Sabahın 08.00'inde uyanmak bir işkenceydi ama buna mecburdum. İstemeyerek de olsa yataktan kalktım ve alarmımı susturdum. Banyoya girip yüzümü yıkadım ve okula gitmek için hazırlanmaya başladım. Siyah eteğimi ve beyaz gömleğimi giydim. Kravatımı takmadım ve okul ceketi yerine bordo bir ceket giydim. Saçlarımı açık bıraktım. Sadece lipbalm sürdüm ve makyaj yapmadan aşağı indim. Anneme ve babama gülümseyerek "Günaydın" dedim ve kahvaltı masasına oturdum. Kahvaltımı yaptıktan sonra yukarı çıkıp dişlerimi fırçaladım ve tekrar aşağı indim. Annem ve babam işe gitmek için arabalarına bindiler. Beni bırakmak istediklerinde kendim gidebileceğimi söyledim. Ceketime uyacak bordo ayakkabılarımı giydikten sonra siyah okul çantamı aldım ve evden çıktım. Yaklaşık on dakika sonra okula vardım. Okula girer girmez sınıfıma çıktım. Sınıfta Bora ve saz arkadaşları vardı. Onlar dışında isimlerinin Aslı, Yaren, Ali ve Kaan olduğunu bildiğim dört kişi vardı. Beste ve Ceren henüz gelmemişlerdi. Egoist Prens Bora'nın yanındaki sırama doğru ilerledim ve çantamı sıraya bırakarak oturdum. Çantamdan kitabımı çıkardım ve okumaya başladım. Bora "Benim Tatlı Bela inek çıktı" dedi. Sinirlenmiştim. Kitap okuyan veya ders çalışan insanlara neden inek denirdi ki? Aslında alışkındım. Bizimkiler de kitap okuduğumda bana inek derdi ama her duyduğumda yine de sinirlenirdim. Sinirle Bora'ya döndüm ve "Bana bak kale direği. Sen değil miydin ilk geldiğim gün 'bizim sınıfta sadece zeki öğrenciler var. Müdür Bey lisenin ilk yılından beri yeni öğrenci almadı' diyen? O zaman sen inek olmuyor musun oksijen israfı?" dedim. Yağız ellerini sakin ol der gibi yukarı kaldırdı ve "Hop! Sakin ol şampiyon." dedi. Arda da ellerini Yağız'ın yaptığı gibi havaya kaldırarak "Aynen. Bi relax" dedi. Onlara sinirle baktım ve "Kesin sesinizi" dedim. Tam o sırada arkadan bir el omzuma dokundu. Kim olduğunu görebilmek için arkamı döndüm. Dokunan kişi Ceren'di. O da Bora ve gereksiz arkadaşlarına sinirle baktıktan sonra bana döndü ve "Bir sorun mu var?" dedi. "Hayır. Önemli bir şey yok" dedim. Ceren Arda'nın yanındaki sıraya çantasını bıraktıktan sonra yanıma geldi ve "Bahçeye inmek ister misin?" diye sordu. Başımı 'olur' anlamında salladım. Beraber çantamızdan telefonlarımızı aldık ve aşağı indik. Biz gıybet yaparken Beste bahçe kapısından içeri girdi ve neşeli bir şekilde gülümseyerek "Günaydın bebekler" dedi. Yanımıza oturdu ve gıybete kaldığımız yerden devam ettik. Dedikodu yapmamamız bittikten sonra yukarı çıkmak için ayağa kalktığımızda zil çaldı. Zamanlamamız mükemmeldi. Sınıfa çıkınca telefonlarımızı sessize aldık ve eteklerimizin cebine koyduk. Eteklerimizde cep olması bizim için avantajdı. Üstelik ceplerin karşıdan bakınca belli olmaması harikaydı. Sıralarımıza oturduk ve biyoloji kitaplarını çıkarıp öğretmeni beklemeye başladık. Öğretmen gelince kırk dakikalık bir zulmün sonunda teneffüse çıktık. Biyoloji dersini severdim ama sanırım sıra arkadaşımın(!) çıkardığı tuhaf ve iğrenç sesler yüzünden işkence gibi gelmişti. Tüm ders boyunca bitmiş keçeli kalemiyle yazı yazmayan çalışmıştı. Bunu beni delirtmek için yaptığını biliyordum. Teneffüste kızlarla bahçede oturduk. Onlara bizimkileri anlattım. Dostluğumuzu, aramızdaki bağı çok sevdiklerini söylemişlerdi. Aslında dostluğumuzu herkes severdi ve tanıdığımız birçok kişi bize imrendiklerini söylerdi. Onlardan bahsedince içime küçük bir özlem duygusu düştü. İkinci ders de biyolojiydi. Egoist Prens'in daha insanımsı sesler çıkarmasını umarak sırama oturdum. Umduğum gibi olmadı. Bu sefer sanki anlaşmış gibi Arda ve Yağız da aynı sesleri çıkarıyordu. Üç kişi birden yapınca gerçekten berbat oluyordu. Teneffüs zili çaldığında ağ atamayıp gökdelenden düşmüş örümcek adam gibi hissediyordum. Beste ve Ceren kantine gitme fikrini öne attıklarında daha sonra geleceğimi söyleyerek lavaboya gittim. Sanırım yüzümü yıkarsam daha iyi hissedebilirdim. Alnımı hafif bir şekilde ıslattım. Biraz daha iyi hissediyordum. Lavabodan çıkıp kızların yanına gitmek için koridorda yürümeye başladığımda birisi kolumdan tutarak beni duvara doğru çekti. Beni duvara doğru çeken kızın İlk geldiğim gün Bora'nın koluna giren kız olduğunu fark ettim. Zihnimi biraz daha kurcaladıktan sonra kızın adının Cansu olduğunu hatırladım. Kız tuttuğu kolumu hala bırakmamıştı. "Bora'dan uzak dur Deniz" dedi Cansu. Şaşkınlıkla ona bakıyordum. Bora ve ben. Ne olmuştu da bu kadar sinirlenmişti. Hala kolumu tutuyordu. "Bora'yla konuştuğunu bir daha görmeyeceğim" diye tehditkar bir sesle konuştu. Sanırım gözümü korkutmak istiyordu ama bana etki etmiyordu. Ortaokuldan beri Özgür, Mert ve Çağatay'dan hoşlanan kızlar İzel, Sıla ve bana karşı bu tarz cümleleri çok sık kullanıyordu ve artık bu tarz cümleler bize etki etmiyordu. Cansu'nun kullandığı cümleler ve ses tonu çok sinirimi bozmuştu. Sinirden gülmeye başladım. Cansu'nun hala kolumda olan kolunu sert bir şekilde kavrayıp geriye doğru döndürdüm ve kolumu kurtardım. Elimi Cansu'nun kolunu çekmeden konuşmaya başladım "Bak kızım. Birincisi sen benim kiminle konuşacağıma, kime yakın, kime uzak olacağıma karışamazsın. İkincisi Bora ve benim aramda sandığın gibi bir şey yok. Bir daha benimle böyle konuşursan sana bu kadar yumuşak davranmam" diyerek kolunu bıraktım. Sanırım kolunu tutarken biraz fazla sıkmıştım. Kolu kıpkırmızıydı. Beyaz tenli olduğu için kızardığı belli oluyordu. İçimden bir kez daha 'yaşasın esmer olmak' diye geçirdim ve aşağı indim. Kızların yanına bir sandalye çekip oturdum. "Kızlar bu Cansu denen kız Bora'nın neyi oluyor?" diye sordum. Ceren ve Beste bana anlamadıklarını belirten bir şekilde baktığında olanları anlattım. Beste "Cansu Bora'dan bir buçuk yıldır hoşlanıyor" dedi. Ceren "Aslında tam hoşlanıyor da denemez. Bora'dan hoşlandığı süre boyunca birçok çocuğa yürüdü ama biri sorduğunda Bora'dan hoşlandığını söylüyor" dedi. Zil çalınca sınıfa girdik. Rutin bir ders-teneffüs döngüsünden sonra kızlarla eve doğru yürümeye başladık. Zili çaldım. Kapıyı Melike Teyze açtı. "Hoşgeldin kuzum" dedi. "Hoşbuldum Melike Teyze" dedim. "Zeynep Hanım ve Murat Bey'in işleri bugün uzun sürecekmiş. Onlar gelene kadar yanında kalmamı ister misin?" dedi Melike Teyze. "Gerek yok Melike Teyze sen işlerin bitince evine gidip dinlen. Yorulmuşsundur"dedim. "Tamam kuzum iki saat sonra çıkacağım bir şeye ihtiyacın olursa haber ver" dedi. "Tamam" dedim ve odama çıktım. Üzerimi değiştirmek için kıyafet odama girdim. Evimize çok yakın büyük bir park vardı. Üzerimi değiştirip oraya gidecektim. Yarınki seçmelere hazırlanmam gerekiyordu. Altıma siyah spor bir şort üzerime de mavi kolsuz bir tişört giydikten sonra basket topumu alıp aşağı indim. "Melike Teyze ben şuradaki büyük parka gidiyorum." dedim. Melike Teyze "Tamam canım." dedi. Siyah spor ayakkabılarımı da giydikten sonra yola çıktım. Beş dakika sonra parka vardım. Biraz yürüdükten sonra iki futbol ve iki basket sahasının olduğu bir yere geldim. Basket sahalarının ikisi de boştu. Şanslıydım. Yanıma aldığım su şişesini basketbol sahasının tellerine yasladıktan sonra topu sektirerek potaya bir üçlük attım. Kendimi basketbolda geliştirmiştim sanırım. Geldiğimden beri her seferinde basket atmayı başarmıştım. Tam topu atmak için kollarımı kaldırmıştım ki arkadan tanıdık bir ses duydum. "Benim Tatlı Bela bir şeyler beceriyor sanırım" dedi sesin sahibi. Bora olduğunu anlamam uzun sürmedi. Arkamı döndüm. Bora, Arda, Yağız ve kendileri gibi sırık arkadaşları vardı. Bora elindeki basket topunu sektiriyordu. "Çık bakalım güzelim. Burada biz oynayacağız" dedi. Sinir bozucu bir şekilde gülümsedim. Elimle karşıdaki boş sahayı işaret ettim ve "Lan sırık panda. Boş sahayı görmüyor musun?" dedim. Bora'ya sırık demem ne kadar doğruydu bilmiyordum. Çünkü benim de boyum uzundu ama sonra Bora'nın benden 13-14 cm uzun olduğu aklıma gelince haklı olduğumu düşündüm. "Görüyorum ama biz hep burada oynarız. Bu yüzden seni boş sahaya alalım" dedi. Bu çocuk beni sinir etmek için elinden geleni yapıyordu. Sahadan çıkmadım ve oynamaya devam ettim. Bora da uğraşmaktan sıkılmış olacak ki sırık arkadaşlarıyla beraber boş sahaya geçti. Ben buraya geleli bir saat olmuştu. Bu kadar çalışmanın yeterli olduğunu düşünerek eve doğru yola koyuldum. Eve vardığımda Melike Teyze bana atıştıracak bir şeyler hazırlamıştı. Onları yedim. Melike Teyze gittikten sonra banyoma gittim ve duşa girdim. Duştan sonra pijamalarımı giyip çatı katına çıktım. Annem ve babam gelene kadar kitap okudum. Onlar geldikten sonra akşam yemeği için masaya oturdum. Yemekten sonra Venüs'e yemek ve su verdim. Onunla biraz oynadıktan sonra içeri girdim. Annem ve babamla birlikte biraz oturup televizyon izledim. Sonra da "Yarın seçmeler var. Bana şans dileyin" dedim. Onlar da "İyi şanslar kızım" dedikten sonra yukarı çıktım ve bizimkilere mesaj yazmaya karar verdim. Telefonumu elime aldım.
*** 6 Şebelek Whatsapp Grubu***
Deniz: Bana şans dileyin yarın seçmeler var.
Çağatay: İyi şanslar Üşengeç Prenses.
Mert: Senin şans dilemeye ihtiyacın yok Derin Deniz sen yaparsın.
Sıla: Yaparsın sen meleğim. İyi şanslar.
İzel: Yapabilirsin. İyi şanslar
Özgür: Başarabilirsin.
****************************
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Bela
Genç Kurgu"Beni sakın bırakma Tatlı Bela'm" dedi. Güldüm. "Ölsem de seni bırakmam Egoist Prens"