Hayat üç yıl önce benim gibi korkak bir insan için acımasızca hükmünü verdiğinde iki seçeneği de önüme sunmuştu. İyiyi ve kötüyü. Şimdiyse yaptığım yanlış seçimden dolayı bana bedel ödetiyordu. 'Benim için dünya üzerinde Türkiye yok artık.'diye söylediğim cümleyi böyle gözüme sokarcasına yediriyordu.Uçak yere inişini yaptığında içimdeki korku daha da büyüdü. Lütfen, lütfen şimdi değil. Burada değil. Ah gerilen bedenimi sakinleştirmek çok zordu. Nefesim daralmaya başlamıştı. Tekrar bir ilaca daha ihtiyacım olacaktı. Bu ilaçlar artık benim vazgeçilmezim haline gelmişti. İnmeden önce hemen bir tane daha içtim. İlacın beni yatıştıracaktı biliyordum ama kafamdaki düşünceler fır dönüyordu. Onlara engel olamıyordum.
Uçaktan inip yüzüme çarpan soğuk havayla birazda olsa kendime gelmiştim. Türkiye saatiyle saat sabah on birdi ama dondurucu soğuk bir nebze bile kırılmamıştı. Kabanıma iyice sarılıp çıkışa doğru yöneldim. Polis görünümlü güvenlik görevlilerinden uzak durmak şüphe uyandırıyordu ama elimde olan bir şey değildi bu yaptığım. Tamamen içgüdüsel olarak yapıyordum. Suçlu psikolojisiyle. Sanki bütün gözler bana bakıyordu. 'Sen katilsin.' diyorlardı bana. 'Sen iki cana kıydın ve arkana bakmadan kaçarak gittin.' diyorlardı. Herkes üstüme geliyordu sanki.
Sakin ol Algin. Sakin ol lütfen. Burada olmaz biliyorsun. İlgiyi üstüne toplamak istemezsin değil mi? Bunlar vicdanının bir kurgusu. Gerçek değiller.
Kendi kendimi teskin ederken kafamı yere eğmiş, sırt çantamın kollarını sıkarak valizlerin alındığı yere ilerledim. Alnımın yanındaki ter öbeklerini kabanımın koluyla sildiğimde yanımdaki kadın bana bakarak "İyi misin kızım?"diye merakla sordu. Sorusu beni tedirgin etmişti. "İyiyim."diyerek ona sırtımı döndüm. Soğuk davranışıma karşı bir şey demeyen kadın yanımdan uzaklaşıp başka yerde beklemeye başladı. Çok sürmedi, beş dakika sonra valizim bantta gözükmüştü. Hemen yanına ilerleyip valizimi aldım ve çıkışa yöneldim. Buradan bir an önce çıkmalıydım.
Çıkışın hemen karşısında duran Esin'i gördüğümde gözlerim doldu. O da beni görmüştü ve beklemeden bana doğru yönelmeye başladı. Sıkıca boynuma sarıldığında valizimi bırakıp bende ona sarıldım. Onu o kadar özlemiştim ki, gözyaşlarımı tutmak zorlaşmıştı ve izinsiz özgürlüklerini ilan etmişlerdi.
Esin geri çekildiğinde onunda yüzü ıslanmıştı. "Kızım çok özledim seni. İyi ki geldin."dediğinde sesi titrek çıktı.
Birbirimizden ayrıldığımızda başımı önüme eğdim ve ellerime bakmaya başladım. Bu geliş benim için iyi miydi bilmiyordum ama gelmiştim işte. Buradaydım. Türkiye'de... "Şey, evet bende seni çok özlemişim."dedim çekingen bir tavırla.
Başımı yukarı kaldırdım ve ona baktım. Gözlerinin içi parlıyordu. Hiç değişmemişti. Hep enerjikti ve o enerjisinden hiçbir şey kaybetmemişti. Çenesinde olan saçları uzamıştı. Omuzlarına vuruyordu. Hala öyle eskisi gibi cansızlardı ve hep bundan dolayı dert yanardı. Gözleri aynı sıcaklıkta koyu kahveydi. Kahverengi gözlü insanların daha sıcakkanlı olduklarının kanıtıydı Esin. Küçüklüğümüzden beri burnumu yaptıracağım diye gem vurduğu burnu hala aynıydı. Dışa çıkık bir kemiği vardı. Çok belli olmuyordu ama onun için tam bir tepecikti gözünde o kemik. Üst dudağına oranla alt dudağı daha kalındı. Buna bile laf ederdi hep. Neden orantılı değiller diye kızardı. Buğday sarısı teni, benden üç santim uzun boyuyla benim gözümde mükemmel bir arkadaştı ama onun gözünde kendisi kusurdan ibaretti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MERHAMETSİZ (Belki yeniden birgün dönecek) 🥹
Novela JuvenilRuha acımasızca işlenmiş işkencenin izleriydi tüm bu olanlar... Yığınla eziyetin altında kalmış, yanarak küle dönüşmüş bir acımasızın öyküsü... Küllerinden doğan Azap'ın izleri... Acıyla beslenen, korkuyla soluksuz yaşayan, af nedir bilmeyen bir el...