Bölüm 24

174 5 4
                                    

Dün Gökhan amcaya yakalandıktan sonra çok ağır bir cezaya çarptırılmıştım. Meğer annem ve babam İzmir'de 5 gün daha kalma kararı almış. Bu adam kaçırma operasyonunun sonucu da benim 5 günlük bu nimetten yararlanamayacak olmamdı. Mert'in neden hastaneye kaldırıldığını da öğrenmiştim. Meğerse bizim beyin yoksunu biricik kankamız masanın üzerinde bir bardağın içinde duran çamaşır suyunu normal su sanıp içmiş, dolayısıyla da zehirlenmişti. Bunları düşündüğüm sırada İzmir'in tahta banklarından birinde denizi karşıma almış oturuyordum. En sevdiğim şeylerden biri de buydu. İzmir'in denize karşı duran banklarında oturup rüzgarın getirdiği deniz kokusunu içime çekmek. Aile büyükleri Mert'i hastaneden almaya gitmiş, ben de kimseye haber vermeden buraya gelmiştim. Birkaç saat sonra uçağa binecek ve buradan ayrılacaktım. Kardeşlerimi yine burada bırakacak ve gidecektim. Gözlerimin dolduğunu fark ettim. Bu sefer gözyaşlarımı tutmaya çalışmadım. Gözyaşlarımın yavaş yavaş yanaklarımdan süzülmesine izin verdim. O sırada biri gelip yanıma oturdu. Kim olduğunu görebilmek için başımı ondan tarafa çevirdim. Gelen Elif'ti. Bana bakıp "Deniz. Burada olacağını tahmin etmiştim" dedi ve gülümsedi. "Elif" dedim ve sarıldık birbirimize. Ayrıldığımızdaysa "İlk geldiğin gün yanına gelecektim ama..." dedi. Cümlesinin devamını nasıl getireceğini düşünüyordu. Yutkundu ve "Çağatay ile aramızda olanları biliyorsundur herhalde." dedi. "Evet, biliyorum" dedim. Gözlerini kısa bir süreliğine kapattı. Daha sonra "Bir türlü bana inanmıyor. Ona ne kadar anlatmaya çalışsam da dinlemedi beni. Yemin ederim ki o gün buluşmak için Burak beni zorladı. Ben Çağatay'a ihanet etmedim. Yemin ederim" dedi. Zaten çok duygusal olan Elif yine kendini tutamayıp ağlamıştı. "Yemin etme Elif. Ben sana inanıyorum. Hepimiz inanıyoruz" diye onu teselli etmeye çalıştım. Bana baktı ve "Şimdi kiminle olduğunu biliyor musun?" dedi. "Hayır, bilmiyorum"diye cevap verdim bu sorusuna. "Çağatay sana anlatmaya fırsat bulamamıştır. Malum, Mert hastanedeydi" dedi. "Kiminle beraber olursa olsun. Sana haksızlık ettiğini anlayacak. O zaman yaptığı hatanın farkına varacak" dedim. O sırada biri "Üşengeç Kız" diye seslendi. Tanıdık gelen bu sesle ikimiz de arkamıza döndük. Çağatay ve yanında okulun iticilikle kuşatılmış kızı Pelin vardı. Tekrar arkama döndüm. Elif ayağa kalıp "Ben gideyim. Havaalanına gelirim seni uğurlamak için." dedi. Onu durdurmak için bileğini tuttum ve "Hiçbir yere gitme. Bu kız geldi diye buradan gitmek zorunda değilsin." dedim. Bana lütfen der gibi baktı. Gitmesine izin verdim. Çağatay ve Pelin yanıma gelince ayağa kalktım. "Ay Deniz hoş geldin" dedi Pelin ciyaklayarak. Memnuniyetsiz bir ifadeyle bakarak "Hoş buldum" dedim. Kollarını boynuma dolayıp sarıldı bana. Kollarımı onun boynuna dolamadım. Onun yerine suratımı buruşturup Çağatay'a baktım. "Ne var kızım" dedi ağzını oynatarak. Kızgın bir bakış attım ona. Pelin benden ayrıldığında ise Çağatay'ı kolundan tutup Pelin'in yanından biraz daha uzağa sürükledim. Yüzüme yerleştirdiğim kızgın ifadeyle "Ne yaptın lan sen? Bu mu tutunacak dal? Ben o dal senin bir yerlerine girer diyordum. Ama görüyorum ki çoktan girmiş. Ben bu kızın aynı anda iki kişiyle çıktığını bilirim be. Okulda çıkmadığı bir sen, bir Özgür, bir de Mert kalmıştı. Artık seninle de çıktığına göre senden sonra sıra Mert ve Özgür'de değil mi? Bu yaptığın çok aptalca. Bir anlık sinirle olayın aslını dinlemeden Elif'i öylece bırakman çok saçma." dedim. "Sen ne anlarsın sevgiden. 17 yaşına geldin hâlâ sevgilin olmadı. Rahibe." dedi. "Sıçarım senin sevgine! Bu yaptığın mantıklı mı sence? Hayır, düzgün bir kız bulsan içim yanmaz. Bunu mu buldun bula bula? Mal! diye bağırdım. "Kızım ben de farkındayım yaptığım şeyin. Ama ne yapayım? Elif'i öyle görünce..." diye karşılık verdi. "Ben onu bunu bilmem abi. Ne yap et bu kızı şutla. İstemiyorum ben bu kızı" dedim aynı sinirle. "Tamam ya tamam" dedi sitem ederek. "Bu arada ben giderken havaalanına gelmesin bu. Vallahi tutar uçaklardan birinin motoruna bağlarım. Gözüm arkada gideceğim senin yüzünden" dedim. "Gerizekalı Mert'in yaptığından haberin var mı?" dedi aramızdaki gergin ortamı yumuşatmaya çalışarak. "Ne yapmış?" dedim. "Murat amca ve Zeynep teyzeyi fişneklemiş. Demiş ki "Bu nasıl ceza? Bence siz burada kalın. Deniz tek başına gitsin İstanbul'a. Biraz akıllansın" Yani tek başına dönüyorsun" dedi. "Her neyse. Ben Mert'in kolunu bacağını kırmaya gidiyorum. Dediğim gibi havaalanında bu kız olmasın. En kısa zamanda da tekmeyi bas. Yoksa ben basarım" deyip ayrıldım yanından.
  Mert'i evin içinde kovalıyor, bir yandan da ona küfür ediyordum. Mert koltuğun arkasına geçip saklandığında "Lan göt herif! Annemle babama niye öyle diyorsun hayvan?! Eline ne geçti şerefsiz pislik?! İyice yalnız mı kalayım?" diye bağırıyordum. "Kanka Zeynep teyze burada kalsın bana patatesli börek yapsın diye öyle dedim. Hem sizinkiler yokken daha rahat olursun. Bana bak kız, yoksa korkuyor musun tek başına kalmaktan?" dedi. Bu sözüne cevap vermedim. Koltuğa oturup kollarımı birbirine doladım. "Yaaa. Kızdın mı sen? Tamam ya. Özür dilerim." dedi. "Ya Mert siktir git" dedim. "Korkuyor musun?" diye sordu tekrar. Yine cevap vermedim. "Ben gidiyorum. Valizimi alacağım" deyip çıktım evden.
  Gitmeden önce Fatma teyze ve Cemal amcayı da ziyaret etmem gerekiyordu. Fatma teyze ve Cemal amca 60 yaşlarındaki iki minnoş insandı. Kendimi bildim bileli bizim sitede otururlardı. Fatma teyze hemşire, Cemal amca ise öğretmendi. Hiç çocukları olmadığı için bizi ve ailelerimizi kendi çocukları gibi severlerdi. Fatma teyze kısır, börek, kek gibi şeyler yapar ve her yaptığında bizi evine çağırdı. Bazen bizi parka götürür, bizimle oyun oynardı. Cemal amca ise işinden her dönüşünde bize çikolata, lolipop gibi şeyler alır, haftasonları bizimle top oynardı. Havaalanına gitmeden bir saat önce onları da ziyaret etmiştim.
  Havaalanında kalkış saatinin gelmesini bekliyordum. Batuhan hasta olduğu için İstanbul'a döndüğümde beni Bora alacaktı. Bunların hepsi babam yüzündendi. Sanki ben küçük bir çocuktum ve tek başıma eve gidemeyecektim. Tamam hem arkadaşının hem de iş arkadaşının oğlu ama bu kadar güvenilmezdi ki elin oğluna be adam. Telefonumu elime alıp kurcalamaya başladım. Bora'dan gelen mesajı okumak için mesajlar bölümünü açtım. Havaalanında beklerken çektiği bir fotoğrafı göndermiş ve "Seni bekliyorum" yazmıştı. Bir süre fotoğraftaki tatlı gülümsemesini izledim. Daha sonra ben de bir fotoğraf çekip "Geliyorum" yazarak fotoğrafı gönderdim. Birkaç saniye sonra Bora'dan gelen aramayla irkildim. Hem de görüntülü arıyordu. Telefonu açtığımda Bora kocaman gülümseyerek "Yine dayanamayıp aradım" dedi. Gülümseyerek "Egoist Prens Tatlı Bela'sını mı özlemiş?" diye sordum. "Özledim" dedi. "Hem de çok." Bu sözlerine karşılık "Ben de" diye karşılık verdim. Bir süre öylece birbirimize baktık. Bora sessizliği bozarak "Hiç kapatmayalım telefonu. Saatlerce böyle durup seni izleyebilirim" dedi. O sırada benim yerime uçak için yapılan anons cevap verdi. İkimiz de gülümsedik. "Ne yazık ki kapatmak zorundayız. Duydun sesi" dedim. "Duydum Tatlı Bela'm. Çabucak uçağına bin. Burada seni bekliyorum." dedi. "Tamam Egoist Prens'im. Çabucak geleceğim yanına" deyip kapattım telefonu. Uçağa binmeden önce bizimkilere sıkı sıkı sarıldım. Annelerin ağlaması, babaların korumacı sarılması ve çocukların hiç olmadığı kadar ciddi olan vedaları... Yine ayrılıyordum onlardan. Mert bana sarılırken "Güle güle Derin Deniz. Ben böyle uzun, duygusal konuşmalar yapmayı pek beceremem. Beni bilirsin. Kendine iyi bak oralarda kardeşim. Hasta falan olma. Başına bir iş getirme. Dikkatli ol." dedi. Gülümseyerek "Hoşçakal kardeşim. Sana dikkatli ol demeyeceğim çünkü beni dinlemeyeceksin. Ben olmayınca kıçınızı başınızı kim toplayacak onu da merak ediyorum" dedim. Sıla'ya sarılırken "Güle güle kardeşim. Orada bizim çeteyi özlersen yine çık gel" dedi. Özgür'e sarılırken "Güle güle" dedi. İzel'e sarılırken "Bedenlerimiz birbirinden ayrı olsa bile kalplerimiz birbirine bağlı bunu unutma. Bu arada sık sık bizi ziyarete gel. Yoksa tükürürüm ağzına" dedi. "Geleceğim kardeşim" dedim. Sırasıyla Çağatay ve Elif'e de sarıldım. Daha sonra ikisinin ellerini birleştirdim ve "Birbirinizi bırakmayın" dedim. Ve bir şey söylemelerine izin vermeden yanlarından ayrılıp büyüklerin yanına gittim. Hepsi son bir kez sıkı sıkı sarıldı bana.
  Uçaktan indiğimde kalabalığın arasında Bora'yı bulmaya çalışıyordum. Nihayet Bora'yı bulduğumda hızlı adımlarla ona doğru yürümeye başladım. Yanına ulaştığımda beni tutup kendine çekerek sarıldı ve kucaklayıp döndürmeye başladı. Beni yere indirdiğinde ise öylece yüzüne baktım. İlk sarılmamız değildi ama aniden sarıldığı için kendimi tuhaf hissetmiştim. Venüs'ü almak için teyzemlerin evine doğru yürürken "Bugün akşama kadar bizimkilerle takılacağız" dedi. "Hoş geldin partisi gibi bir şey" diye devam etti sözlerine. "İyi olur aslında" dedim. "Ama bugün kızlarla işimiz vardı. Belki biliyorsundur. Ceren'in değişme durumları falan" dedim. "Biliyorum" dedi. Kısa süren bir sessizlikten sonra "Sen yokken beni Cansu'dan kıskanacak kimse yoktu." dedi. "Gerçi çok yakışıklı olduğum için bana aşık bir sürü kız var ve hepsi beni birilerinden kıskanıyor. Ama sen bir başka kıskanıyorsun be Tatlı Bela'm" diye devam etti her zamanki egoistliğiyle. "Bütün kızlar aşıkmışmış." dedim alaycı bir tavırla.  "Ayrıca ben seni neden kıskanayım ki? İşim gücüm yok bir de seni mi kıskanacağım?" dedim. Teyzemlerde Batu'nun durumunu merak ettiğim için yukarı çıkıp onu ziyaret ettim. Teyzemin onlarda kalmam için ettiği ısrarlara karşı uğraştım ve Venüs'ü de alıp evin yolunu tuttum. Eve gireceğim sırada Bora "Hazırlanıp gel. Bizimkiler alışveriş merkezinde bekliyorlarmış" dedi. Odama çıkıp bir çırpıda üstümü değiştirdim. Alışveriş merkezine gittiğimizde kızlarla Ceren'in değişme durumu için dolaşmaya başladık. Alışveriş merkezinin içinde öylece dolaşırken "İlk olarak ne yapacağız" diye sordu Ceren. "Öncelikle çocuğun şimdiye kadar çıktığı kızları bir göz önüne alalım. Hepsi de süslü. Demek ki süslü kızlardan hoşlanıyor. Ama sen çok spor giyiniyorsun. O yüzden sana yeni kıyafetler almamız gerekiyor. Stilini değiştireceksin yani" dedi Beste. Bir süre Ceren'in yüzünü inceledim. Kahkül kestirse ona çok yakışırdı. "Ya aslında kıyafetleri aldıktan sonra bir de kuaföre gidebiliriz. Bence sana kahkül çok yakışır" dedim. Beste parmağını şıklatarak "Aynen. Aferin Deniz'im" dedi.
   Uzun uğraşlar sonucu Ceren'i bir nebze de olsa değiştirmiştik. Gardrobunu yenilemiş, saçlarının rengini açmış ve kahkül kestirmiştik. Diğerlerinin yanına gittiğimizde de "oha, çüş" gibi tepkiler almıştık. Kafede otururken Bora "Ceren sana bu değişme fikrini kim verdi?" diye sordu. "Arda ve Yağız" diye cevap verdi Ceren. Bu fikrin kaynağı sonunda belli olmuştu. Ve nedense hiçbirimiz şaşırmamıştık. "Ya kızım sen niye inanıyorsun bunların dediklerine. O salak,o ondan da salak" dedi Bora, Arda ve Yağız'ı göstererek. O sırada ben de telefonumu karıştırıyordum. Saate baktığımda Melike teyzenin gideceği saatin yaklaştığını fark ettim. "Gitmem gerek. Melike teyze birazdan çıkar. O gitmeden yetişeyim" dedim ve sandalyeden kalkıp çantamı aldım. "Yemek yiyecektik" dedi Beste. "Yağız sığırının yoğun ısrarları üzerine" diyerek Beste'nin cümlesini tamamladı Arda. "Yemek mi?" dedim şaşırarak. Saat akşam yemeği yemek için erken sayılırdı. "Kanka açlıktan midem götüme yapıştı." dedi Yağız. "Evde bir şeyler yerim. Sonra görüşürüz" deyip ayaklandım. "Dur" dedi Bora. Bugün pek fazla konuşmamıştı. Bir sorun olup olmadığını merak etmiştim. Onu ne kadar özlediğimi fark ettim. Gözlerini, o mükemmel sesini ne kadar özlediğimi. "Otobüs durağına kadar ben götüreyim seni. Hava kararmak üzere" dedi. Birlikte kafeden çıktık. Otobüs duraklarına doğru yürürken ikimiz de sessizdik. İncecik yağmur damlaları eşliğinde serin rüzgarın tenimize çarpışını hissederek yürüyorduk. Bora kısık çıkan bir sesle "Deniz" diyerek sessizliği bozdu. "Hı?" dedim ve başımı ondan tarafa çevirdim. "Bir süre sessizce düşündü. Ne düşündüğünü merak ettim o an. "Neyse. Unut gitsin. Şimdi sırası değil" dedi. "Peki. Sen bilirsin" dedim. Kısa süre sonra otobüs geldi. "Ben gidebilirim. Sen git artık. Bizimkiler daha fazla beklemesin" dedim. "Hayır" dedi. "Otobüs hareket edene kadar bekleyeceğim." Gülümseyerek karşılık verdim ve otobüse bindim. Boş bulduğum koltuklardan birine oturdum. Kulaklığımı taktım ve en sevdiğim şarkıların olduğu müzik listemden rastgele bir şarkı açtım. Cam kenarında oturduğum için dışarıyı kolayca görebiliyordum. Bora'yla gözlerimiz birbirini buldu. O mükemmel gülüşüyle sımsıcak gülümsedi. Ben de ona aynı sıcaklıkta gülümseyerek karşılık verdim. Telefonuma gelen bildirim sesiyle telefonuma baktım. Bora'dan mesaj gelmişti.   "Yemeğini yemeyi unutma Tatlı Bela'm:)"  yazıyordu. "Tamam Egoist Prens'im:)" yazıp gönder butonuna bastım. Bakışlarımı tekrar  Bora'ya çevirdiğimde otobüs durağında beklemediğini gördüm. "Naber" diyen sesle başımı sol tarafta çevirdim. Bora yanımdaydı. Gülümsedim. "Bizimkiler seni beklemiyorlar mıydı?" dedim. Omuz silkerek "Mesaj attım. Beni beklemeyecekler" dedi. "Peki" dedim ve başımı otobüsün camına yasladım. Omzumda bir ağırlık hissetmemle başımı sol tarafa çevirdim. Bora başını omzuma koymuş sevimli sevimli bana bakıyordu. Onun bu hâlini çok seviyordum. Başkalarına karşı çok ciddi olabiliyorken bana karşı çok sevimliydi. Gülümseyerek önüme dönüp başımı tekrar otobüsün camına yasladım ve dışarıyı seyretmeye devam ettim.

Tatlı BelaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin