İlk Öpücük

9.9K 547 4
                                    

Nisan'ın ağzından;

Savaş Uçer..

Bütün heybetiyle burada, karşımda oturuyordu.
Bir takım elbise ne kadar yakışabilirdi ki insana.
O da şaşırmış gibi duruyordu.
Bakışları bir tuhaftı.
Doğru ya, çevresinde gezdiremeyeceği türden bir kızı yine o değerli çevresinde görmek hayrete düşürmüş olmalıydı.
İçeriye girerken gözleri koluma kaymıştı.
Tarık'la kol kola içeriye girmiş olmam onda merak uyandırıyordu sanırım.
Hafiften tebessüm ettim ve kafamla selam verdim.
O beni kıskanır mıydı, bilmem.
Doğrusu sanmıyorum.
Ama en azından ona gününü gösterebilirdim, dalga geçebilirdim.
Neler olacaktı acaba?

Masada on kişi falan olmalılardı.
İki kişi ingilizce konuşuyordu ve Nisan da bu konuşulanları elinden geldiğince aktarmaya çalışıyordu.

Aslında Savaş'ın yabancı dili de çok iyiydi.
Nisan bunun farkındaydı.
Ama o, ortamdan kaçmak ister gibi bir havada olduğundan pek konuşmayla ilgilenmiyordu.

Kaç kez kesişmişti bakışları sayamadı Nisan.
Zaten o sırada konuşmayı takip ettiğinden pek de ilgilenmemişti.

Yurtdışından birşeylerin geleceğini ve bunun için depo temin edilmesi gibi şeylerden bahsediyorlardı.

Ne kadar Savaş'ı umursamıyor gibi davransa da konsantre olamıyordu Nisan ve sonunda pes ederek Savaş'a döndü. Kızgın bakışlarından ateşler çıkıyordu adeta..

"Gözlerinizi üzerimden çekecek misiniz yoksa böyle mi devam edelim." dedi sinirle soluyarak.

Masadakiler önce şaşırmış, daha sonra ise gülüşmeye başlamışlardı.
Savaş bozulmuştu, böyle bir tepki beklemiyordu. Yüzü renkten renge girdi önce. Önündeki sudan bir yudum aldı.
Kravatını eliyle gevşetti ve buyrun devam edin anlamında el işareti yaptı.

Nisan aslında şaşkındı.
Savaş'ın buraya neden geldiğini, onun  burada ne yaptığını çok merak ediyordu.

Nisan bunları düşünürken, o ara yanındaki adama "baba" dediğini duyar gibi oldu.

Şaşkın gözlerle o tarafa döndü Nisan.
Savaş'ın babası demek bu adamdı.
Hiç de tekin bir insan gibi görünmüyordu.
Babası tam anlamıyla George gibi bir adamdı.
Demek o spor arabaların, lüks hayatın parası bu tarz işlerden kazanılıyordu.
Şaşkınlığını gizlemeye çalışarak önüne döndü ve istifini bozmadan devam etti Nisan.
Geçen zaman boyunca hiç bakmadı o tarafa..
Bir süre daha konuştuktan sonra ayağa kalktılar ve tokalaştılar.
Bu anlaşma imzalandı anlamına geliyordu.
Herkesin kapıya doğru yöneldiği an Tarık'ın telefonu çaldı, cevapladığında ise telaşlı bir görüşme yapmaya başladı.
Anlaşılan acil bir şekilde bara gitmesi gerekiyordu.
Nisan'a dönerek durumu açıkladı ve bir taksi çağırıp apar topar ayrıldı.
Herkes yavaş yavaş arabalarına binip gitmişti.
Nisan ise restoranın önünde hala taksi bekliyordu.
O sırada yanına siyah bir spor araba yaklaştı.
Bu arabayı tanıyordu genç kız.
Savaş'ın bindiği arabalardan bir tanesiydi.
Araçtan inip kendisine doğru yürüyen  Savaş'ı gördüğünde ise daha da artan kalp çarpıntısına hakim olmaya çalışıyordu.

Savaş arabanın yan kapısını açtı ve "Bırakayım seni" diyerek teklifte bulundu.

"Gerek yok, taksim geliyor zaten" diyerek suratını çevirdi Nisan.
Hala kırgındı ona..
Savaş yine bozulmuştu, çaktırmamaya çalışarak küçük çapta bir kahkaha atıverdi, ardından devam etti,
"Emin misin? Bence taksin gelmiyor. Belki de birisi arayıp iptal ettirmiştir. " dedi.

Sinir küpüne dönmüştü Nisan, tek ayağını havaya kaldırıp sertçe yere vurdu.
"Sen hangi hakla bunu yapabiliyorsun, kendini ne sanıyorsun sen? " dedi ve gözlerinden ateşler çıkararak yaklaştı Savaş'a.

Savaş da sakince ona doğru bir kaç adım attı ve onunla burun buruna geldi.
Birbirlerinin nefes alışverişlerini duyabiliyorlardı.
Bir nefes kadar yakın, yıldızlar kadar uzaklardı belki de.
Nisan'ın siniri yerini heyecana bırakmıştı. Sadece bakışıyorlardı.
Savaş'ın gözleri gözlerine kenetlenmişti adeta.
Neden kıpırdayamıyordu Nisan, anlayamıyordu.
Savaş Nisan'a doğru eğildi ve usulca kulağına fısıldadı.
"Bırak, seni ben bırakayım."

Itiraz edecek gücü kendinde bulamadı Nisan.
Sadece kafa sallamakla yetindi.
Biraz önceki asabi, aksi, hırçın cadı gitmiş yerine sessiz, sakin, uyumlu bir  prenses gelmişti.
Ona karşı hala böyle hissettiği için kendinden nefret etse de, bir şey değişmiyordu.
Hissediyordu işte.
Arabanın içerisinde sessizliği bozan Savaş oldu.
" Ne işin vardı senin burada? " diye sert bir giriş yaptı.
Nisan ise " Sana neden hesap veriyorum bay Uçer, asıl sen onu açıklar mısın?"
Savaş sinirle karışık bir kahkaha attı ve ardından
"Ben seni kendimden bile uzak tutarken sen böyle yerlere böyle pis insanlarla geliyorsun, sonra da hesap mı vereceğim diyorsun. Allah aşkına ne halt yiyorsun sen Nisan?" diyerek kükredi.
Nisan birden olduğu yerde sıçradı.
Cümleyi kafasında toplamaya çalışıyordu.
Kızmalıydı.
Arabadan inmeli miydi?
Ya da dur dur.
Ne demişti?
Kendisinden uzak tutmasının bir nedeni mi vardı?
Yani o da kendisine bir şeyler hissediyor muydu?
Bir süre iç sesiyle hesaplaştıktan sonra Savaş'a döndü ve anlamsız bir bakış attı.
Sinirli Savaş ile salağa bağlamış Nisan uzun bir süre sessiz kaldılar.
Savaş dayanamadı daha fazla ve "Artık o barda çalışmanı istemiyorum." dedi.
O Nisan'ın barda çalıştığını nereden biliyordu acaba? Doğru ya o bir Uçer'di ve eli her yere uzanırdı.
Nisan dik duruşunu bozmayarak soğukkanlılıkla cevap verdi.
"Sen karışamazsın. "
Savaş aynı ses tonuyla " Karışırım Nisan, istemiyorum" diye yineledi.

Nisan dayanamıyordu artık
"Kim oluyorsun sen?
Hangi hakla bana karışıyorsun?
Kendini beğenmiş, züppe.
Durdur şu arabayı" diye yükseldiğinde araba sert bir frenle aniden durdu ve Nisan arabadan aşağı inerek kapıyı sert bir şekilde kapadı.
Sinirle elini saçlarına atıp sıkı topuzunu bozdu ve boş caddede yürümeye başladı.
Savaş da arkasından indi ve koşarak Nisan'ın yanına vardı.
Kolundan tuttu,onu  hızlıca duvara yasladı ve dudaklarını dudaklarına mühürledi...

Bu bir kaç saniye bir asır gibi geçmişti.
Öyle tutku dolu, öyle derin.
Tüm şarkılar onlar için bestelenmişti, bu dünyada bir tek ikisi varmışçasına kayboldular..

Bir süre sonra Savaş usulca doğruldu ve Nisan'ın yeşil gözlerine baktı..
"İşte bu hakla... "

Nisanın Savaşı (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin