Bölüm 20

177 5 3
                                    

Venüs ile oyun oynamak için dışarı çıkacaktım. Merdivenlerden inerken arkadan annemin bağırmasıyla durdum. "Bu odanın hali ne Deniz? Nasıl kızsın sen? Kız çocuğu dediğin toplu tutar odasını. Neden odan bu kadar dağınık?!" diye çemkiriyordu. "Sevgili anneciğim, birincisi odam dağınık değil. O benim kendi tasarımım. İkincisi birkaç kitap dağınıklık sayılmaz" dedim. "Öyle mi? Gel ben sana göstereceğim neyin dağınıklık olduğunu." dedi. Korkarak arkamı döndüm. Annem terliğini çıkardı ve sert atmamaya özen göstererek terliği bana doğru fırlattı. Canım annem kıyamazdı ki bana. Ama sonuçta anne terliğiydi. Ne kadar acıtacağı belli olmazdı. Arkamı dönüp kaçmaya başladım. Ama kaçmak işe yaramadı. Terlik tam popoma geldi. Popomu tutarak "Anne acıdı ama ya" diye bağırdım. "Topla odanı Deniz" dedi yine. "Tamam. Toplayayım toplamasına ama kitaplar kitaplığa sığmıyor ki" dedim. "Çatı katındaki kitaplığa da mı sığmıyor?" diye sordu annem. Cevap vermek yerine omuzlarımı düşürdüm ve kitapları alarak çatı katına çıktım. Kitapları yerleştirirken telefonumun sesini duydum. Ama bir türlü nerede olduğunu bulamıyordum. Telefonu yastığın altından çıkardım. Olur olmadık yerlere giren telefonumu elime aldım. Bora arıyordu. "Efendim Egoist Prens" dedim. "Gel" dedi Bora. "Ha?" dedim anlamadığımı belli ederek. "Yanıma gel" dedi. "Gelemem" dedim. "Çok kötüyüm. Lütfen gel Tatlı Bela'm" dedi. Korkmuştum. Ne olmuş olabilirdi ki? "Tamam geleceğim" deyip kapattım telefonu. Annemden azar işitmemek için aceleyle kitapları yerleştirdim. Daha sonra hızlıca aşağı indim. Anneme haber verip aceleyle çıktım evden. Sokağa adımımı attığımda karşıdan Bora'nın geldiğini gördüm. Simsiyah giyinmişti. Geniş omuzları ve dağınık saçlarıyla yine çok yakışıklı görünüyordu. Yanıma geldiğinde "İyi misin?" diye sordum. "İyiyim. Merak etme. Sadece yanıma gel diye öyle söyledim." dedi. "Ama benim kalbime iniyordu. Sana bir şey oldu diye ne kadar korktum haberin var mı? Öyle yalan mı söylenir ya?" diye bağırdım. "Sadece küçük, beyaz bir yalan" dedi. Elimin tersiyle hafifçe karnına vurdum. "Simsiyah giyinmişsin. Benim gibi" dedi gülümseyerek. Omuz silkerek "Siyahı seviyorum" dedim. "Seni bir yere götüreceğim. Şuradan otobüse binelim. Gel" dedi. "Yürüyelim." dedim. "Nasıl istersen" dedi ve yürümeye başladık. Bir süre sonra dayanamayıp "Nereye gidiyoruz?" diye sordum. "Sabret" diye cevap verdi. "Neden seninle bir yere gideceğimizde nereye gittiğimizi öğrenmek için sabretmem gerekiyor?" dedim. Güldü. "Çünkü ben gizli işlerin adamıyım" dedi klasik dizi repliğiyle dalga geçerek. Güldüm. Biraz yürüdükten sonra "İşte geldik" dedi. Uzun bir sokak vardı önümüzde. Beraber sokakta yürümeye başladık. Sokak gerçek olamayacak kadar güzeldi. Adım başı sahaflar ve kitapçılar vardı. El yapımı takıların satıldığı dükkanlar vardı. 60'lı yıllardan kalma kıyafetlerini satıldığı dükkanlar bile vardı. Sokaktaki kahveciden yükselen kahve kokusu sokağı doldurmuş, sokağı daha büyülü hâle getirmişti. Bora bana baktı ve gülümseyerek "Seveceğini düşündüm" dedi. "Çok sevdim" dedim gülümseyerek. Kolumdan tutup beni bir kitapçıya soktu. Bora birkaç kitaba bakmaya başladı. Ben de yanından ayrılarak kitapçının içinde dolaşmaya başladım. Uzun zamandır almak istediğim kitaplar burada çok ucuzdu. İstediğim kitapların hepsini aldım. Bora da kendi istediği kitapları almıştı. Poşetin içinden bir kitap çıkarıp bana uzattı. "Bu ne?" diye sordum. "Bu benim en sevdiğim kitaplardan. Senin de okumanı istiyorum. Benden sana küçük bir hediye" dedi ve göz kırptı. Gülümsemeyle karşılık verdim. Ben de raflarda en sevdiğim kitaplardan birini aramaya başladım. Ve sonunda buldum. Kitabı Bora'ya uzatarak "Bu da benim sana hediyem. En sevdiğim kitaplardan biri. İçinde çok fazla tıbbi terim var ama. Sıkılabilirsin." dedim. Daha sonra söylediğim şeyin saçmalığını fark ederek "Geleceğin doktor adayına tıbbi terimlerden sıkılabileceğini söylüyorum ben de. Eminim ki hepsini biliyorsundur" dedim az önceki cümleyi toparlayarak. "O zaman şöyle yapalım. Her akşam birbirimizi arayıp kitap yorumlayalım" dedi. "Zaten her akşam konuşuyoruz" dedim. "Bu sefer kitap konuşacağız ama. Senin en sevdiğin şeylerden biri kitaplar değil mi?" dedi. "Öyle" diye yanıtladım. Dışarı çıktığımızda havanın soğuduğunu fark ettik. Bora 'çok kötüyüm lütfen gel' dediği için evden aceleyle çıkmış, yanıma ceket almayı unutmuştum. Üşümemek için kollarımı birbirine doladım. Bora bir süre bana baktı sonra da çantasından çıkardığı siyah ceketi bana uzattı. "Dün bende unutmuşsun. Üşüyorsun. Al" dedi. Ceketi ondan aldım ve üzerime geçirdim. "Neden sözümü tutmuyorsun? Sana ince giyinmemeni kaç defa söylemem gerek? Hasta olacaksın" diye söylendi daha sonra. "Sen yalan söyleyince aceleyle dışarı çıktım. Dolayısıyla yanıma ceket falan da almadım" dedim. "Kahve içmek ister misin?" diye sordu. "Kahveyi severim. Ama bugün midem bulanıyor. İçmek istemiyorum" diye cevap verdim. Sırt çantasını çıkarıp bana verdi. "Burada bekle. Hemen geleceğim" dedi ve gitti. Bir süre sonra elinde iki tane kahve bardağıyla çıkageldi. Bardaklardan birini bana uzattı. Tam 'istemiyorum' demek için ağzımı açmıştım ki beni susturup "Kahve içmek istemediğini biliyorum. Isınman için getirdim. Hava serin" dedi. Sıcak bir şekilde gülümsedim ve "Teşekkür ederim." dedim. Bir süre öylece yürüdükten sonra parka gitmek istedim. Bora'yı kolundan tutup salıncaklara doğru sürükledim. Boş salıncaklardan birine oturdum. Bora da sallamaya başladı. Gözüm birden köşede tek başına oturan bir çocuğa takıldı. Bora'ya durdurmasını söyledim ve ona köşedeki çocuğu gösterdim. Beraber çocuğun yanına gittik. "Hayırdır başkan. Niye üzgünsün?" dedi Bora. "Başkan ne be?" dedim Bora'ya bakıp. "Ne bileyim. Öyle daha samimi oluyor. Çocuk utanmasın. Rahat hissetsin diye öyle dedim" dedi. "Adın ne senin ablacığım?" dedim çocuğa. "Yiğit" dedi çocuk. "Annen baban var mı?" diye sordu Bora. Çocuk başını salladı. Daha sonra Bora "Neden üzgünsün abiciğim?" diye sordu Bora. "Annemi kaybettim" dedi Yiğit. Daha sonra "Siz ikiniz sevgili misiniz?" diye sordu çocuk. "Hayır. Arkadaşız biz" diye cevap verdim Yiğit'e. "O zaman neden el ele tutuşuyorsunuz?" diye sordu bu sefer. İkimiz de aynı anda önce ellerimize sonra birbirimize baktık ve aynı anda çektik ellerimizi. Bora gülümseyerek bana yaklaştı ve fısıltıyla "İki gündür herkes seni benim sevgilim sanıyor. Bu bir işaret olabilir mi?" dedi. Yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Yiğit'e dönüp "Evinin adresini biliyor musun?" diye sordum. "Bilmiyorum" diye cevap verdi. "Keşke çocuğa sevgililiği öğreteceklerine evinin adresini öğretselermiş" dedim. Bora cebinden telefonunu çıkarıp "Annenin veya babanın telefon numarasını biliyor musun?"   diye sordu. Başını hayır anlamında iki yana salladı. "Karakola götürelim mi?" dedim Bora'ya. "Götürelim" dedi Bora. Çocuğa dönüp "Seni polise götüreceğiz şimdi tamam mı ablacığım? Onlar anneni bulurlar. Hadi gel bakalım" deyip elinden tutarak kaldırdım. Çocuğu polise götürüp eve doğru yürümeye başladık. "Bir şey soracağım" dedim Bora'ya. "Sor Tatlı Bela'm" dedi. "Poyraz ile neden anlaşamıyorsunuz?" diye sordum. "Bilmem. Tanıştığımızdan beri sevmeyiz birbirimizi. Peki siz. Neden Cansuyla aranızdaki buzlar erimiyor?" dedi. "Bizim aramızdaki buzlar Titanic'i bile batırabilir. 500 derece sıcakta bile erimez o buzlar" dedim. Güldü. Sokakta öylece yürümeye devam ettik.

Tatlı BelaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin