Ceketimi giyip evden çıktım. Bora ile daha önceden gittiğimiz şu büyülü sokağa gidecektik. Gerçi artık oraya büyülü sokak demiyorduk. Düş Sokağı demeye başlamıştık. Çünkü öyle bir sokağın gerçek olabileceğine inanmak istemiyordum. Sanırım Bora da benim gibi düşünüyordu. Siteden çıktığımda kapının önünde beni bekleyen Bora ile karşılaştım. Beni görünce gülümsedi. Ben de gülümseyerek karşılık verdim. "Hadi bakalım Tatlı Bela'm. Düş Sokağı'na" diyerek saçlarımı karıştırdı. Elini saçlarımdan çekerken bileğine taktığı bandanayı fark ettim. Benim bandamdı. Eli yaralandığında eline sardığım daha sonra da Bora'ya kaptırdığım en sevdiğim bandanam. "O benim bandanam mı?" diye sordum işaret parmağımı Bora'ya doğrultarak. "Yoo" dedi omuz silkerek. "Nasıl değil ya?! Bayağı benim işte o" dedim birazcık sinirle. "Birincisi ne kadar sinirli ve ciddi gözükmeye çalışırsan çalış sinirlenince sekiz yaşında bir kız çocuğu gibi sevimli oluyorsun. İkincisi ufak bir yanlışın var güzelim. Önceden senindi. Artık benim bandanam" dedi ve göz kırptı. "Ya o benim bandanam. Kız bandanası mı takacaksın?" diye sordum. "Hiç de kız bandanası gibi durmuyor. Normal bir bandana işte. Bahane üretmeye çalışma. Ayrıca sen hep demez misin kız erkek ayrımı yoktur diye?" dedi. "Ben o bandanayı senden almayı bilirim" dedim yüzüme sinsi bir ifade yerleştirmeye çalışarak. "O kadar kolay değil o iş" dedi Bora kendinden emin bir şekilde. "Ya bir bandana alamıyor musun kendine? Git al kendine bir bandana. Sen de rahatla ben de" diye karşılık verdim. "Bu diğerlerinden farklı" dedi. "Nasıl farklı? Nereye bakarsan bak bunun aynısından bin tane vardır? Nesi farklı?" dedim. "Çünkü bu senin" diye cevapladı. "Off! Cidden çok gıcıksın" dedim. Bana anlamlandıramadığım bir şekilde baktı. Ama sanırım bu "Lütfen sus" demekti. Öyle olduğunu düşünerek sustum ve yola devam ettik.
Nihayet Düş Sokağı'na gelmiştik. Bora derin bir şekilde nefes verip "Yoruldum" dedi. "Neden otobüse binelim demedin? Söyleseydin otobüsle gelirdik. Kaç yaşına gelmişsin. Bunları da ben mi söyleyeceğim sana?" dedim bir anne tavrıyla. O mükemmel gülüşünü yerleştirdi yine yüzüne. "Seninle yürümek çok güzel. Yemişim otobüsü. Hem sen böyle havalarda yürümeyi seviyorsun" dedi. Böyle havalarda yürümeyi sevdiğim doğruydu. Gri bulutların gökyüzünü kapladığı, hafif rüzgarlı havalar Bora ile birlikte daha da güzelleşiyordu. Yine her zamanki kitapçımıza girdik. Bora kitapçıda dolaşarak istediği kitapları ararken ben de onunla birlikte dolaşıyordum. Kitap alamıyordum çünkü daha birkaç gün önce bir sürü kitap almıştım. Okumadığım birkaç tane daha vardı. Bora kasada aldığı kitapların parasını öderken yavaşça bileğine bağladığı bandanayı çözdüm ve cebime koydum. Bora bandananın olmadığını dışarı çıktığımız anda fark etti. "Sen burada bekle. Galiba içeride bandanamı düşürdüm" dedi. O tekrar kitapçıya doğru ilerlerken "Bunu mu arıyorsun?" dedim bandanayı havada tutarak. "Deniz, lütfen onu verir misin?" dedi sakince. "Hayır" dedim. Biraz gıcıklık yapmak benim de hakkımdı. Hep o mu sinir bozucu davranacak? "Deniz, son kez söylüyorum güzelim. Lütfen geri verir misin?" dedi Bora. Biraz düşünür gibi yaptım ve "Hayır" diyerek koşmaya başladım. Bora da arkamdan koşmaya başladı. Yola gelince durdum. Yayalara kırmızı ışık yanıyordu. Bora da yanıma gelmişti. "Ya ama bu haksızlık!" dedim Bora'ya bakarak. "Deniz, sakin ol. Haksızlık falan yok. Böyle kazanmayı sevmem ben Tatlı Bela'm" dedi gülerek. "O zaman arabalar durunca devam mı?" diye sordum hevesli bir şekilde. "Devam" diye cevapladı gülerek.
Bora Özay
Gülümseyerek Deniz'i izliyordum. Heyecan içinde bir bana bir yola bakıyordu. Onun bu çocuksu hâli ister istemez beni gülümsetiyordu. Yayalara yeşil ışık yandığında ve arabalar tamamen durduğunda "Hadi devam" diye bağırdım ama Deniz çoktan koşmaya başlamıştı. Onu nasıl olmuştu da fark etmemiştim. Kendi halime güldüm ve Deniz'in arkasından koşmaya başladım. Kırmızı ışıkta geçen bir arabanın Deniz'e doğru geldiğini fark ettim "Deniz!" diye bağırdım ama o sokağın gürültüsünden beni duymamıştı. Ona doğru koşabildiğim kadar hızlı koştum. Deniz'i kurtarmam gerekiyordu. Daha da hızlı koşmaya başladım ama artık çok geçti. Ben ona doğru var gücümle koşarken onun bedeni çoktan yer ile buluşmuştu. Onun yerde yatan bedenine bakarken ona çarpan araba yanımızdan uzaklaşmıştı. Deniz'i kaldırıma doğru çektim. Sanki tüm vücudum uyuşmuş gibi hissediyordum. Deniz yaşıyordu ama ona bir şey olacağı düşüncesi içimi parçalıyordu. Cebimden telefonumu çıkarıp ambulans çağırdım. O Allah'ın belası arabanın plakasını da telefonuma not etmeyi ihmal etmedim. Elime ufak bir damlanın düşmesiyle ağladığımı anladım. Öyle kolay kolay ağlamazdım ama o an nasıl olduysa o damlalar gözlerimden süzüldü. Deniz'in elini tuttum. Ona bir şey olacak diye aklım gidiyordu. Beni bırakacak olursa diye o kadar korkuyordum ki. Bana verdiği sözü tutmayacak ve beni bırakacak diye çok korkuyordum. Deniz'in ellerini daha sıkı tuttum ve gökyüzüne baktım. Sanki ellerini sıkıca tutarsam hiç gitmeyecekmiş gibi tutuyordum ellerini. Gökyüzüne bakarken "Tanrım, lütfen. Lütfen ona bir şey olmasın. Bırakmasın beni" diye dua ediyordum. Deniz'e baktım. Onun güzel yüzüne baktım ve bakışlarımı tekrar gökyüzüne çevirdim. "Yalvarırım onu alma benden" dedim gözlerimi kapatarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Bela
Roman pour Adolescents"Beni sakın bırakma Tatlı Bela'm" dedi. Güldüm. "Ölsem de seni bırakmam Egoist Prens"