Gevşek arkadaşlarımla uğraştığım, Sarı Kafa lakaplı Poyraz'a sövüp süpürdüğüm bir hafta geçip gitmişti. Cuma gününe gelmiştik. Yarın İzmir'e gidecek olmanın heyecanı vardı üzerimde. Sanırım bu yüzden erken uyanmıştım. Saat 5.30'du. Telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim. Sabahın köründe kim mesaj atardı ki? Korkarak açtım telefonu. Bizimkilerden mesaj gelmişti. Korkmakta da haklı çıkmıştım. Özgür gruba Mert'in hastaneye kaldırıldığını yazmıştı. Telefonu kapatıp "Anne! Baba!" diye bağırarak annemlerin yanına gittim. Annem ve babam valiz hazırlıyordu. "Ne oldu kızım? Niye bağırıyorsun" dedi annem panikle. "Mert hastanedeymiş" dedim. "Biliyoruz kızım. O yüzden bugün gideceğiz İzmir'e" dedi babam. "Neyi varmış?" diye sordum. "Biz de bilmiyoruz ki" diye cevap verdiler. "Hadi hazırlan sen kızım. Ne kadar erken çıkarsak o kadar çabuk varırız." dedi babam. Koşarak merdivenleri çıktım ve giyinme odama girdim. Aceleyle bulduğum kıyafetleri üzerime geçirdim. Hazırlanıp valizimi de aldıktan sonra aşağı indim. Babam valizleri arabaya yerleştiriyor, annem de dün bizimkiler için yaptığı patatesli börekleri bir kaba yerleştiriyordu. Ben de o sırada Venüs'ün yemeğini ve suyunu verdim. Onu kime emanet edecektim? Yanıma alamazdım. Anneme her ne kadar yalvarsam da onu almama izin vermeyecekti. Birkaç saat sonra Batu'yu arayıp onu almasını söylemekten başka çarem yoktu. Önce Batu'ya bugün okula gelmeyeceğimi belirten bir mesaj attım. Ona haber vermeden gidersem hem beni okulda merak ederdi hem de döndüğüm zaman kıtır kıtır keserdi. Yola çıktığımızda annemin de benim de endişeli olduğumuz yüzümüzden okunuyordu. Babam bir yandan araba kullanıyor bir yandan da bizi sakinleştirmeye çalışıyordu. Mert'e bir şey olacağını düşündükçe daha kötü hissediyordum. Gözyaşlarımı tutamayıp ağlamaya başladım. Kardeşlerimden birine zarar gelirse ne yapardım ben? Onlar varken güzeldi her şey. İçlerinden birine zarar gelirse mahvolurdum ben.
Yaklaşık 6 saat süren bir yolculuğun ardından İzmir'e varmıştık. Hastaneye girer girmez hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Odayı bulduğumda içeri girdim. Bizimkiler beni görür görmez yanıma gelip sarıldılar. Yatakta öylece oturan Mert'e sarıldım. " Geçmiş olsun sayın gevşek. Ne oldu lan sana?" diye sordum. "Bir şey yok kanka ya. Önemli bir şey değil" dedi. Merve'nin kulağına "Ne olmuş kanka buna?" diye fısıldadım. "Ben de bilmiyorum ki. Anlatmadı bize de. Ayla teyzeye sorduk. O da söylemiyor. Mert bizimkilere söylemeyin demiş. Kim bilir yine ne salaklık yaptı" diye cevap verdi. "Hoş geldin Deniz'im. Özledik" dedi Mert. "Ben pek hoş bulmadım" dedim. "O ne demek lan öyle?" dedi Çağatay. "Baksanıza şuna. Mert artık bizden sır da saklıyor. Ulan ben sizden bir kere bile bir şey sakladım mı be?" dedim. "Ya kıyamam. Sen ona mı atar yapıyorsun? Önemli bir şey değil. Vallahi bak." dedi Mert gülümseyerek. "Tamam. Öyle olsun" dedim. Bir süre sonra anne ve babalar girdi içeri. Mert, annemin hazırlamış olduğu börekleri sömürdü. Daha sonra 'çocuklar kendi aralarında konuşsunlar' diyerek çıktılar odadan. "Aa. Bakın ben size ne aldım" dedim ve yanımda getirdiğim poşetleri onlara uzattım. Özgür'e söz verdiğim hediyeyi almıştım. Mert'e de artık Özgür'ün kıyafetlerini giymemesi için aynı hediyeden almıştım. Çağatay'a da vazgeçemediği takımının eşyalarından almıştım. Tişört canavarı İzel'ime birkaç tişört, kitap bağımlısı Sılaşkım'a ise okumayı istediği birkaç kitabı almıştım. Mert aldığım şeyi görür görmez "Bu ney lan?" dedi. Kıkırdayarak "Özgür'ün eşyalarını kullanma diye onun kıyafetlerinden sana da aldım" dedim. "Aynı olmayan bir şey bulur illa ki bu it" dedi ve Mert'e bir yastık fırlattı. Mert aynı yastığı Özgür'e fırlatarak "Hastayım ben hasta. Saygısız herif." dedi. O sırada İzel "Yaa Deniz. Kanka rengarenk almışsın tişörtleri, çok teşekkür ederim." dedi. "Önemli değil kankam" dedim. Mert "Moda anlayışı yok Deniz'in. Siz rengarenk giyiniyorsunuz ama o hep siyahlar içinde " dedi. Gözlerimi kısarak ona baktım ve "Senin cenazen için hazırlanıyorum" dedim. Batu'yu aramak geldi aklıma. Telefonu açar açmaz "Neden gelmedin okula?" dedi. Mesajımı görmemişti anlaşılan. Durumu anlatıp Venüs'ü almasını söyledim. "Tamam ben alır eve götürürüm onu" dedi. O gün hiç konuşmayan Özgür'e kaydı bakışlarım. Tek bir noktaya gözlerini kenetlemiş, öylece yere bakıyordu. Durgun görünüyordu. Penguenler gibi yürüyerek yanına gittim ve kollarımı beline doladım. "Ne olmuş benim Özgür'üme?" dedim başımı Özgür'ün çenesinin altına yerleştirerek. O da kollarını bana sardı ve "Endişeleniyorum be Deniz'im" dedi. Başımı kaldırıp 'Neden?' diye sorarcasına baktım. "Mert'e ne olduğundan haberim bile yok. Neden burada olduğunu bilmiyorum mesela. Şimdi böyle iyi görünüyor ama ya ters giden bir şeyler varsa da biz bilmiyorsak? Mert göründüğü kadar iyi değilse ne olacak? Bize güvenmediği için mi anlatmıyor sence?" dedi. Özgür ve Mert her ne kadar anlaşamıyor gibi gözükse de birbirlerini çok severler, birbirleri için endişelenirlerdi. "Neden burada olduğunu bilmediğim için ben de endişeliyim. Ama Mert iyiyim diyorsa iyidir. Bize böyle bir konuda iyiyim diye yalan söylemez. Şu güven konusuna gelince. Dokuz yıldır beraberiz biz. Birkaç ay sonra on yıl olacak. Eminim ki Mert bize güveniyordur. Belki sadece anlatmak istemiyordur. Ya da belki anlatırken utanacağı bir şeydir. Sıkma sen canını. Hasta masta değil oğlum bu. Baksana şuna. Domuz gibi" dedim. Gülümseyerek karşılık verdi Özgür. "Özledik hepimiz seni" deyip daha sıkı sarıldı bana. "Ben de hepinizi çook özledim" dedim. Telefonum çaldığında Bora'nın aradığını gördüm. Telefonu açtım. Açar açmaz Batuhan gibi o da soru yağmuruna tuttu beni. "Neredesin? Okula neden gelmedin? İyi misin?" diye birkaç soruyu art arda sıraladı. "İzmir'deyim. Mert hastanedeymiş. O yüzden erken geldik İzmir'e." dedim. "Seni çok merak ettim. Bizimkiler de merak etti tabii. İzmir'de çok kalmazsın değil mi? En kısa zamanda gel" dedi. "Geç kalmam merak etme. Pazar günü akşam İstanbul'da olurum."dedim. "Peki. Şey bir de Buddy buradaydı. Ona kim bakacak? Ben bakabilirim istersen" dedi. "Batu gelip alacak. Teşekkürler yine de" dedim. "Mert'in durumu nasıl? Geçmiş olsun dediğimi söyle" dedi. "Gayet iyi. Merak etme" dedim. "Kendi iyi bak Tatlı Bela'm. Görüşürüz" dedi. "Görüşürüz Egoist Prens'im" dedim. "Egoist Prens'im?" dedi sorarcasına. "Hep sen mi bana hitap ederken aitlik eki kullanacaksın. Biraz da ben kullanayım" dedim. "Bunu sevdim. Peki" dedi. "Peki" dedim ve telefonu kapattım.
Akşam olduğunda doktor ve hemşire odaya gelip Mert'i kontrol ettiler. İyi olduğunu söylediler. Yine de biraz daha hastanede kalması gerekiyormuş. Bizim gevşek Mert oturduğu yerde yarım saatten fazla kalamazdı ki. Biraz daha hastanede kalacağını öğrenince çıldırdı doğal olarak. Onun bu çıldırmış halini videoya alan Özgür'ü ayağa kalkabilse öldürecekti Mert. Mert'i sakinleştirmeye çalışırken Çağatay'ın durumu geldi aklıma. Mert'i yerine oturtmayı başardıktan sonra Çağatay'a Elif ile aralarının düzelip düzelmediğini sordum. Onun yerine Sıla "Elif devri kapandı kanka. Çağatay kendine başka bir kız bulmuş. Güya Elif'i pişman edecek" diye cevap verdi. "Kanka bak tutunacak dal arama. Sonra o dal..." dedim cümlemi yarım bırakarak. Özgür cümleyi benim yerime tamamlayarak "Bir tarafına girer" dedi. "Aynen" dedim parmağımı şıklatarak. "Kanka ne yapacağımı şaşırdım ben de. Bilmiyorum ki ne yapmam gerektiğini" dedi. Gece olduğunda hepimiz Mert'in yanında kalmak istesek de hepimiz hastane odasına sığamayacaktık. Evlere dağılmak zorundaydık. Siteye geldiğimizde burayı ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Burada koskoca 17 yıl geçirmiştim. Doğduğumdan beri buradaydım. Ait olduğum yer burasıydı. Ailem dediğim insanların hepsi buradaydı. Artık tek bir isteğim vardı. Bir an önce İzmir'de bir üniversite kazanmalı ve ait olduğum yere geri dönmeliydim. Özlediğim yerde özlediğim insanlarla beraberdim artık. Sadece birkaç günlüğüne olsa da artık onlarla beraberdim. Sınırlı olan iki günümü onlarla beraber bir sürü gevşeklik yaparak geçireceğim için mutluydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Bela
Teen Fiction"Beni sakın bırakma Tatlı Bela'm" dedi. Güldüm. "Ölsem de seni bırakmam Egoist Prens"