Kafeteryadaki masalardan birine yerleştik. Hasırdan masa ve sandalyeler vardı. Sandalyelerin üstünde eskitilmiş çiçek desenli kumaştan minderler yerleştirilmişti. Masa, kare şeklindeydi. Üstüne sandalyenin minderinin kumaşından bir örtü örtülmüştü ve üzerine cam kapatılmıştı. Bu dizaynlar etrafa gayet hoş bir görünüm saçıyordu.
Etrafı inceliyordum. Etrafta oturan insanları, çalışanları, kafeteryayı. Alper’i, Emre’yi. İkisinin de sert kasları vardı. Zamanlarının büyük kısmını spor salonunda geçirdikleri barizdi. Meltem etkilenmiş görünüyordu. Emre tam onun hayalindeki kişi olmasa bile onun hoşuna gidebilecek biriydi.
Alper masadan kalktığında sparişleri aklına kaydederek büfeye yürüdü.Alper gittikten sonra Emre ortaya konuşuyormuş gibi “Sıkı çocuk değil mi?” dedi. Ama ortaya konuşmuyordu. Bana konuşuyordu.
Meltem, ilgilenmediğini belli ederek omuz silkti. “Hoş çocuk.”
Emre, “Ya sen Ayla?” diye soruyu bana yöneltti. “Sen ne düşünüyorsun?”
Yapmacık bir şekilde gülümsedim. “Allah sahibine bağışlasın.”
Emre ve Meltem kaşlarını havaya kaldırarak beni süzdüler. Farkında değilmişim gibi davrandım. Emre bana Alper’in hakkında ne düşündüğümü soruyorsa, Alper ona benden bahsetmiş olmalıydı. Acaba ne diye bahsetti? Güzel mi? Sümsüğün teki mi? Umursuyor muydum? Hayır!
Tekrar etrafa baktığımda Meltem bana bakıyordu. Güldü, "Alper tam sana göre bir çocuk. Seni tanıyorum ve ondan etkilenmemen-" masanın altından sivri topuklumu ayağına bastırdığımda inledi. Canın yandığı belliydi. Ama ona o cümleyi tamamlatmayacaktım. “Haydi ama!” dedi. Yine bir topuk darbesi. Yeni bir inleme. “Sen bilirsin, cadı.” dedi. Sustu ve önüne döndü. Pes ettiği beliydi. Bence de pes etmeliydi.
Emre kahkahalarla gülerken, “Bırak da cümlesini tamamlasın.” dedi. Tamamlamasa da anlamıştı zaten!
Ona pis bakışlarımdan birini yolladım.
“Vay canına, bana öyle bakma lütfen. İçim dondu.” Ses tonu, yüzündeki alaycı gülümsemeyi yok ediyordu. Meltem’e döndü ve gözlerini kısarak, “Hep böyle huysuz mu?” dedi.
Doğruldum. “Tatlım, ben köpek yavrusu değilim.”
“Öyle demek istememiştim.”
Sinirden yüzüm kızarmıştı. Titreyen ellerimi masanın altına gizledim ve Alper gelene kadar onlarla uğraştım.
Başımı kaldırdığımda Alper’in yanımızda olduğunu gördüm. “Birazdan gelecek.” dedi. Yerine -karşıma- yerleşti ve bizi süzdü. Sinirden kızarmış yüzümü ve titrettiğim bacağımı gördüğünde “Ne kaçırdım?” diye devam ettirdi cümlesini yeni bir soruyla.
Arkadaşının beni sinir etmesi dışında, hiçbir şey.
Emre soruya gülerek yanıt verdi: “Hiçbir şey.”
Az sonra çöreklerimiz ve içeceklerimiz gelmişti. Kahvemi ve üzerinde çikolata parçacıkları serpilmiş iki çöreğimi yanıma çektim. Alper’e teşekkür ettim ve kahvemden bir yudum aldım. Sıcak, dilimi yakmıştı. Hızla fincanı masaya bıraktığımda herkesin bakışları bana çevrilmişti.
Bundan daha utanç verici ne yaşayabilirim?
“Fazla sıcaktı da.” diye bir açıklama yapmaya çalıştım. Rezil olmuştum bile. Yüzümün kızardığını hissedebiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMP
Adventure©Tüm telif hakları saklıdır. ♚ WATR Yaz '14 En İyi Macera Hikayesi' 2.si ♚ Bir çift insan topluluğu düşünün. Ne kadar kendi ayaklarının üstünde durabilirler? Telefon, teknoloji, hiçbir şey yokken. Issız bir adada nasıl yaşayabilirler? Ya bir oyun...