına girdi ve herkes yavaş yavaş dağıldı. Alper’in gözü hala Aras’daydı. Aras’ınki de onda. Daha fazla bakışmalarına izin vermeden kolundan tutup onu çektim. Gidip ateşe yakın bir kayanın üstüne oturduk. Hala soğuk gibiydi. Yanına sokuldum. Kollarıyla beni sarmıştı. Hava kararmıştı. Ateşi izliyorduk.
“Senden neden vazgeçemiyorum anlamıyorum.” dedi. Gözleri hala ateşteydi. “Başkası olsa ayrılırdım. Ama sende bunu yapamıyorum. Yaralarıma iyi geliyorsun. Seni neden bırakamıyorum Alya? Bu kadar sürede neden vazgeçilmez oldun benim için? Seni o şerefsizle gördüğümde dünyam başıma yıkıldı. Ne yaptığınızı hala bilmiyorum ama sana inanmak istiyorum. Sana güvendiğimden sesimi çıkarmıyorum. Lütfen güvenimi boşa çıkarma Alya.”
“Beni sevdiğine inanamıyorum. Güneş gibi güçlü bir kızdan sonra benim gibi cılız bir kız..” derken sözümü kesti.
“Sen cılız değilsin! Ve.. kendini Güneş’le karşılaştırmayı kes. O gitmeyi seçti. Buradan giderken benim kalbimden de gitmeyi kabul etti.”
Güneş ve Alper.. Pardon; Güneş ve Taner. Güneş Taner’in eski ve tek sevgilisiydi. Her şeyden çok ona değer verdiği, onu önemsediği söylenirdi. Aşklarının çok büyük olduğu vesaire. Aynı çetedenlermiş söylenildiği üzere. Yılmaz Ay’ın manevi kızıymış. 4 yıl geçirmişler birlikte. Ve sadece 3-4 ay önce Güneş onu ve Türkiye’yi terk etmiş. Amerika’ya taşınmış.
Başımı sallamakla yetindim. “Ben gitmeyeceğim.” dedim gülümseyerek. “Aras benim için bir şey ifade etmiyor, sen ediyorsun.”
Gülümsemekle yetindi.
-------------------------------------------
Uyandığımda uyku tulumunun içindeydim. Soluma baktığımda Meltem’in uyuduğunu gördüm. Dışarıda bağırıyorlardı. Tulumun içinden çıktıktan sonra onu toplayıp çantanın içine koydum ve çadırdan dışarı çıktım. Gemi ortalıkta yoktu! Ama nasıl olur? Acaba 2 ay sonra geri mi gelecekti? Yok canım. Önümden Çağatay geçiyordu. Kolundan tutup durdurdum. “Hey, Çağatay. Gemi nerede?”
Gözlerini devirdi. “Bilmiyorum. Kimse bilmiyor Demir’in çadırı da ortalıkta yok,” derken etrafıma baktım. Evet. On tane çadır vardı. On bir olması gerekirdi.
“Ne? Nasıl olur? Ne olacak şimdi?” diye soruları sıraladım arka arkaya. Bizi bırakıp gitmiş olabilirler miydi? Ama neden böyle bir şey yapsınlar ki?
“Sakin ol Alya. Öğreneceğiz.” dedi.
“Başka kimler bunun farkında?”
“Sen, ben ve iki tane kız. İsimleri Begüm ve Miray sanırsam.” Gülümsemeden edemedim.
“İsimlerini bilmiyor musun?” diye sordum sırıtırken.
“Bilmek zorunda mıyım?” hafiften gülümsemişti.
“Birileri bizi bulana kadar burada kalacağımızı düşünürsek, evet,” dedim. Gülümsemem solmuştu. Onunki de.
“Ne yapacağız?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMP
Adventure©Tüm telif hakları saklıdır. ♚ WATR Yaz '14 En İyi Macera Hikayesi' 2.si ♚ Bir çift insan topluluğu düşünün. Ne kadar kendi ayaklarının üstünde durabilirler? Telefon, teknoloji, hiçbir şey yokken. Issız bir adada nasıl yaşayabilirler? Ya bir oyun...