Yaşam... Rüzgâra âşık karahindiba çiçeğiydi benim için. Onu dağıtmak, parçalamak için fırtınaya gerek yoktu. Hafif bir meltem bile tohumların etrafa saçılmasını sebep olurdu ve bu yeni tohumlar insanın kalbindeki uçsuz bucaksız boş arazide tekrar can bulurdu.Kâh güzel duygular yetişirdi o sarı yapraklarda bu döngüyü devam ettirmek için, kâh üzüntü, mutsuzluk, yıkım veya yalnızlık...
Benim karahindibalarım ise hep üzüntü ekmişti toprağıma... Hep keder... Hep yıkım...
Can buldukça her tohum, kalbime saplanan acılara dönüşürdü varlıkları. Saplarında bulundurdukları sıvıyı; zehir gibi kalbime akıtır, soldururdu rengini. Gökkuşağı'nın doğmasına izin vermezdi hiç. Zaten ruhumda gökkuşağı da doğmazdı benim, doğsa da siyah ve siyahın tonlarını barındırırdı içinde.
Renksiz dünyamda, gökkuşağımdaki en açık renk olan griydi beni hayata bağlayan. Ruhumun umudu olan aydınlıktı...
Hâlbuki ne kadarda isterdim gökkuşağımda kırmızının aşkı temsil etmesini veya mavinin güveni, sarının özgürlüğü, yeşilin yenilenmeyi, morun tutkuyu ve turuncunun mutluluğu temsil etmesini... Fakat cesaret edemiyordum ben o renk cümbüşüne bulanmaya, karanlığımın onları yutmasından korkuyordum...
Can yakıcıydı hayat...
Bazen, bir sinek ısırığı kadar acısız. Bazense, canımdan can kopacak kadar feryat figan... Azdan çoğa doğru gider bu bitmek bilmeyen yıkım. Ya kademe kademe artar ya da azalırdı.
Benim acılarımsa hiçbir zaman bu gelgitin içerisinde bulunmadı. Çocukluğumda annemin ve doğmamış kardeşimin ölümüyle inceden bir sızı gibi artmaya başlamış, sonra ise hiç durmadan artış göstererek beni en uç noktaya getirmişti.
Zirvedeydim... Acıların zirvesinde...
Yine de kafamı kaldırıp yukarı bakmaya korkuyordum. Evet, zirvedeydim ama karanlığın en dibindeydim. Ne kadar o uç noktaya çıksam da hiçbir zaman aydınlığa kavuşamamış, yeni doğan tohumlarımla tekrar aşağıya çekilmiştim.
Buydum ben, kalbimde acının tohumu olarak yetişen karahindiba çiçeklerime tutsak, renksiz gökkuşağımın altında renklenmesini düşleyen bir hayalperest...
*
Sabah gördüğüm o iç karartıcı rüyadan sonra bir türlü kendime gelemiyordum. Neredeyse üç yıldır aynı rüyayı görüyordum ve bu durum bozuk psikolojime hiç de iyi gelmiyordu. Hala kalbimde ağırlığı olan anılar, beynimi kemirirken nasıl iyi olabilirdim ki? Bundan sonra iyi olmayı da beklemiyordum zaten. Sadece biraz da olsa şu geçmişimden kurtulabilseydim başka bir şey istemezdim. Anılar peşimi bırakmamakta ısrarcıydılar.
Yaşadığım buhrandan sıyrılmak için bir süredir yattığım yatağımdan bezgince doğruldum. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp dirseklerimi dizlerime dayayarak başımı ellerimin arasına koydum. Dışarı verdiğim derin soluk acılarımı yansıtır derecede yakıcıydı. Ne zaman kurtulacağım bu geçmişten? Kendi kendime sorduğum soruyla başımı kaldırıp gözlerimi odada gezdirdim bir süre. Cevap bulamayacağımı anladığımda gözüme ilişen telefonumun renkli bildirim ışığıyla onu elime aldım. Orta tuşunu basıp içim gibi kara olan ekranı aydınlattığımda gördüğüm bildirimle mutluluktan ne yapacağımı bilemedim. Anlık mutluluğum, beni yatağıma zamklamış gibi kalakaldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MERHAMETSİZ (Belki yeniden birgün dönecek) 🥹
Ficção AdolescenteRuha acımasızca işlenmiş işkencenin izleriydi tüm bu olanlar... Yığınla eziyetin altında kalmış, yanarak küle dönüşmüş bir acımasızın öyküsü... Küllerinden doğan Azap'ın izleri... Acıyla beslenen, korkuyla soluksuz yaşayan, af nedir bilmeyen bir el...