SLİWER WİND.
Gemiyi gördüğümde gülümseyip Meltem’i kolundan çekiştirmeye başladım. “Gidelim.”
Bu devasa bir gemiydi. En iyi telaffuzuyla ağzımızın suları akmıştı. Hiç vakit geçirmeden hemen gemiye bindik.
Zarfı içeride suratıma bön bön bakan güvenlik görevlilerinden birine uzattım.
“524 numaralı oda hanımefendi.” dedi görevli. “Saat sekizde konferans salonunda olmanız gerekiyor. Demir bey size turumuzu anlatacak.” Görevli esmer, kel, kilolu bir adamdı. İşini zevkle yapmadığı her halinden belliydi. Krem rengi gömleği bedenine yapışmıştı ve lacivert kravat takıyordu.
Meltem’in beni çekiştirmesiyle yukarı, odamıza çıktığımız gibi bavullarımızı yatağın üstüne açtık ve dolabı bölüştük. Kıyafetlerimizi yerleştirip kafeteryaya indik.
Bar sandalyelerinden birine yerleştiğimde Meltem de yanımdakine oturdu. Çalışan çocuk –epey yakışıklı çocuk- ne istediğimizi sordu.
“Kola.” dedim gülümseyerek.
“Ya siz?” diye sordu Meltem’e dönerek.
Meltem irkilip önüne baktığında kaşlarını kaldırmıştı. “Adın ne?” diye sorduğunda gülmemek için dudağımı ısırmaya başlamıştım.
“Mert.” dedi çalışan çocuk gülümseyerek. “Ne içersin?”
Meltem, “Ne önerirsin?” diye önüne eğilip Mert denen çocuğa daha da yaklaştığında kusabilirdim.
“Odadayım.” deyip yerimden kalktığımda Meltem sadece “Hı-hı” gibisinden bir ses çıkartmıştı.
Canım arkadaşım!
Merdivenleri tırmanarak odanın kapısına geldiğimde elimi cebime atıp anahtarı çıkardım ve kilide soktum.
Maalesef ki çeviremeden birinin çarpmasıyla yüzüstü yere düştüm.
Omzumun ağrısından dolayı yerden kalkamıyordum.
Bana çarpan kişiye öfke dolu bakışlarımı çevirdiğimde üzgün bakışlarını bana yolladı. Normalden uzun bir boyu vardı karşımda duranın. Saçları kahvenin en koyu tonuna bürünmüştü. Çok açık mavi gözleri vardı. Kaşları fazla düzgündü. Kare sayılabilecek bir suratı vardı ve çok hoştu. Çizgi gibi enine büyük, boyuna kısa dudakları vardı. Gözlerini kısması gözlerinin altında çizgiler oluşmasına neden olmuştu. Bu çok hoşuma gitmişti. Saçlarını eliyle düzeltti ve bana baktı.
“Görmemişim.” dedi elini yerden kalkmam için uzatırken. “Kusura bakma.”
Elini tutmadan ayağa kalktığıma yüzüne daha dikkatli bakma şansı bulmuştum.
Üstümü başımı silkelerken, “Belki de etrafa bakmayı denemelisin.” dedim. “Hani, etrafta senden başka insanlar da var.”
Gözleri benim üstümde gezinirken arkadan bir ses geldi. “Alper, haydi.”
Gözlerini benden ayırmadan kafasını hafif sağa çevirdiğinde “Geliyorum.” dedi.
Uzun süredir tuttuğumu hissettiğim nefesi bıraktığımda, “Görüşürüz.” dedi bu sefer bana ithafen.
“Sanmıyorum.” dedim delicesine sinirimi bastırmaya çalışırken. Bu sözü söylerken yaşanacaklardan bihaberdim.
Bu lafımdan sonra gülüp gitti. Odaları bizimkinin hemen yanıydı. Belli ki, o yada arkadaşı yarışmayı kanmış ve buraya gelmişlerdi.
Ateş gibi yanan yanaklarım sinirlendiğimi haber veriyordu. Kapının kilidinde duran anahtarı çevirdim ve kapıyı açtıktan sonra içeri girdim. Yataklardan birine –daha yataklarımızı seçmemiştik- kendimi attım. Banyonun yanındaki artık benimdi.
Meltem’in beni dürtüklemesiyle uyandım. Ölesiye dürtüklüyordu!
Kulakları sağır edebilme potansiyeli olan çığlığımı kopardığımda, “Ne bağırıyorsun, gerizekalı?” diye sordu.
“Neden dürtüyorsun?”
“Saat sekizi çeyrek geçiyor.” dedi. “Geç kaldık.”
Kalkıp üstümü değiştirdim ve hızlı hareketlerle buluşma yerine indik. Kapıyı tıklattığımda nedensiz yere heyecanlanıyordum.
Kapı açıldı. Herkes bize bakıyordu. Yüzümü buruşturup, “Girebilir miyiz? Kusura bakmayın geç kaldık.” diye bir açıklama yapmış ve her zamanki mahcup bakışımı atıp, gözlerimi kısmıştım.
Demir bey memnun olmuşa benzemiyordu. Kumral, uzun boylu, otuzlarında bir adamdı. Yaşına göre genç gözüküyordu. Eliyle arka sırayı işaret ettiğinde konuştu. "Oturun."
Süper diye düşündüm. Az önce bana çarpıp yere düşüren çocuğun -Alper- yanına oturmak zorunda kalmıştım. Gittim ve istemeyerek de olsa yanına oturdum. Meltem da yanımdaki sandalyeye yerleşmişti. Alper’in yanında ona seslenen arkadaşı oturuyordu.
“Görüşeceğimizi sanmadığını söylemiştin.” derken dudaklarının kenarı alaycı bir tebessümle bükülmüştü. Benden tarafa bakmıyordu.
“Sanmıyordum zaten.” dediğimde önüme, Demir beye bakıyordum.
“Pekâlâ, ben Alper.” dedi ve yanındaki arkadaşını gösterdi. “Bu da Emre.” Emre’nin çikolata kahvesi gibi, hatta daha açık renklerde saçları, karemsi bir suratı vardı. Laciverti anımsatan koyu mavi gözleri vardı Saçları biraz uzundu. Ve dağınık görünüyordu. Dağınık haliyle bile baya etkileyici.
“Memnun oldum.” dedi Meltem. “Ben Meltem, bu da Alya.” diye devam etti. Bir an kendimi tanıtmaktan aciz gibi hissetmemiş değildim.
“Memnun oldum.” Aynı anda söylemişti iki arkadaş. Alper’in gözleri bendeydi. Bir an ona çok baktığımı düşündüm ve Demir beye kulak verdim.
“Burada, iki ay evinizden uzak kalacaksınız gençler.” dedi. “Kamp yapacağız” Ve bunun gibi yüzlerce bilgi verdi. Gemiyi tarif etti. “Kafeterya, spor salonu ve bunun gibi bütün etkinlikler size ücretsiz. Çıkarken size kartlarınızı vereceğiz. Bu kartları gösterip para ödemeyeceksiniz.” diye açıklık getirdi.
Bunu duyunca sırıtarak Meltem’e baktım. Gözlerimiz kesiştiğinde “Lanet olsun.” diye fısıldadı. Kıkırdadım. Kafeteryada aldığı kolaya para ödemişti.
Demir bey yarın bir kaynaşma partisi olduğunu söyleyip çıktı. Kaynaşma partisi çok güzel olabilirdi. Eninde sonunda tanışmalıydık zaten.
Kapıya doğru ilerlerken Meltem’e “Paranı geri almayı düşünüyor musun?” diye sordum.
Bana baktı ve göz devirdi. “Hayır.”
Geri geri giderken Alper’e çarptım. Alayla gülerken kolumu tuttu. “Sanırım şimdi ödeştik.” dedi yüzünden o hiç yüzünden eksilmeyen, varla yok arası gülümsemesiyle. “Kafeteryaya inmeye ne dersiniz?”
“Aslında biz, daha yerleşmedik.” diye yalan söyledim bu beklemediğim sorunun karşısında.
“Yarın da yerleşiriz canım, sorun yok.” Meltem sohbete atlamıştı. Emre’yi işaret etti. “Arkadaşın da geliyor mu?”
Alper sırıtırken, “Kesin geliyor.” dedi. Daha ona sormamıştı bile!
Emre’yi çağırdı ve salondan çıktık. Kafeteryaya doğru giderken “Nereden geliyorsunuz?” diye sordu Emre.
Meltem ile aynı anda cevap vermiştik. “Suadiye.”
Bakıştılar. Şaşırmış gibi bir halleri vardı. “Biz de.” dedi Alper.
“Olabilir. Garip bir şey olduğunu sanmıyorum.” dedim gıcıklığımı konuştururken.
“Ona bakılırsa sen bir daha görüşeceğimizi de sanmıyordun, Alya.” dedi Alper. Büyük taş atmıştı. Cevap vermedim.
Belki de verecek cevabım yoktu.
Meltem, “Siz daha önce karşılaştınız mı?” derken şaşkınklığı sesini de etkilemişti.
“Evet, Alper kapıyla debelenirken bana çarpıp yere düşürmüştü.” dedim iğneleyici bir ses tonuyla..
Gözlerini kısarak bana baktı. “Sanırım hiç unutmayacaksın bunu.” dedi. Emre ile Meltem pür dikkat bizi dinliyorlardı.
Gülmekle yetindim. Ama o daha fazlasını istiyordu. Cevap vermedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMP
Macera©Tüm telif hakları saklıdır. ♚ WATR Yaz '14 En İyi Macera Hikayesi' 2.si ♚ Bir çift insan topluluğu düşünün. Ne kadar kendi ayaklarının üstünde durabilirler? Telefon, teknoloji, hiçbir şey yokken. Issız bir adada nasıl yaşayabilirler? Ya bir oyun...