# Ludovico Einaudi - Nuvole BiancheHayat bize ömrümüz boyunca hep iki seçenek sunar. İyi ve kötü, günah ve sevap, güzel ve çirkin... Zıtlıkları koyar önümüze ve seçim yapmamızı bekler. Asla orta yol bırakmaz insana. Ya iyiyi seçer insan, ya kötüyü. Sevabı ve günahı bir seçtirmez bize. İkisini bir götürmek ise insanı günahkâr yapar. Çünkü beyaza siyah karıştığında siyah, yavaş yavaş griye dönüşerek kirletir beyazı sonrada kendine tutsak ederek yok eder bütün saflığını... Öyle bir karmaşadır ki bu, beyaz saflığını kaybederken siyahta kendi benliğinden verir ona karıştıkça. Kötülüğünden sıyrılıp aydınlığa ulaşmak zorunda bırakılır...
Orta yolu bulmaya çalışanlarsa arafta kalanlardır her zaman... Tıpkı her anlama çıkan eş sesli kelimeler gibi...
Bense önüme sunulan iki belirsiz seçenekle arafta sıkışıp kalmıştım. Bu ne dediğini bilmez adamın söyledikleriyle, karmakarışık bir şekilde dediklerini düşünce merkezimde yorumlamaya çalışıyordum. Ne saçmalıyordu? İşkence demişti değil mi? Kaçıncı yüzyılda yaşıyorduk? Ne işkencesinden bahsediyordu bu sadist herif? Yaptıkları yetmemiş miydi?
Algılarım söylediği sözlere karşı taarruza geçtiklerinde tepkisizce sorumu sordum.
"Neden bahsediyorsun?"
Hala yan yanaydık. Bana baktığını görmesem de bakışlarının üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Tabloya çevirdiğim gözlerimi ağır bir şekilde ona çevirdim. Lacivertlerindeki köpek balıkları, eğlenir gibi oradan oraya süzülüyorlardı. Yüzündeki soğukluk, içindeki haylaz çocuğu gizlemeye çalışıyordu. Tepkisizliğinin altında yatanları, gözleriyle şeffaflaştırıyordu ve ben bunları gördükçe korkum katlarına katlanıyordu. Bu adam öylesine dengesizdi ki ne yapacağını sezmek çok zordu.
Dudağı yarım gülücükle yukarı çekildi. "Şu demek oluyor Gardenya. Seninle oyun oynayacağımızdan bahsetmiştim. Ben soru soracağım sen cevaplayacaksın. Yanlış cevap seni işkenceye, doğru cevapsa seni ödüle götürecek. Cevap ver. Metin içerisinde geçen meyve böğürtlen mi? Yoksa üzüm mü?"dedi. Üslubu dalgacı olsa da tepkileri korkutucuydu.
İşte seçeneklerimde önüme sunulmuştu. Hangisi iyiydi hangisi kötü bilmiyordum. Hangisi bana cehennemi yaşatacaktı bu zararsız meyvelerin? Korkuyla onu izlerken elini kaldırıp 'Cevap ver.'der gibi salladı. Bundan kaçışımın olmadığının farkındaydım. Cevap vermezsen daha kötülerini bile yapabilirdi. Şimdi yapacağı eziyetin ne olduğunu bile bilmiyordum ama yinede iyimser düşünmeye çalışıyordum.
Bir süre efsaneyi düşünüp tam olarak hatırlamaya çalıştım. Kulaktan dolma dinlediğim için detaylarını hatırlamıyordum. Neydi cevabı? Üzümden çok böğürtlen daha mantıklı geliyordu. Dikenli dalların arasında büyüyen bir meyveydi ve içerisinde yılan olma olasılığı daha yüksekti.
Sabırsızca "Sabaha kadar seni bekleyemem."dedi. Ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Böğürtlen mantıklı gelirken üzümde olası geliyordu. Ah! Neden bana bunu yapıyordu ki?
Korkuyla ona bakarken dudaklarımı aralayıp ses tellerime kuvvet vererek sesimin cılız çıkmamasını sağladım. Kendimden emin gözükmek istiyordum. Sanki emin olmam beni kurtaracakmış gibi. Cevap neydi bilmiyordum ama mantıklı olan cevabı verecektim.
"Böğürtlen."dedim.
Sesim gür ama titrek çıkmıştı. Bir adım geriye çekildim. Aramızda kol boyu mesafe açılmıştı. Şimdi yüz hatlarını daha iyi görüyordum. Başımı çok fazla yukarı kaldırmak zorunda kalmıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MERHAMETSİZ (Belki yeniden birgün dönecek) 🥹
Teen FictionRuha acımasızca işlenmiş işkencenin izleriydi tüm bu olanlar... Yığınla eziyetin altında kalmış, yanarak küle dönüşmüş bir acımasızın öyküsü... Küllerinden doğan Azap'ın izleri... Acıyla beslenen, korkuyla soluksuz yaşayan, af nedir bilmeyen bir el...