Bölüm 36

72 3 0
                                    

Okula gitmeden geçirdiğim ikinci haftanın içindeydik. Ara sıra kontrollere gidiyor, bizimkilerle beraber yürüme alıştırmaları yapıyordum. Annem ve babam da beni bir dakika olsun yalnız bırakmamıştı. Aslında başından beri yürümemde pek de büyük bir sorun yoktu. Sadece bacağım acıyordu. Ama yaptığımız egzersizler ve ilaçlarım iyi gelmişti. Artık bacağım acımıyordu ve bizimkilerin yardımı olmadan tek başıma yürüyebiliyordum. Ama yürürken duvara veya herhangi bir yere tutunarak yürümem gerekiyordu. Bu iki haftalık süre boyunca teyzemler ve anneannemler beni ziyarete gelmişti. Bizimkiler de dün İzmir'e dönmüşlerdi. Bense yine bir doktor kontrolünden çıkmıştım. Hastane koridorunda annemin ve babamın doktor ile olan konuşmasının bitmesini bekliyordum. Çok geçmeden yanıma geldiler. "Bir iyi ve bir de kötü haberimiz var. Önce hangisini istersin?" diye sordu babam. Kötü haber dediğinde açıkçası biraz korkmuştum ama yüz ifadesini gördüğümde korkulacak bir şey olmadığını anladım. "İyiden başlayalım. Kötüyü duymasam da olur" diye yanıtladım babamın sorusunu. "İyi haber kontrollerinin bitmiş olması. Artık buraya gelmene gerek yok. Tamamen iyileşmişsin" dedi annem. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. İkisi de çok mutluydu. Tabi ben de öyle. Bu haberin vermiş olduğu sevinçle ikisine birden sıkıca sarıldım. "Kötü haber de bir hafta sonra okula gidebilecek olman" dedi babam. Onlardan ayrılıp mutsuz bakışlarla babama baktım. "Niye yaptın şimdi bunu? Bütün mutluluğumu bozdun" dedim. Aslında okula tekrar gidebilecek olduğum için çok seviniyordum. "Deniz, iyileştin diye egzersizleri bırakmak yok tamam mı kızım?" dedi annem. "Tamam anne. Merak etme. Daha maçlara çıkacağım ben. Bırakmayacağım tabi ki" dedim. Babam "Hadi gidelim o zaman" dediğinde hep birlikte ayağa kalktık. Annemin ve babamın koluna girerek merdivenleri indim. Hastanenin bahçesinde Bora ile karşılaştık. "Merhaba" dedi Bora. "Merhaba" diye karşılık verdik üçümüz de. Okuldan çıkıp gelmişti anlaşılan. Üzerinde okul formaları, gevşek bağladığı kravatı ve tek omzuna astığı okul çantası vardı. Saçları dağınıktı. "Hayırdır oğlum? Bir şey mi oldu?" diye sordu annem.  "Önemli bir şey yok Zeynep Teyze. Rutin sağlık kontrolüne gelmiştim işte. İyiymişim, bir şey çıkmadı. Şimdi eve gidiyordum" diye yanıtladı Bora. "Biz de eve gidiyoruz. Gel bizimle" dedi babam. "Çok iyi olur Murat amca. Çok teşekkür ederim" dedi Bora. "Önemli değil oğlum" dedi babam. Birlikte arabaya bindik. "Yorgun görünüyorsun Bora" dedi babam. Haklıydı. Bora dağınık saçları, hafif çökmüş omuzları ve bitkin bakan gözleriyle gerçekten yorgun görünüyordu. "Okul çıkışı arkadaşlarla basketbol oynadık da biraz. Maçlara az kaldı. Çalışmış oluruz diye düşündük. O yüzden yorgunum biraz" diye yanıtladı. Maçlara az kaldığı gerçeği gerilmeme sebep oluyordu. Doktor her ne kadar iyi olacağımı söylese de bazen maçlara kadar iyileşemeyeceğimi düşünüyordum. "Deniz maçlar için çok heyecanlı. Doktor iyileşir diyor ama o hâlâ endişeli" dedi annem. "Gördüğüm kadarıyla artık yardım almadan yürüyebiliyor. O yüzden toparlaması kolay olur" dedi Bora. "Umarım söylediğiniz gibi olur" dedim. "Maçlara çok sıkı hazırlanmana da gerek yok. İyi bir oyuncusun. Maçlara kadar iyileşeceksin ta..." dedi ama cümlesini bitirmeden sustu. Büyük ihtimalle lakabımı söyleyecekti ve ailemin olduğunu hatırlayıp susmuştu. Yutkundu. "Tabi ki" diye tamamladı cümlesini. Babam kısa bir süreliğine bize baktı. Acaba anlıyor muydu? Sonuçta ebeveynlerin sezgileri kuvvetlidir derlerdi. Bora yaptığı hatayı ört bas etmek istercesine öksürdü. Çok geçmeden eve gelmiştik. Çok yorgun olduğum için hemen odama çıktım. Pantolonumu çıkarıp pijamamı giydiğim an dünyanın en huzurlu insanı olabilirdim. Pantolonumu ayağımla bir köşeye fırlattım. Sonra toplardım nasıl olsa. Bileğimdeki tokayla saçlarımı toplamaya hazırlanırken gelen aramayla irkildim. Bora arıyordu. O an yapacağım ev topuzundan vazgeçip saçımı düzgün bir atkuyruğu yaptım. Çünkü görüntülü arıyordu. Son olarak hafifçe öksürüp sesimi de kontrol ettikten sonra telefonu açtım. "Nasılsın Tatlı Bela'm" dedi Bora yüzündeki gülümsemeyle. "İyiyim Egoist Prens'im. Sen nasılsın?" diye sordum. "İyiyim" dedi. Bir süre sonra "iyileştiğini görmek çok güzel" dedi. Ardından "Seni çok özledim" dedi. Tam cevap verecekken "Yani hepimiz özledik. Bizimkiler falan" dedi. "Ben de" dedim. "Ben de sizi özledim" dedim hemen ardından. "Deniz, ben aslında oraya seni görmek için gelmiştim. Sonuçları almak için değil" dedi. Bu söylediği beni mutlu etmişti. Sanırım bu yüzden sırıtmama engel olamıyordum. "Orada olduğumu nereden biliyordun" diye sordum. "Batu söyledi" diye cevapladı. "Deniz, sana bir şey söylemek istiyorum" dedi. "Söyle Bora. Dinliyorum" dedim. İster istemez heyecanlanmıştım. "Yani açıkçası söyleyip söylememek konusunda tereddüt ediyorum" dedi. "Bora yarı sakat halimle beni yorma istersen" dedim. "Aceleye getirmek istemiyorum ama" diye karşılık verdi. "Peki. Tamam. Ne zaman söyleyeceksin?" diye sordum kabullenerek. "Sen tamamen iyileştiğinde. Tutunmadan yürüyebilecek duruma geldiğinde" diye cevapladı. "Tamam. Bekleyebilirim sanırım" dedim.
Ertesi Gün
Bugün normalden daha erken uyanmıştım. Okula gitmediğim günlerde hep erken uyanırdım. Bu huyumu da hiç sevmiyordum. Annemin ve babamın henüz uyanmadığını düşünerek odanın içinde sessizce yürümeye başladım. Bir saatten uzun süren denemelerimin ardından nihayet bir yere tutunmadan yürüyebiliyordum. Benden mutlusu yoktu. Şu an sanki dünyayı değiştirecek yeni bir icat yapmışım gibi, uzun süredir beklediğim bir şeye kavuşmuşum gibi, kötü geçen sınavdan yüksek not almış gibi mutluydum. Bağırmak, çağırmak, çığlık atmak ve yüksek sesle gülmek geliyordu içimden. Ama yapamazdım. Sonuçta sabahın bu erken saatinde kimse benim yüzümden uyansın istemezdim. Ama gülmeme bir türlü engel olamıyordum. Sağlıklıyken sağlığımızın değerini bilemiyorduk ne yazık ki. Şimdi yine eskisi gibiydim. Yardım almadan yürüyebiliyor, daha hızlı adım atabiliyordum. O sırada odama gelen birtakım sesler duyup dinlemeye başladım. Televizyondan geliyordu. Annem ve babam uyanmıştı anlaşılan. Annem beni uyandırmaya çıkmadan onlara bir sürpriz yapmak istedim. Yüzümdeki kocaman gülümsemeyle merdivenleri indim. Yemek masası çoktan hazırdı. Annem televizyon izliyor, babam da gazete okuyordu. Beni fark ettiklerinde duvara tutundum. "Deniz, erken uyanmışsın kızım. Biraz daha uyu diye kaldırmamıştım seni" dedi annem. "Bugün erken uyandım" dedim. "E günaydın o zaman. Sana pek günaydın diyemiyoruz. Genelde tünaydın diyoruz" dedi babam gülerek. Gülümseyerek "Günaydın" diye karşılık verdim. Daha sonra annem ve babam yerlerinden kalkıp bana doğru gelmeye başladılar. "Niye geliyorsunuz?" diye sordum. "Yardım etmeye kızım. Yanımıza gelirken tutunabileceğin bir yer yok" diye cevapladı babam. "Bir dakika. Tutunmama gerek olduğunu kim söyledi?" dediğimde oldukları yerde kaldılar ve birbirlerine baktılar. Daha sonra bakışları yine bana çevrildi. Onlarla doğru yürümeye başladım. Yanlarına ulaştığımda ikisine birden sımsıkı sarıldım. Onlar benden daha mutluydu. Onlardan ayrıldığımda annemden beni videoya çekmesini istedim. Bizimkilere gönderecektim. Annem videoyu çektikten sonra "Minik kızınız ilk adımlarını atıyor" yazıp gönderdim. Daha sonra da yavaş adımlarla odama çıktım. Bora'yı aradım. Her zamanki gibi ilk çalışta açtı telefonu. "Efendim güzelim" dedi. "Cama çıkabilir misin?" dediğim anda Bora'nın odasının perdesi açıldı. Okula gitmek için hazırlanmıştı.  Odanın bir ucundan pencereye kadar yürüdüm ve pencerenin önündeki puf koltuğa oturdum. Bora gülüyordu. "Nasıl ama? Hâlâ kaptanlığımdan bir şey kaybetmemişim değil mi?" dedim. "Harikasın Deniz. Gerçekten çok mutlu oldum. Bu kadar çabuk yapacağını tahmin etmemiştim. Nereye gitmek istersin? Takıma ve okula dönüşünü kutlayalım" dedi heyecanla. "Sakin ol. Zaten haftaya okula geleceğim. Ayrıca hala yavaş yavaş yürüyorum. Henüz bir yere çıkamam" dedim. "İyileşeceğin günü dört gözle bekliyorum" dedi. 
Bora Özay
Deniz davet edeceğim yere gelemeyeceğini söylediğinde üzülmüştüm. Ama bu onun için başka bir sürpriz hazırlamama engel değildi.
Ertesi Gün
Deniz Aydın
Bugün evde yalnızdım. Annem ve babamın izin süresi bitmişti. Bu yüzden işe gitmek zorunda kalmışlardı ama gün içinde sürekli beni aramışlardı. Teyzem de aramıştı birkaç defa. Saate baktım. Okulun bitmesine on dakika kalmıştı. Beş maymunumu da arayamıyordum çünkü onlar da dersteydi. Okula gitmemenin en kötü yanı da sıkıntıdan patlamaktı. Yarım saat sonra kapı çaldı. Kapı dürbününden baktım. Batu gelmişti. Sevinçle kapıyı açtım. "Hoşgeldiiiiin" dedim neşeyle. "Hoşbulduuum" diye karşılık verdi içeri girerken. Kapıyı kapatıp yanına gittim. Koltuğa otururken "Naber tosbağa" dedi. Yavaş yürüdüğüm için böyle diyordu. "Tekme atamam ama ellerim sağlam. Suratının ortasına bir yumruk indirebilirim" dedim yumruğumu göstererek. "Hadi oradan" dedi. "Aj mısın?" dedim nerenin olduğunu bilmediğim bir şiveyle. "Değilim, sağol. Seni merak ettim. Bugün bizi aramadın" dedi. "Okulda olduğunuz için aramadım. Ayrıca hasta olan benim. Sizin beni aramanız gerekiyor" dedim. "Bora'yı da aramadın" dedi Batu. "Bora'yı niye arayacakmışım?" diye sordum. "Bilmem. İkiniz çok iyi anlaşıyorsunuz. En azından onu ararsın diye düşünmüştüm" dedi. Cevap vermedim. Kısa bir sessizliğin ardından "Ondan hoşlanıyorsun değil mi?" dedi. "Nereden çıktı şimdi bu" diye sordum. "17 yıldır kuzenimsin. Seni benden iyi kim tanıyabilir?" dedi. "Aramızda kalacak değil mi?" diye sordum. "Tabi ki" diye cevapladı. "Evet" dedim. "Aramızda kalacak, söz veriyorum" dedi. "Bence o da senden hoşlanıyor" dedi. Batu'ya baktım. "Ne? Şimdiye kadar anlamışsındır diye düşünmüştüm. Sence de hareketleri bunu göstermiyor mu? Bazen öyle davranışlar sergiliyorsunuz ki flörtleştiğinizi sanıyoruz" dedi. "Aslında düşündüm. Ama o kadar da emin değilim" dedim. "Neyse. Zaten yarım akıllı bir şeysin. Aklını daha fazla karıştırmayayım. Gel, bahçeye çıkalım. Sen kaç gündür çıkamıyorsun kabuğundan. Tosbağa" dedi. "Sensin yarım akıllı" dedim ve onun peşinden ben de bahçeye çıktım. Gördüğüm manzara ağzımı açık bırakmaya yetmişti. Arkadaşlarım tam karşımda, kutlama için beni bekliyorlardı. İki masayı birleştirmiş, üzerine atıştırmalıklar, içecekler ve bir de pasta koymuşlar, ellerinde "Geçmiş olsun Deniz'imiz" yazan büyük bir pankart tutuyorlardı. "Baktık sen dışarı çıkamıyorsun, biz de kutlamayı sana getirdik" dedi Batu diğerlerinin yanına yürürken. "Hepinize çok teşekkür ederim" deyip hepsine sırayla sarıldım. "Bora'nın fikriydi. Asıl teşekkürü o hak ediyor" dedi Ceren. Bora'ya bakıp bir kez daha teşekkür ettim. "Benim için bir zevkti. Tatlı Bela'm iyileşmişti, ben sepet gibi oturacak mıydım? Öğrenci haliyle bir şeyler yapmaya çalıştık işte. Zamanım olsa daha özenli olurdu" dedi. Hemen önünde duran sandalyeyi çekip "Otursana" dedi. Teşekkür edip oturdum. O da bir sandalye çekip yanıma oturdu. Masadaki her şeyi silip süpürdüğümüzde ve dışarı akşam serinliği iyice çökmeye başladığında evlere dağılma kararı aldık. Eşyaları topladık ve herkes yavaş yavaş evlerine gitti. Bahçede sadece Bora ve ben kalmıştık ve biz de gitmek için hazırlanıyorduk. "Görüşürüz Bora. Her şey için tekrar teşekkür ederim" dediğim sırada Bora "Biraz bekler misin lütfen" deyip beni durdurdu. Yanında duran saksıyı bana doğru uzattı. Beyaz ve mor renklerde bir saksıydı bu. İçinde beyaz orkideler vardı. "Buket halinde vermeyi düşünmüştüm ama bu şekilde daha kalıcı ve daha güzel olacağını düşündüm. Hem böylesi senin için daha özel olur diye umuyorum. Onu sen yetiştireceksin. Senin emeğin ve sevginle büyüyecek o çiçek" dedi. Yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı. Bu benim için gerçekten de çok güzel ve özel bir hediyeydi. Gülümseyerek "Çok teşekkürler Bora. Bu çiçeğe çok iyi bakacağım. Çünkü bu benim için çok özel" dedim. "Bu çiçeğin anlamını öğrendiğinde senin için daha özel bir hal alır belki" diyerek gülümsedi. 

Tatlı BelaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin