Bölüm 27

149 10 1
                                    

Peluş ayım Mahmut'a sarılmış ağlarken yağmur sesini dinliyordum. Camdan tık tık diye bir ses geliyordu. Yağmur sesi değildi. Cama bir şey çarpıyordu. Merakla balkona çıktım. Bora aşağıdan pencereye taş atıyordu. Beni görünce gülümsedi. Onu umursamayıp içeri girdim. Nasıl hiçbir şey olmamış gibi gelebiliyordu? İçeride Cansu ile konuşurken beni umursamamıştı bile. Ben olmadan hiçbir iş yapmaz, hiçbir yere gitmezdi. Ama o an sanki beni görmezden gelmişti. Tekrar yatağıma girip yatacakken telefonuma gelen mesaj sesiyle geri dönüp telefonumu aldım. Bora mesaj atmıştı. "Kapıyı aç" yazıyordu. Cevap vermedim. Mahmut'u tekrar kucağıma alıp yatağıma girdim. Tekrar mesaj geldi. "Deniz, aç kapıyı!" yazmıştı bu sefer. Anlaşılan beni rahat bırakmayacaktı. "Açmayacağım" diye mesaj attım. Bir saniye sonra tekrar mesaj geldi. "İyi. Ben de zili çalarım. Kapıyı sizinkiler açar" yazıyordu. Annem ile babam her ne kadar anlayışlı olsalar da, Bora'yı her ne kadar sevseler de gecenin bir vakti burada olmasına çok kızarlardı. "Offf tamam! Çalma zili" diye mesaj gönderip hızlı ama sessiz adımlarla aşağı indim. Kapıyı açtığımda Bora karşımda duruyordu. Onu sessizce içeri aldım. "Az önce içeri girmeme izin vermekle eve erkek atmış oldun güzelim. Sanırım bunu koz olarak kullanabilirim." dedi memnun bir yüz ifadesiyle. "Öyle bir şey yapmadım. Hem ne kozundan bahsediyorsun sen?" dedim sinirle. "İstediğimi yapmadığın zaman bunu annenle babana söylerim" dedi. Kollarımı göğsümde bağlayarak "Ben de gecenin bir yarısı bir kızın evine geldiğini sevgiline söylerim" dedim tehdit edercesine. "Ne? Sevgilim mi?" dedi ufak bir kahkaha atarak. "Evet. Ayrıca kahkaha atmayı kes. Babamlar duyacak" dedim. "Duysunlar" dedi umursamaz bir şekilde. "Duysunlar mı? Ölmek mi istiyorsun?" dedim sinirle. "Murat Amcam da Zeynep Teyzem de beni çok seviyor. Bir şey diyeceklerini sanmıyorum." dedi aynı umursamazlıkla. "Seni ne kadar severlerse sevsinler gece yarısı kızlarının yanında bir erkek görürlerse ne yaparlar biliyor musun?" dedim. Önce güldü ve ardından "Sen ne sevgilisinden bahsediyorsun onu anlat bana" dedi. Boyuna yetişip doğrudan gözlerine bakabilmek için koltuğun üzerine çıktım. İşte şimdi onun boyuna yetişebilmiştim. "Cansu'yu kastediyorum. Sevgilin yani" dedim ciddi görünmeye çalışarak. Bora gülerek "Ciddi görünmeye mi çalışıyorsun? Üzerindeki mor, tavşanlı pijamalarla ne kadar ciddi olabilirsin ki?" dedi. Üzerimdekilere baktım. Ciddi görünmeme imkan yoktu. "Cansu sevgilim falan değil güzelim" dedi. "Hatta sana önemli bir şey konuşmuyoruz, istersen kalabilirsin demeye çalıştım ama Cansu sözümü kesti. Ne söylemek için gelmiş biliyor musun? Özür dilemek için. Bana artık beni rahatsız etmeyeceğini ve şimdiye kadar yaptıkları için özür dilediğini söyledi. Şimdi anladın mı? Dışarıya gülerek çıkmamızın sebebi ise artık arkadaş olduğumuz için." dedi. "Bana bu yüzden kızgınsın biliyorum ama sence de gereksiz değil mi?" diye devam etti. O sırada benim yerime annemin sesi cevap verdi. "Deniz! Gece gece kiminle konuşuyorsun sen?" dedi. Ayak sesleri geliyordu. Bora'yı hızlıca en alt kata giden merdivenlere iteledim. Telefonumu kulağıma dayadım ve annem geldiğinde "Sıla aradı da" diye bir bahane uydurdum. Annem "Ver bakayım ben de konuşayım. Özledim çocukları" deyip elini uzattığında panikle "Hayır" diye bağırdım. "Niye?" diye sordu. Telefonu kulağımdan çekerek "Olmaz çünkü kapattık az önce" dedim. "İyi, peki" dedi ve suyunu içip tekrar merdivenlere yöneldi. Merdivenleri çıkarken "Yarın okul var. Çok geç saate kalma" dedi. "Peki" diye bağırdım arkasından. Bora yavaş adımlarla yukarı çıktı. "Eeee, affetin mi?" dedi masum masum bakarken. "Evet" deyiverdim. O sırada telefonum çaldı. Poyraz görüntülü arıyordu. Bora'ya kısa bir bakış atıp açtım telefonu. Ben telefonu açmamla Poyraz'ın "Seni özledim" demesi bir oldu. "Ama ben seni özlemedim Sarı Kafa" dedim. Bora elimdeki telefonu aldı. "Bana bak Poyraz! Kız seni istemiyorum dedikçe niye hâlâ üzerine gidiyorsun ulan?! Bir daha gecenin bir vakti bu kızı arayıp rahatsız edersen işte o zaman seni si..." dediğinde orada olduğumu ona hatırlatmak için hafifçe öksürdüm. Bana bakarak "Pardon güzelim" dedi. "O zaman seni silerim." dedi küfürünü düzelterek. "Sen dua et yanımda Deniz var. Yoksa sana öyle bir söverdim ki. Deniz olmasa sana ne diyeceğimi, ne yapacağımı da inan bilmek istemezsin" diye ekledi sinirli ve tehditkâr bir sesle. Poyraz sinir bozucu bir şekilde gülerek "Hadi ama Bora. Deniz olmadan yapacağın şeyleri ikimiz de biliyoruz. Bundan pek farklı olmayacak" dedi. Bora sinirle dişlerini sıkarak "Görürüz Poyraz Aras" dedi. Bir yandan da yumruğunu sıkıyordu. "Görelim Bora Özay" dedi Poyraz. Bora telefonu kapatıp bana verdi. "Ben gideyim artık. Annenin dediği gibi çok geç kalma. Yarın okul var. Gözlerin kan çanağı gibi olmuş zaten. Ben gittikten sonra hemen uyu tamam mı Tatlı Bela'm?" dedi ve göz kırptı. Gülümseyerek "Tamam Egoist Prens" dedim. "Egosit Prens'ime ne oldu?" diye sordu. "Hiçbir şey olmamış gibi davranmamı bekleme. Bir süre böyle" dedim. "Deniiz" dedi sevimli yüz ifadesini takınarak. "Offf! Tamam Bora" dedim. Hemen yumuşama huyumdan nefret ediyordum. "İyi geceler güzelim" dedi kapıya doğru yönelirken. "İyi geceler Egosit Prens'im" dedim. Gülümsedi ve dışarı çıktı.
**Ertesi Gün**
Bugün okulda ne Batuhan, ne Bora, ne Yağız, ne de Arda vardı. Sadece ben, Beste, Ceren ve Açelya vardı. Onları merak etmiştik. Hepsinin birden gelmemesi içimizde bir şüphe uyandırmıştı. Hepsini de aramıştık ama hiçbiri açmamıştı. Teyzemi aradım. İlk çalışta açtı telefonu. "Söyle kuzum" dedi. "Teyze Batuhan evde mi?" diye sordum. "Yoo. Okula diye çıktı ama. Yok mu?" diye sordu panikle. Yine ne haltlar yiyordu bu Batu. "Yok teyzem ondan değil. Ben bugün geç geldim de. Batu'yu da göremedim merak ettim. Zaten ben sınıfta değilim. Batu sınıftadır." dedim onu sakinleştirmeye çalışırarak. "Bulursan haber ver yavrum" dedi. "Tamam teyzem tamam. Merak etme sen. Hadi öpüyorum" dedim. "Kendine iyi bak yavrum" dedi ve kapattık telefonu. Kızlara bakarak "Teyzeme okula gidiyorum demiş" dedim. "Eyvah kesin bir bok var bu işin içinde" dedi Beste. "Bana da öyle geliyor" dedi Ceren. "Bence de" diye onayladı Açelya. "Bir de Alper abimi arayayım" dedim. "Şey... Alper abi kim?" diye sordu Açelya. "Batu'nun abisi." diye cevapladı Beste. Alper abim telefonu açar açmaz "Abi Batu yanında mı?" diye sordum. "Sakin ol abicim. Yanımda değil. Okuldayım zaten ben. Okula gidiyorum dedi bana. Ne oldu?" diye sordu. "Abi söyleyeceğim ama teyzeme anlatma tamam mı?" dedim. "Tamam fıstığım tamam. Söyle n'oldu" dedi. "Abi Batu okulda yok. Sadece Batu değil, Bora, Arda, Yağız da yok. Bunlar ekip halinde yoklarsa kesin bir iş vardır" dedim. "Tamam abiciğim. Ben Batu'yu ararım." dedi. "Biz aradık. Açmıyorlar" dedim. "Benimkini açar. Tehdit kozlarım var elimde" dedi. "Tamam" deyip telefonu kapattım. Daha sonra teyzeme Batu'nun sınıfta olduğuna dair bir mesaj gönderdim. Kısa bir süre sonra Alper abim aradı. "Nerede olduklarını öğrendim. Siz bir şekilde okuldan dışarı çıkın ben sizi almaya geliyorum" dedi. "Dersin yok mu?" diye sordum. "Var ama bir arkadaş benim yerime imza atacak" dedi. Telefonu kapatıp kızlara durumu anlattım. Çantalarımızı alıp mükemmel kaçış planlarımızdan birini uygulayarak dışarı çıktık. Alper abim gelince hızlıca arabaya bindik. O sırada dün Beste'nin benim çantama koymuş olduğu defterini farkettim. Çantasına eşyalarını sığdıramamış ve defterini benim çantama koymuştu. Defteri çıkarıp "Beste biyoloji defterin bende kalmış" dedim ve defteri arka koltukta oturan Beste'ye doğru uzattım. "O meşhur Beste sensin demek" dedi Alper abim yola doğru bakarken. "Meşhur derken?" dedi Beste sorarcasına. "Bizim Batu bana senden bahsediyor sürekli" dedi. "Şey tam olarak nasıl bahsediyor?" diye sordu Beste bu sefer. "Benden duyduğunu söyleme ama bizimki senden hoşlanıyor" dedi abim. Beste'nin yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. "Sahi mi?" diye sordu sırıtmasına engel olamayarak. "Sahi" dedi Alper abim. Şu an Beste çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu buna emindim. Kızların tepkilerine karşılık ben de sanki ilk defa duyuyormuşum gibi tepki verdim. Araba durmuştu. Alper abim telefonunu çıkardı. Çok fazla telefonla ilgilenen biri değildi. Daha doğrusu zamanı olmuyordu. "Telefonla ilgilenmeye zamanın yok diye hatırlıyorum" dedim. "Tabi ki yok. Tıp okumak kolay mı? Ama bu önemli" dedi. Merakla başımı telefona doğru uzattım. Abim ile bir kızın mesajları vardı. "Yerine imza atacak arkadaş bu mu?" dedim. "Sen niye bu kadar meraklısın acaba?" dedi Alper abim. "Kızım ben. Genlerimde var" dedim. "Yengen olur kendisi" dedi kızın bir fotoğrafını göstererek. "Güzelmiş. Adı ne?" diye sordum. "Özge" dedi. Daha sonra telefonu kapatıp tekrar arabayı çalıştırdı. Araba on dakika sonra tekrar durdu. Etrafımıza bakındık. Ürkütücü bir yerdi. Ama gündüz vakti olduğu için pek de ürkütücü görünmüyordu. Arabadan indik. "Buradalarmış" dedi Alper abim başıyla depo gibi bir yeri işaret ederek. İçeri girmek için oraya doğru yürümeye başladık. Ama Alper abim bizi durdurdu. "Gitmeyin" dedi. "Ben giderim" diye devam etti. Depoya doğru yürürken telefonu çaldı ve birden durdu. "Annem arıyor" dedi bana bakıp. İşte bu Alper abim o depoya giremeyecek demekti. Bir süre telefonla konuştu. "Annem acil eve çağırıyor. Beş dakika sonra geleyim dedim bağırdı bana, kulak zarım patladı. Gitmek zorundayım fıstığım. Siz burada bekleyin. Sakın içeri girmeyin. Bizimkiler çıkana kadar dışarıda bekleyin." dedi bana bakarak. "Ne oluyor ki içeride?" diye sordum. "Boşver ne olduğunu. Dediğim gibi sakın içeri girmeyin" dedi ve gitti. Biz de oturacak bir yer aradık. En sonunda kaldırıma oturduk. "Girip baksak mı?" dedi Açelya. "Alper abim girmeyin diyorsa vardır bir bildiği" dedim. Bir süre sonra deponun kapısından bizimkiler çıktı. Yanlarına koştuk. Yüzlerinde küçük yaralar vardı. "Ne yaptınız siz?" diye sordum panikle. "Yüzünüzün hâli ne?" diye sordu Beste. O da çok paniklemişti. Açelya Yağız'a sarılmıştı. Tek tek bizimkilerin yüzünü inceledik. Hepsi de kötüydü. "Sakin olun" dedi Yağız. Hep birlikte az önce oturduğumuz yere oturduk. "Ne olduğunu söyleyecek misiniz artık?" dedim sinirle. "Ne o? Endişelendin mi?" dedi Bora. "Evet" diye bağırdım. "Birazdan öğrenirsin" dedi. Bir süre sonra deponun kapısından Poyraz, Ayaz ve birkaç kişi daha çıktı. Onların yüzleri de yaralıydı. Böylece iki tarafın kavga ettiği anlaşılmış oldu. Poyraz ve arkadaşları bizimkilere göre sayıca fazla olmalarına rağmen onların hali çok daha kötüydü. Ayaz'ın gözü mosmordu. Poyraz'ın burnu kanıyordu. Bizimkilere baktık. Omuz silktiler. "Kaşındılar biz de kaşıdık" dedi Yağız. "Size inanamıyorum" dedim. "Ne yapsaydık Deniz? Bu şerefsiz sana yürürken aferin iyi yapıyorsun mu deseydik? İyi oldu hem. Bir daha cesaret edemez it herif" dedi Batu. Poyraz ve ekibi yanımıza geldi. Poyraz tam karşımda durdu. "Deniz" dedi. "Ne?" dedim sinirle. Onunla göz teması kurmuyordum. Cevap vermedi. Ayaz "Ceren" diye seslendi. Bakışlarımı Ceren'e çevirdim. Ayaz'a her zamankinden daha farklı bakıyordu. Bakışlarında öfke vardı. Ceren cevap vermeyince "Geçmiş olsun yok mu?" diye devam etti Ayaz. "Yok. Aksine, dayaktan ölmediğiniz için üzülüyorum" diye cevapladı Ceren sinirle. "Ceren sana ne oluyor? Niye böyle konuşuyorsun?" dedi Ayaz. Şaşkındı. "Arkadaşlarım bu hâlde olduğu için madalya mı takayım sana ne istiyorsun?" dedi Ceren sinirle. Poyraz da "Deniz" diye seslendi aynı şekilde. "Ah, özür dilerim. Unutmuşum. Burası 'Poyraz! Ne oldu sana?' diye bağırıp sana sarıldığım kısım mı? Kusura bakma ama böyle bir şey asla olmaz. Sana anca küfür ederim" dedim. Bana bir adım daha yaklaştı. "Deniz, neden böyle yapıyorsun? Görmüyor musun seni ne kadar sevdiğimi? Seni çok sevdiğimi bildiğin hâlde niye yapıyorsun bunu? Neden bana böyle davranıyorsun?" dedi ve yine birkaç adım attı. "Ama en çok sevdiğim hallerinden biri de bu" diye devam etti ve bana doğru yaklaşmaya başladı. Onu itmek için ellerimi kaldırmıştım ki Bora onu kendine doğru çekti ve yüzüne sert bir yumruk attı. Poyraz yumruğun etkisiyle afallayıp yere düştü. Bora onun üzerine çıkıp yüzüne yumruk atmaya devam etti. Bir yandan vuruyor, bir yandan da küfür ediyordu. "Şerefsiz piç! O kadar uyardım seni bu kıza yaklaşma diye! İçeride o kadar dövdüm. Hala akıllanmadın mı ulan sen?! Bir daha bu kızın yanında seni görürsem işte o zaman seni mahvederim! Duydun mu beni? Bu kızın yanına bile yaklaşmayacaksın duydun mu ulan?!" diye bağırıyordu Poyraz'ı yumruklarken. Arda ve Yağız, Bora'yı durdular. Bora, Poyraz'ın üstünden kalktı. Poyraz da ayağa kalktı. Yüzü çok feci haldeydi. "Arkadaşlarını da al siktir git sayın piç" dedi Bora. O sırada Batu ve Beste yanımıza geldi. Nereye kaybolmuşlardı ki? "Neredeydiniz siz?" diye sordu Ceren. O sırada el ele tutuştuklarını fark ettim. "Aman tanrım! Yoksa..." diye bağırdım. Beste neyi kastettiğimi anlamış olacak ki neşeyle başını sallayıp "Şey... Evet" dedi ve diğerlerinin de görmesi için ellerini havaya kaldırdılar. Bu haberin verdiği mutlulukla az önce oturduğumuz yere doğru yürüyorduk. Bora ve ben en arkadan yürüyorduk. Bora'ya bakıp "Teşekkür ederim" dedim. "Tatlı Bela'm teşekkür etmeyi biraz azalt demedim mi ben sana?" dedi. "Öyle ama bu olayda teşekkür etmem gerekiyor" dedim. "Bu olayın diğerlerinden farkı neymiş?" diye sordu kaşlarını çatarak. "Benim yüzümden bu haldesiniz. Özellikle de sen. Poyraz beni daha fazla rahatsız etmesin diye yaptınız bunu" diye cevapladım sorusunu. "Deniz, bak kendin de söylüyorsun. Seni rahatsız eden Poyraz, suçlu olan Poyraz. Senin bir suçun yok. Bir daha böyle şeyler için kendini suçlama tamam mı güzelim" deyip göz kırptı. "Tamam" dedim gülerek. "Çak o zaman" deyip elini kaldırdı. Elini havaya kaldırırken elinin dışının yaralandığını fark ettim. Kanıyordu. "Bora! Elin" dedim boğuk çıkan bir sesle. Eline bakıp "Önemli bir şey değil güzelim. Korkma" dedi. "Bora, kanıyor" dedim. "Sakin ol" dedi. Çantamdan su şişemi çıkarıp suyu Bora'nın eline döktüm ve yarasını temizledim. Eli hala kanıyordu. Saçıma taktığım bandanayı hızlıca çıkarıp Bora'nın elini bandanayla sardım. Bana bakıp gülümsüyordu. Uzun bir süre bakmaya devam etti. Ona bakmadan "Neden bana öyle bakıyorsun?" diye sordum. "Çünkü çok güzelsin" dedi. Birdenbire vücudumu bir sıcaklık sardı ve kalp atışlarım hızlandı. Yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Göz ucuyla ona baktım. Gülümseyerek bana bakıyordu. "Kızardın" dedi. Bu huyumdan nefret ediyordum. Çok çabuk utanıyordum. "Gerçekten çok güzelsin. Sana Tatlı Bela dememin gerçekten bir sebebi var biliyorsun değil mi? Sen çok iyisin. Bu seni çok daha tatlı yapıyor" dedi. Gülümseyerek karşılık verdim. Bizimkilerin çoktan bir yere oturduğunu fark ettik. Onların yanına ulaşmak için adımlarımızı hızlandırdık. Yağız her zamanki gevşekliğiyle "Bakın bu ikisi yine bizden ayrı geldi. Az önce Batu ve Beste yanımızdan ayrıldıklarında sevgili olup da geldiler biliyorsunuz değil mi? Aranızda öyle bir şey varsa söyleyin de bilelim" dedi. Saçlarımı kulağımın arkasına geçirirken "Kapa çeneni" diye çemkirdim Yağız'a. "Burada böyle oturacağımıza kalkın bir eczaneye gidelim de şu yaralarınızı temizlesinler" diye bir öneri sundu Açelya. "Evet, şu sokağın sonunda bir eczane var. Hadi gidelim" dedi Ceren. "Hayatta olmaz. Ortadaki eczacı annemin arkadaşı. Beni orada görürse anneme yetiştirir. Annem evde beni öldürür" diye karşı çıktı Arda. "Eve gittiğinde görmeyecek mi?" dedim. "Ben bir yalan bulurum o zamana kadar. Siz gidin, alıp gelin eczaneden bir şeyler. Siz yapın" dedi Arda. "Ne alacağız?" diye sordu Beste. "Valla böyle bir durum olduğunda benimle Deniz ilgilenir. O biliyordur ne alınması gerektiğini. O gitsin yanında da ben gideyim" dedi Batu. "Ben giderim Deniz'le" diye araya girdi Bora. Beraber Cerenin bahsettiği eczaneye doğru yürümeye başladık. "Deniz" dedi Bora. Ona baktım 'efendim' dercesine. "Ben bugün böyle bir şey yaptım ama... Ne yapayım birinin Poyraz'a dersini vermesi gerekiyordu. Bunu yaptığım için bana kızgın mısın? Ya benim asıl demek istediğim şey... Deniz sen Poyraz'ı seviyor musun?" dedi en sonunda. "Yani ne yalan söyleyeyim. Poyraz iyi biri. Sevmemem için bir sebep yok" dedim. "Deniz! Sen ciddi misin?! Bak lütfen doğru söyle? Seviyor musun?!" diye bağırdı. "Bora saçmalama. Ona gıcık olduğumu bütün İstanbul biliyor. Tabii ki sevmiyorum" dedim. Derin bir nefes aldı. "İşte bu güzel haber" dedi. Bir süre ona baktım. Ardından gülümsedim. "Niye gülüyorsun?" dedi bana bakarak. O da gülüyordu. "Yüzün biraz... Yani okulun ultra yakışıklısı Bora Özay biraz değişmiş sanki." dedim. "O kadar mı kötü görünüyorum?" dedi. "Hayır" dedim. "Bütün kızlar peşinde ama birkaç tanesi peşini bırakabilir" diye devam ettim. "Bütün kızları istediğimi kim söyledi? Belki sadece bir tanesini istiyorum" dedi. Büyük ihtimalle şaka yapıyordu. Doğru olsa bile kim olduğunu soramazdım. O da söylemezdi zaten. Her zamanki Egoist Prens Bora Demir'in her zamanki şakalarıydı işte. Gerekli şeyleri alıp bizimkilerin yanına dönerken Bora "Bandanan benim oldu" dedi. "Ya hayır! En sevdiğim bandanam o benim. Ben senin Batman kazağını geri verdim. Sen de benim bandanamı ver. Ama elin iyileşince" dedim. "Senden o kazağı geri isteyen olmadı. Vermek zorunda değildin" dedi umursamaz tavrıyla. "Ama bu bandanayı geri isteyen var" dedim sinirle. "Boşa uğraşma güzelim. Geri vermeyeceğim" dedi. "Aish! Cidden çok sinir bozucusun" dedim. Gülerek "Egoist Prens dediğin sinir bozucu da olmalı" dedi. Bizimkilerin yanına ulaşmıştık. Batu'ya pansuman yapma görevini Beste üstlenince benim görevim de Bora'ya pansuman yapmak olmuştu. Görevimden memnumdum ama biraz da üzülüyordum. Çünkü onu bu hâlde görmeye dayanamıyordum. Benim yüzümden bu hâlde olması beni daha da çok üzüyordu. Bora bana kendini suçlama dese de ister istemez kendimi sorumlu tutuyordum. "Çok acıyor mu?" diye sordum yarasını temizlerken. "Başka biri yapsa belki acırdı. Ama sen yapınca hiçbir şey hissetmiyorum" diye cevapladı. Gülümsedim. Dudağındaki yarayı temizlediğim için onun da gülümsediğini görebiliyordum. "Deniz" diye seslendi kısık bir sesle. Yarasını temizlediğim için ona bakmıyordum. Başımı kaldırmadan "Efendim" diye cevapladım. "İyi ki varsın" dedi. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. İkimiz de aynı anda gülümsedik.

Tatlı BelaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin