Bölüm 33

140 2 11
                                    

Hastanenin terasında Bora ile birlikte oturuyorduk. İlk başta bizimkiler de vardı fakat sonra hepsi teker teker ayrılmış, Bora ile yalnız kalmıştık. Bir süre sustuk. Sessizliği bozan Bora olmuştu. "Canın yanıyor mu?" diye sordu. "Sadece bacaklarım ve kollarım biraz acıyor. Onun dışında iyiyim" diye cevapladım. "Özür dilerim" dedi. "Neden özür diliyorsun?" diye sordum. "Bütün bu olanlar benim yüzümden oldu. O bandanayı sana geri verseydim veya sesimi daha iyi duyurabilseydim sen bu durumda olmazdın" dedi. Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim ve dışarı baktım. "Gülme. Aklım çıktı. O kadar endişelendim ki" dedi masum çocuklar gibi. "Özür dilemene gerek yok Egoist Prens. Çünkü bu olanlar benim suçum. Hepsi benim çocukça davranmam yüzünden oldu" dedim onu rahatlatmaya çalışarak. Aslında durumu gerçekten de bundan ibaret görüyordum. Bazen çocuksu davranabiliyordum ama elimde olan bir şey değildi. "Çocuksu davranmanı seviyorum" dedi Bora. Utanarak başımı öne eğdim ve gülümsedim. "Poyraz ile ne konuştunuz?" diye sordu. "Hiç. Önemli bir şey değildi" diye cevapladım. "Çok yüz veriyorsun ona" dedi. "Yüz verdiğim falan yok. Sadece ona kötü davranmak istemiyorum. Bunca zaman ona haksızlık ettiğimi düşünüyorum. Sadece onun için de değil. Kimseye kötü davranmak istemiyorum" dedim. Başını salladı. Normalde birlikteyken hiç susmazdık ama bugün garip bir şekilde hiç konuşmuyorduk. O sırada sert bir rüzgar esti. Birden üşüdüm. Üzerime hiçbir şey almadan çıkmıştım. "Üşüdün mü?" diye sordu Bora. Bir yandan da ceketini çıkarıyordu. "Hayır, öyle bir anlık gelen bir şey. Şu an üşümüyorum" diye cevapladım. "Olmaz, al şunu giy üstüne" diyerek ceketini omuzlarıma bıraktı. "Bora, gerçekten gerek yok. Hatta gitsek daha iyi" dedim. "Tamam" dedi ama ceketini omzumdan almadı. Ceketi tam çıkaracakken "Onu sakın çıkarayım deme Tatlı Bela'm. İyileşene kadar sana iyi bakmamız gerek" dedi gülerek. Ben de gülerek karşılık verdim. Bora yürümeme yardım ediyordu. Bir süre yürüdükten sonra yorulmuştum. Bacaklarım acımaya başlamıştı. Uzun süre aynı şekilde kaldıkları için kollarım da uyuşmuştu. Daha fazla yürüyemeyecektim. "Bora, yoruldum. Biraz durabilir miyiz? İyi hissetmiyorum. Biraz durup dinlensem iyi olacak" dedim. "Tamam, gel bakalım" dedi ve beni kucağına alıp koridordaki koltuklardan birine doğru götürdü. Beni koltuğa oturttu ve ardından o da yanıma oturdu. "Canın acıyor mu?" diye sordu. "Bacaklarım acıyor biraz. Uzun süre aynı şekilde kaldıkları için kollarım uyuştu. Ama biraz dinlenirsem tekrar yürüyebilirim" dedim. "Doktorunu çağırmamı ister misin? Ya da istersen odana kadar kucağımda veya sırtımda taşıyabilirim seni" dedi. "Gerek yok, teşekkür ederim. Bir süre sonra düzelirim" dedim. "Eğer çok yorgunsan yastığın olabilirim" dedi omzununu göstererek. Gülümseyerek başımı omzuna koydum. "Böyle bir erkek arkadaşın olduğu için çok şanslısın küçük hanım" dedi yanımızda oturan kadın. Otuzlu veya kırklı yaşlardaydı. "Seni gerçekten çok seviyor belli ki" diyerek devam etti.  Gülümseyerek "Çok tatlısınız" dedi. Tam sevgili olmadığımızı söyleyecekken Bora "Teşekkür ederiz" dedi gülümseyerek. O sırada kadının sırası gelmiş olacak ki gülümseyerek yanımızdan kalktı ve doktorun odasına ilerledi. Bora ve ben de gülümseyerek karşılık verdik. "Neden sevgili olmadığımızı söylemedin?" diye sordum Bora'ya. "İnsanları hayalkırıklığına uğratmak kötü bir davranıştır" diye cevapladı. Çok kısa süren bir sessizliğin ardından "Artık basketbol da oynayamam değil mi?" dedim. "Bir süreliğine evet" diye karşılık verdi Bora. "Peki maçlar ne olacak?" diye sordum. "Maçlara kadar çoktan iyileşirsin. Söz veriyorum o zamana kadar sana çok iyi bakacağım ve maçlara yetişeceğiz" dedi ve gülümseyerek göz kırptı. Ben de gülümsedim. Az önceki kadın haklıydı. Her ne kadar erkek arkadaşım olmasa da yine de yanımda o olduğu için şanslıydım. Beni her zaman destekliyor, endişeli olduğumda beni rahatlatıyor ve her zaman yanımda oluyordu. "İyi ki varsın" dedim. Gülümsedi ve "Sen de iyi ki varsın başımın tatlı belası" diye karşılık verdi. O sırada Özgür yanımıza geldi. "Kanka te..." dedi ama cümlesinin tamamlayamadan durdu. "Bölüyorsam sonra gelirim. Önemli bir şey değil zaten" Başımı kaldırdım ve "Bölecek bir şey yoktu. Ne oldu?" diye sordum. "Telefonun çaldı. Elif arıyordu" dedi ve telefonu bana uzattı. Elif'i aradım. Telefonu açtığında "Geçmiş olsun canım" dedi. "Teşekkür ederim" diye karşılık verdim. "Nasılsın? İyi misin?" diye sordu. "İyiyim. Önemli bir şeyim yokmuş. Birkaç gün sonra çıkarım zaten hastaneden" dedim. "Çok iyi bir haber bu. Gelemediğim için özür dilerim. Bizimkileri biliyorsun. İzin vermediler. Yoksa gelirdim yanına" dedi. "Önemli değil canım. Aramış olman bile yeter" dedim. "Kapatmam gerek canım. Kendine iyi bak" dedi. "Sen de" dedim ve kapattım telefonu. "Elif kim?" diye sordu Bora. "Çağatay'ın kız arkadaşı" diye cevapladı Özgür. "Grup hakkında öğreneceğim çok şey var anlaşılan" diye karşılık verdi. Gülümseyerek karşılık verdik. Telefonu çaldığında bir süre ekrana baktı ve sonra açtı telefonunu. "Gerçekten mi? Tamam. Hemen geliyorum" dedi ve kapattı telefonunu. "Kim aradı?" diye sordum. "Polis. Sana çarpan arabayı ve sahiplerini bulmuşlar. Benim gitmem lazım güzelim. Hemen geleceğim" dedi. "Bora, ben de geleyim" dedi Özgür. "Tamam" dedi Bora. "Önce Deniz'i odasına götüreyim ama" dedi Özgür. "Ben de yardım edeyim" dedi Bora. İkisi birden yürümeme yardım ettiler.
Bora Özay
Murat amca, Özgür ve Batuhan ile birlikte karakola ulaştığımızda Murat amca polislerle konuşurken biz de onu bekliyorduk. Deniz'e çarpan kişiler 15 yaşlarında iki çocukmuş. Ailelerinden habersiz arabayı almışlar. Biz Murat amcayı beklerken biri yanımıza yaklaşıp "Siz de o kızın yakınlarısınız sanırım" dedi kırklı yaşlarında bir adam. "Evet" diye cevapladım. "Çocuklar biraz konuşabilir miyiz?" dediğinde Özgür ve Batu'ya baktım. Başlarını olumlu anlamda salladılar. "Tabi" diye cevapladım. "Bakın gençler, bizimkilerin yaptıkları doğru değil biliyorum. Ama onlar daha çocuk. Ne olacağını bilememişler. Daha küçükler. Başlarına gelecek şeyleri düşünememişler" dedi adam. "15 yaşında olan herkes bunun yanlış olduğunu bilir. En azından düşünebilirler. Bunları düşünmek için yeterli bir yaş" dedim. "Haklısınız ama... Bakın, oğlum ve arkadaşı daha çok küçük. Bu yaşta okula gitmeleri, arkadaşlarıyla eğlenmeleri gerekiyorken bunun olmasına izin vermeyin. Eğer şikayetinizi geri çekerseniz ne istiyorsanız yaparım" dedi adam. "Yapacağınız hiçbir şeye hiçbirimizin ihtiyacı yok. Olsa da böyle bir şeyi kabul etmezdik zaten. O çocukların ve sizin sorumsuzluğunuz yüzünden benim kardeşim yürüyemiyor. Eskisi gibi değil artık. Biz birlikte büyüdük. Onu en iyi tanıyan insanlardan biriyim. Bu yaşımıza kadar o hep neşeli, hareketli bir kızdı. Ama şimdi gideceği iki metrelik yolu bile bizim yardımımız olmadan gidemiyor. Onu böyle görmek hepinizin canını o kadar çok yakıyor ki. O yüzden lütfen bizden böyle bir şeyi kabul etmemizi beklemeyin"dedi Özgür. "Arkadaşım doğru söylüyor. Bu iki şımarık çocuk yüzünden benim aşık olduğum kız ölebilirdi. Onu bir daha göremeyebilirdim. Bu çocuklar bugün yaptıklarının sonuçlarına katlanmazlarsa yarın yine aynısını yapacaklar. Bugün bizim, yarın başkalarının sevdiklerine zarar verecekler. Böyle bir şeyi yapamayız" dedim. "Bakın, o kız benim kuzenim. Yani kardeşim sayılır. Kardeşim desem de yalan olmaz. Bu yaşımıza kadar birlikte büyüdük. Kusura bakmayın ama kardeşim daha önemli" dedi Batuhan. "Anlıyorum çocuklar. Geçmiş olsun" dedi adam. "Teşekkürler" dedik ve Murat amcanın yanına döndük. Arabaya bindiğimizde Özgür "Bora, sen Deniz'e mi aşıksın?" diye sordu sadece üçümüzün duyabileceği bir sesle. "Evet" diye cevapladım. "Şimdi anlaşıldı senin o hareketlerin, Poyraz'dan nefret etmelerin falan" dedi Batuhan. "Gerçekten seviyor musun onu?" diye sordu Özgür. "Her şeyden çok seviyorum" diye cevapladım. "Güzel. O zaman benden sana bir tavsiye. Deniz iyileşir iyileşmez ona söyle" dedi. "Söyleyeceğim zaten. En kısa zamanda" dedim. "Haa, unutmadan. Sakın bizim kızı üzeyim deme. Eğer öyle bir şey yaparsan bütün İzmir'i toplar geliriz. Neler çekeceğini sen düşün artık" dedi Özgür. "Merak etmeyin. Onun üzülmesini, kırılmasını ben de istemem. Öyle bir aptallığı asla yapmam. Şu hayatta yapacağım en son şey Deniz'i üzmek olur" diye cevapladım.

Tatlı BelaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin