Bugün yine üşengeçliğim üzerimdeydi. Okul formamı bile üşenerek giydim. Bugün geç uyanmıştım. Kahvaltı yapmaya vaktim yoktu. Yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım ve saçlarımı tepeden sıkı bir at kuyruğu yaptım. Çantamı alıp aşağı indim. Melike Teyze çoktan gelmişti. "Melike Teyze ben çıkıyoruuum" dedim. Tam kapıyı açtığım sırada "Hiçbir yere gitmiyorsuuun" diye bir ses işittim. "Kahvaltını yap önce" dedi Melike Teyze. "Feci halde geç kaldım. Okulda bir şeyler yerim" dedim ve tekrar kapıya yöneldim. "Hayır Deniz. Öğle yemeğini yersin okulda." dedi ve bir dilim ekmeğin üzerine Nutella sürüp bana uzattı. Bir ısırık aldıktan sonra bu sefer portakal suyu verdi. "Sadece bir fırt çeker ondan sonra giderim ama" dedim anlaşma yaparak. "Tamam. Sadece bir fırt çekip gidebilirsin." dedi. Portakal suyundan da bir yudum aldıktan sonra dışarı çıktım. Veeee dırırırım. Son beş dakika. Hem de çatlak fizikçinin dersiydi. Hadi Deniz. Tabana kuvvet. Koş kızım. Oturduğumuz semtin sokaklarının biraz kalabalık olduğu bu saatlerde sokakta koşmak pek de kolay değildi. Hem kalabalıkta insanlara çarpmamaya çalışarak koşma çabası hem de sanki Venüs'ten gelmişsiniz gibi size bakan insanların bakışları. Daha önce hiç okula geç kaldığı için koşan bir genç kız görmediniz mi siz? Sonunda okulun önüne gelmiştim. Bahçe bomboştu. Herkes sınıflara girmişti. Koştuğum halde geç kalmıştım. Keşke yürüseydim. Her türlü geç kalıyordum sonuçta. Titreyen bacaklarımla 11-B sınıfının olduğu kata çıkamaya çalışıyordum. Yine bu çatlak kadından azar işitecektim. Diğerleri çok şanslıydı. Benim sayemde 40 dakikalık dersin 25 dakikası benim azar işitmemle geçecekti. Geriye 15 dakika kalıyordu. 15 dakika da bizim Çatlak Kadın'ın kendi kendine söylenmesiyle geçse ders biterdi. Bu kıyağımı unutmasınlar. Kapıyı çaldım. "Giiir" diye cırtlak bir ses duyuldu içeriden. "Neden geç kaldın Deniz? Evin uzak mı?" dedi çatlak fizikçi. "Iıımm. Şeyy Hocam" diye bir şeyler geveliyordum. Ben nasıl bir yalan bulurum diye düşünürken Egoist Prens arkadan "Hocam. Şeyy. Deniz dün hastanedeydi. Biraz geç geldi eve de. O yüzden uyanamayıp geç kalmış olabilir" dedi. Kurtarıcım Bora. "Sen onun avukatı mısın oğlum?" dedi insanımsı varlık. "Çok isterdim hocam. Ama şu an doktor olmaya niyetliyim. Avukatı olamasam da en azından ileride Deniz'in beyin cerrahı falan olabilirim" diye karşılık verdi. "Her neyse. Geç kızım yerine" dedi söyleyecek bir şey bulamayan öğretmen. Yerime oturdum. Bora'nın kulağına doğru eğildim ve "Teşekkürler Egoist Prens" diye fısıldadım. "Önemli değil Tatlı Bela'm" dedi ve göz kırptı. Bana son zamanlarda Tatlı Bela yerine Tatlı Bela'm diye hitap etmeye başlamıştı. Nedenini bilmiyordum ama o sona gelen hani o aitlik eki olan"m" var ya. İşte o aitlik eki gelince daha çok sevmiştim lakabımı. Daha iyi hissediyordum kendimi bu ek olunca. Tekrar kulağına doğru eğilip "Ama bence daha fazla iyilik yapma" dedim. Kaşını yukarı kaldırarak "Nedenmiş o?" diye sordu. "Senin iyilik yapmana pek alışık değiliz. Bence sürekli kendini öv. Sana taktığım lakaba uymalısın. Ben baş belası olarak senin taktığın lakaba uyuyorum. Sen de uy." dedim. Sadece tatlı tatlı gülümsemekle yetindi. Sebebini bilmiyordum ama o gülümserken kalbim daha hızlı çarpıyordu sanki. Teneffüs sonunda kızlarla beraber yukarı çıkarken sınıfın kapısının önünde birbirine biraz fazlaca yakın duran Bora ve Cansu'yu fark ettim. Ah, Tanrım. Yine şu lanet giresice filler gelip dans etmeye başlamıştı. Sanki Afrika'daki bütün filler toplanıp karnımın içine yerleşmiş yağmur dansı yapıyordu. Bunlar geçen seferki gibi onlarca fil de değildi. En ağırlarından yüzlerce hatta binlerce fil vardı sanki. Bunlardan daha önemli olan şey ise Cansu'nun Bora'nın elini tutuyor olmasıydı. Tek kelime etmeden öylece yanlarından geçip giderek girdik sınıfa. Yağız sıranın üstüne çıkmış okul formasının kravatını kafasına bağlamış bir şekilde "Şurup gibiyim şurup. Turp gibiyim turp turp. Sen ateş ben barut. Öptüm seni şap şup" diye şarkı söylüyordu. Arda sıraya vurarak ritim tutuyordu. Onların bu haline gülmeden edemedim. Beste "O neydi lan öyle?" dedi kaşlarını çatarak. Ceren "Arda ve Yağız'ın her zamanki salaklıkları işte. Niye bu kadar şaşırdın ki?" dedi. "O değil yaa. Dışarıda Bora ve Cansu'yu görmediniz mi?" dedi Beste. "Ben gördüm" dedim. "Ne oluyordu ya? Ben görmedim" dedi Ceren. "Cansu Bora'nın elini tutuyordu" diye cevap verdi Beste. Bir süre bunun dedikodusunu yaptık. Yağız yanıma gelip "Kim üzdü benim kankamı?" dedi. "Kimi?" diye sordum. "Seni. Bu kazulet suratlılar benim kankam olamaz. Söyle bakayım kim üzdü seni?" dedi. "Ya harbiden Deniz. Ne oldu sana?" dedi Arda. Ne olmuştu ki bana. "Bir şey yok" dedim. Aslında sorun büyüktü. Onlara karnımdaki fillerden bahsetmeli miydim? Hayır, bunu kesinlikle yapmamalıydım. Yağız'ın fesatlığını herkes bilirdi. Şimdi yanlış yerlere çekerdi falan. Kim uğraşacak. Ama eve gittiğimde bizimkilere mutlaka durumu anlatıp bana neler olduğunu soracak ve yardım isteyecektim. Şimdi Arda ve Yağız'ın yanında Beste ve Ceren'e bahsetmeye kalksam Arda ve Yağız sığırları Bora'dan hoşlandığımı falan düşünür. Bir dakika. Ya gerçekten durum buysa. Yani son zamanlarda Cansu ve Bora'yı beraber gördüğümde filler geliyordu ve artık dans etmeyi de bırakmış düğünlerde hiç oturmayan göbekli amcalar gibi durmaksızın halay çekmeye başlamışlardı. Hayır Deniz. Saçmalama kızım. Öyle hemen birinden hoşlanılmaz ki. Yani evet çok güzel gülüyor olabilir. Gözlerinin rengi kahverenginin en güzel tonuna sahip olabilir. Sesi evrendeki en güzel sesmiş gibi geliyor olabilir veya aynı anda hem çok şirin hem de çok yakışıklı olabilir ama..... Ah, hayır. Ne saçmalıyorum ben? "Başım ağrıyor biraz. Ondandır." diye geçiştirmeye çalıştım. "Peki öyle olsun. Ama eğer seni üzen biri varsa söyle. Döveriz kanka" dedi. "Tamam. Olursa söylerim kanka" dedim. Bora sınıfa geldi. Yanıma oturdu. Kolunu omzuma attı ve "Neyin dedikodusunu yapıyorsunuz yine" dedi. Kolunu omzumdan çektim ve "Ben lavaboya gidiyorum" deyip çıktım sınıftan. Neden bunu yaptım bilmiyordum. Bunu yapmak zorunda hissetmiştim. Trip mi atıyordum? Belki. Bora'ya kızgın mıydım? Sanırım evet. Peki neden? İşte buna bir türlü cevap bulamıyordum. Sınıfa girdim ve yerime oturdum. "Tatlı Bela'm. Bir şey mi oldu?" dedi Bora. "Hayır." dedim. "Kızgın gibisin. Ya da kırılmış gibi. İyi görünmüyorsun" dedi. "Ben iyiyim" dedim biraz yüksek ve sert bir sesle. "Peki" dedi. "Peki" dedim. Eve dönme vakti gelmişti. Ceren'in voleybol antrenmanı vardı. Beste'nin kulüp saatiydi. Arda ve Yağız'ın ise etüt saatleriydi. Çıkış zili çaldığında çantamı topladım ve Bora'yı beklemeden çıktım dışarı. Kahretsin. Yağmur yağıyordu. Yanımda şemsiyem yoktu. Belki çantama koymuşumdur diye çantamı kurcaladım ama yoktu. Her zaman çantasında şemsiye bulunduran ben tam da yağmur yağacağı gün şemsiye almamıştım. Yağmuru severdim. Hem en fazla ıslanırdım. Yağmurda yürümek güzeldir. Yürümeye başladım. Yolda yürürken tepemde bir karartı olduğunu fark ettim. Bora yanımdaydı. Çantasını havaya doğru kaldırmış, üstümüze tutmuş ıslanmamamız için çabalıyordu. "Hasta olacaksın" dedi sabahkine benzer şirin bir gülümsemeyle. "Sorun değil. Yağmuru seviyorum." dedim. "Hey! Yağmuru ne kadar seversen sev. İncecik bir ceket ile üstelik şemsiyesiz yağmur altında duramazsın. Üşütüp her gün kusmak mı istiyorsun? Her zamanki gibi çok aptalsın." dedi. Surat asarak "Burada benden daha aptal biri varsa o da sensin. Gerizekalı!" dedim. "Gerizekalı mı? Ben okul birincisiyim bir kere" dedi. Cevap vermedim. "Her neyse." dedi ve elimden tutarak koşmaya başladı. Otobüs duraklarından birinin altına girdik. Yağmur durana kadar tek kelime etmemiştik. Yağmur durduktan sonra da sessizce eve doğru yürümeye başladık. Siteye geldiğimizde "Görüşürüz" dedi. "Görüşürüz" dedim ve eve girdim. Her ne kadar kapalı bir yerde durmuş olsak da yine de ıslanmıştım. Melike Teyze'nin kapıyı açmasıyla bağırması bir oldu. "Deniz! Bu halin ne? Sırılsıklam olmuşsun kuzum" dedi. Daha sonra "Çabuk yukarı çık. Bir duş al. Ben de sana ıhlamur yapayım. Şu haline bak. İncecik giyinmişsin bir de. Hastalığa davetiye çıkarıyorsun kızım ya" diye ekledi. Dediklerini yaptıktan sonra aşağı indim. Melike Teyze'nin hazırladığı ıhlamuru aldım ve yukarı çıktım. Dünyanın en berbat şeyi olan ödevleri bitirdim. Abi lise 3. sınıf olmuşuz hala ilkokul çocuğu gibi ödev yapıyoruz ya. Telefonumu elime aldım ve bizimkilere mesaj attım. Bugün olanları ve nasıl hissetiğimi anlattım.
**** 6 Şebelek WhatsApp Grubu *****
Deniz: Millet! Bir şey soracağım. Mesela diyelim ki biri var. Onu sevmediğiniz biriyle beraber gördüğünüz zaman karnınızda böyle binlerce fil halay çekiyorsa, o güldüğü zaman böyle kalbiniz daha hızlı çarpıyorsa, bir gün bile görmeseniz özlüyorsanız, sesi evrendeki en güzel sesmiş gibi geliyorsa veya dünyada milyarlarca insan kahverengi gözlere sahip olsa bile onun gözleri size sanki kahverenginin en güzel tonuymuş gibi geliyorsa bu durum nedir? Buna ne ad verilir? Bu durumdan nasıl kurtuluruz?
Mert: Ooooo! Anlayalım.
Deniz: Ne anlayacaksın be! Soru soruyoruz burada. Adam gibi cevap versene!
Mert: Tamam Derin Deniz. Kızma sen.
İzel: Ay Deniiz! Şu basketbolcu çocuk mu yoksa? Yaaa çok tatlı olursunuz bence.
Deniz: Saçmalamayın ya! Benim bir arkadaşım şeyden şey etmiş. İşte o da şey olunca ben de size bir şey yapayım dedim.
Çağatay: Ben teşhisi koydum gençler. Bizim üşengeç kız aşık olmuş.
Sıla: Şimdi Denizciğim. Bu durum sevgidir. Buna aşk adı verilir. Kurtuluşun yoktur.
Özgür: Biliyordum. Gün gelecek Deniz de aşık olacak. Ben size söylemiştim. Artık Deniz de bir aşık.
İzel: Deniiiiz. Kim bu? Basketbolcu olan çocuk mu? Kızım cevap versene.
Sıla: Ya evet Deniz. O mu? Neydi adı? Hah buldum. Bora. O değil mi? Ay kesin o.
Deniz: Ya evet. Yani sanırım. Galiba. Olabilir. Belki. Aşık mıyım bilmiyorum.
Mert: Gerçekten böyle mi hissediyorsun?
Deniz: Evet. Hislerimden emin olmak size de bir sorayım dedim.
Mert: Geçmiş olsun. Aşıksın.
Sıla: Ya Deniz. Çok yakışırsınız siz.
İzel: Ayyy. Bence de.
Deniz: Ya durun. Daha ortada bir şey yok. Hem siz nereden anladınız Bora olduğunu?
Sıla: Bizim İstanbul'da olduğumuz günlerde sen bize ara sıra Bora'dan bahsediyordun. Ondan bahsederken böyle istemsizce gülümsüyordun.
İzel: Evet. Yan komşunuzdu sanırım. Değil mi?
Deniz: Evet. Ama sadece hafta içi burada kalıyor. Okula yakın olduğu için. Hafta sonları bizim eve biraz uzak başka bir evde tek başına kalıyor.
Özgür: Eğer o amip seni üzerse gelip bana söyle. İzmir'den İstanbul'a koşarak gelir, elimde demir sopayla dünyanın öbür ucuna kadar kovalarım onu.
Deniz: Sefiyom seni. Ya Çağatay. Abi siz nasıl oldunuz. Barıştınız mı Elifle?
Çağatay:Kızım boş ver sen Elifi. Bak Özgür haklı eğer bir şey yaparsa haber ver.
Deniz: İyi ki varsınız.
************************************
Bora'ya karşı böyle hissetiğimin farkındaydım birkaç gündür. Ama ona aşık olmuş olabileceğimi düşünmemiştim. İçimden yüzlerce kez 'Lütfen ona aşık olmuş olmayayım' diye dua etmiştim. Ama olmuştum işte. Aslında ona aşık olduğumun da farkındaydım. Yalnızca hislerimi kabullenmek istememiştim. Ben şimdi yan komşumuza ve sıra arkadaşıma aşık mı olmuştum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Bela
Teen Fiction"Beni sakın bırakma Tatlı Bela'm" dedi. Güldüm. "Ölsem de seni bırakmam Egoist Prens"