Bora Özay
Deniz'i ameliyata almışlardı. Kapının önünde oturup gözlerimi boşluğa sabitlemiş bekliyordum. Sanki ruhum bedenimden çıkıp gitmiş gibiydi o an. Bomboş bir bedene sahiptim sanki. Oturup sessizce ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. Ona bir şey olacağı düşüncesi her seferinde daha da fazla yakıyordu canımı. Deniz'in düşürdüğü bandanayı elime alıp kokusunu içime çektim. Bandanayı tekrar bileğime bağladım. Üzerinde onun kokusu vardı ve belki de bu onun kokusunu son kez içime çekişimdi. Onu bir daha görememe ihtimalini düşündükçe aklımı yitirecek gibi oluyordum. Cebimden o küçük kırmızı tokayı çıkardım. 12 yıl önceki en güzel anım olan küçük, kırmızı kurdeleli toka. 12 yıl boyunca saklamıştım ilk aşkımın hatırası olan bu kırmızı kurdeleli tokayı. Bir insanın başına gelebilecek en güzel şeydi belki de çocukluk aşkı. Ama benimki hepsinden güzeldi. Çünkü benim ilk aşkım aynı zamanda son aşkımdı. O gittikten sonra bir daha kimseye aşık olmamıştım. Biraz geç de olsa söz verdiği gibi geri gelmişti. Bu tokaya her baktığımda Deniz geliyordu aklıma. Ayağa kalktım ve koridorda bir sağa bir sola gidip gelmeye başladım. Zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Bir süre sonra Murat amca ve Zeynep teyze geldi. İkisi de ağlıyordu. Zeynep teyzenin gözleri kıpkırmızıydı. Hızlı adımlarla yanıma geldiler. "Bora, kızım nerede?" dedi Zeynep teyze. "Ameliyata aldılar" dedim. "Özür dilerim. Hepsi benim suçumdu. Çok özür dilerim" dedim ardından. "Tamam oğlum. İkiniz de suçlu değilsiniz. Suçlama kendini" dedi Murat amca. "Sen iyi misin oğlum?" diye sordu Zeynep teyze hıçkırıklarının arasından. "İyiyim Zeynep teyze" diye cevapladım. Murat amca halsiz düşmüş olan Zeynep teyzeyi bir koltuğa oturttu ve onu sakinleştirmeye çalıştı. Defalarca "Bizim kızımız güçlüdür. Ona hiçbir şey olmaz. Hem o bizi bırakıp bir yere gider mi hiç? İyi olacak kızımız" diyerek rahatlatmaya çalışsa da Zeynep teyze hala ağlıyordu. Bense içimde kopan fırtınalara karşı dik durmaya çalışıyordum. İçimi parçalayan o düşünceyi aklımdan atmaya çalışıyordum. Kısa bir süre sonra annem, babam ve bizim çocuklar geldi. Kızlar ağlıyordu. Annem koşarak yanıma geldi. "Oğlum sen iyi misin? Deniz nerede? O iyi mi?" diye sordu panik içinde. "Ben iyiyim. Bir şeyim yok ama Deniz..." dedim fakat cümlemi tamamlayamadan yine ağlamaya başladım. Hiç ağlamayan ben şimdi hıçkıra hıçkıra çocuklar gibi ağlıyordum. Herkes kötü durumdaydı. Zeynep teyze ağlıyor, Murat amca onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Belli etmemeye çalışsa da içten içe o da ağlıyordu, biliyordum. Deniz onların bu hayatta en çok değer verdikleri şeydi. Annem de en az Zeynep teyze kadar üzgündü. Çok seviyordu Deniz'i. Hep bir kızı olsun istemiş annem. 12 yıl önce Deniz'i gördüğünde çok sevmişti onu. Şimdi de çok seviyordu gerçi. Kendi öz kızı gibi seviyordu. Kızlar koridordaki koltuklara oturmuştu. Erkekler bir sağa bir sola gidip geliyorlardı. Batuhan da Zeynep teyze ve Murat amcanın yanındaydı. Yere oturdum ve sırtımı duvara yaslayıp bacaklarımı karnıma doğru çektim. Elimdeki kırmızı kurdeleli tokaya bakarken "Beni bırakma tamam mı? Evet, bir kere bırakmış olabilirsin. Ama o zaman küçüktük. Daha beş yaşındaydık. Geri geleceğim dedin. Sözünü tutup geldin ama bir daha gitme. Bırakma beni bir daha. Sen beni bırakırsan ne yaparım, nasıl yaşarım inan ki bilmiyorum. Lütfen gitme. Bırakma beni" dedim. Deniz'i şu an göremediğim için 12 yıl önce bana bıraktığı tokasına bakarken söylüyordum bunları. Gözlerimi kapatıp başımı geri yasladım. Babamın "Ne kadar çabuk büyümüşsün sen" demesiye gözlerimi açıp doğruldum. "Benim oğlum aşık olacak kadar büyümüş demek. Seninle daha dün uçurtma uçuruyorduk, futbol oynarken çim lekesi olan eşofmanını annenden saklamaya çalışıyorduk" dedi ve ufak bir gülüş yerleştirdi yüzüne. "O çocuk büyümüş. Üstüne üstlük bir de aşık olmuş" dedi. Elimdeki kırmızı tokayı fark ettiğinde "Bu Deniz o Deniz değil mi?" diye sordu. Başımı olumlu anlamda salladım. "Hâlâ ilk aşkına aşıksın demek" dediğinde onu ilk gördüğüm zamanlar gözümde canlandı. "Biz parkta oynarken yanımıza gelip oynamak istemişti. Diğer çocuklar kız olduğu için izin vermemişti. O da yüzünü düşürüp gitmişti. Yanına gidip 'ben oynarım senle' demiştim. Daha sonra buraya tatil için geldiklerini öğrendim. Her gün birlikte oynamıştık. Daha sonra gideceklerini gün 'Geri geleceksin değil mi?' diye sormuştum. 'Geleceğim' demişti. 'Söz ver' dedim. 'Söz veriyorum' dedi. Ona en sevdiğim oyuncak arabamı verdim. 'Beni özlersen bununla oyna' dedim. O da bana saçındaki bu tokayı çıkarıp vermişti. Beş yaşındaki bir çocuğun yaşayabileceği en güzel şeydi bence. En güzel çocukluk aşkıydı" dedim. "Aşkın her hali güzeldir. Sana küçük bir tavsiye oğlum. Sevdiğini söylemekte geç kalma. Korktuğum için annene onu sevdiğimi söyleyemedim. Daha sonra başka biri söyledi. Allah'tan annen benim onu sevdiğimin farkındaydı. Ama Deniz farkında olmayabilir. O iyi olacak. İyi olduğunda en kısa zamanda söylemeye çalış tamam mı? Yoksa aşık olduğun kızın ellerinin arasından usulca kayıp gidişini izlersin" dedim babam. Başımı 'tamam' anlamında salladım. "Ayrıca ağlama artık. O iyi olacak. Uyandığında seni bu halde görmesini istemezsin"dedi. Babam omzuma hafifçe vurup gittiğinde bu sefer Yağız geldi yanıma. "Çok mu seviyorsun onu?" diye sordu. "Aklınızın alamayacağı kadar çok" diye cevap verdim. "O koca gözlerini, rüzgarda savrulan saçlarını, inatçı tavırlarını, sinirlendiğindeki o tatlı ifadesini, o mükemmel gülüşünü, okuduğu kitapları, dinlediği şarkıları, gitar çalışını, şarkı söyleyişini, her şeyini ayrı seviyorum. İçimdekileri tam olarak nasıl anlatacağımı da bilemiyorum aslında. Anlatacak söz bulamıyorum. Ona olan hislerimi tarif etmem o kadar zor ki kelimeler bile yetmiyor. Kelimelere dökebildiğim tek bir şey var. Onu çok seviyorum. Her şeyden çok. Canımdan bile çok seviyorum" dedim.
"Artık bunları ona da anlatmanın zamanı gelmedi mi be oğlum?" diye sordu. "Onu oraya bu yüzden götürdüm zaten. İkimiz arasında özel bir yeri olan bir sokakta söylemek için" diyerek cevapladım. "Ama galiba zaman benimle aynı düşünmedi" diye ekledim. O sırada bulunduğumuz koridorun başında Poyraz göründü. Sinirle yerimden kalkıp yanına gittim. Yağız da benimle birlikte gelmeye başladı. "Yağız sen git kardeşim" dedim. "Olmaz" dedi Yağız. Poyraz'a bakıp "Yine mi geldin lan sen? Ne hakla geliyorsun buraya?" dedim. "Sen ne hakla geliyorsun? Bak Bora. Sen aşıksan ben de aşığım. Sen onun için endişeleniyorsan ben de endişeleniyorum. Seninle benim aramdaki fark ne?" dedi. "Deniz seni istemiyor. Senin burada gördüğüne sevinmeyebilir. Ama benim burada olmam onun için sorun olmaz. Seninle aramızdaki fark bu" dedim. "İyi olduğunu göreyim de sonra belki giderim" dedi Poyraz. Çok geçmeden doktor ameliyathaneden çıktı. Koşarak doktorun yanına gittim. "Kızım iyi mi?" diye sordu Murat Amca. "Korkacak bir şey yok. Gayet iyi. Sadece birkaç gün hastanede kalması gerekiyor" dedi. Herkes derin bir oh çekti. "Peki kaç gün kalması gerek?" diye sordu Batuhan. "En fazla iki gün. Çok değil" diye cevapladı doktor. Daha sonra Deniz'i odaya aldılar. Poyraz bir süre Deniz'i izleyip gitmişti. Akşam olduğunda herkes kalmak istese de bu kadar kişi kalamazdık. Herkes ailesinin zoruyla istemeyerek de olsa evine gitmişti. Annem ile babamın yanına gidip "Ben de gece burada kalabilir miyim?" dedim. "Seviyorsun değil mi onu? Kalsın mı?" dedi annem babama bakarak. "Kalsın" dedi babam. "Ama önce Murat amcanlara da bir sor" diye ekledi. Başımı tamam anlamında sallayıp Murat amcanın yanına gittim. "Murat amca, eğer sizin için sorun olmayacaksa ben de burada kalabilir miyim?" dedim. "Hayır, hiçbir sorun olmaz. Tabii kalabilirsin" dedi. Aileme haber verdim. Onlar başlarını sallayıp gittiklerinde Deniz'e baktım. Hafifçe gülümseyerek "Beni bırakmadığın için teşekkürler" diye fısıldadım.
★★★★★★
Yeni bölümü çok istediniz. Ben de sonunda yayımlayabildim. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. Mutlaka yorum yapın lütfen. Sizi seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Bela
Ficção Adolescente"Beni sakın bırakma Tatlı Bela'm" dedi. Güldüm. "Ölsem de seni bırakmam Egoist Prens"