Geç Kalınmış Vedalar
"Güzel günler çabuk geçer
İçimiz hep bir hoşça kal ülkesi"-Cahit Zarifoğlu
İnsan kaybetmenin oluşturduğu o muazzam boşluğu içlerinde hissettikleri vakit gerçekten öldüklerini anlarlar, zira ölümden daha kesin bir acıdır kaybetmek. Lakin bilinmeli aslında, hayat hiçbir zaman bizim istediğimiz gibi gitmez. Bu yüzden insanlar hayalleri gerçeklere tercih ederler, kontrol her zaman insanın zaafıdır. Kontrol edebildiğini sever insan. Hayat ise ipleri yağa bulanmış bir urgan misalidir bu kavramda.
Mustafa en başından beri sürekli düşünmekten kaçındığı o sarsıcı gerçeği yüzüne vururcasına duymak ile yutkundu. Biliyordu, gidecekti ama bu kadar çabuk muydu? Kaç gün olmuştu ki şunun şurasında onu doyasıya seveli? Bir kez daha diplomasiden nefret etti. Gözlerini kaçırdı kadından. Sanki mavi çukura baksa bırakıverecekti kendisini. Gözleri yere de inemedi, kadının hemen arkasındaki adamın onun kolunu tutan eline kaydı. Sinirlendi. Ona mıydı bu siniri? Hayır, Petridis'e ya da Maris'e değildi siniri, kendineydi.
Kadının ne durumlardan geçtiğini biliyordu lakin bu yine de içindeki yangını söndürmüyordu. Beynin bir tarafı –ama küçücük bir tarafı- fısıldar halde 'o sana ihanet etti' diyordu, bir diğer tarafı ise –ki bu ağırlıkta olan taraftı- bu kadın sen yokken, onun yanında değilken, o acı çekerken bu adam yanındaydı diyordu. Siniri bu yüzden kendineydi. Verdiği her türlü tavizden dolayı sinirleniyordu.
"Ne zaman?"
Sert olmak istemiyordu, şu bir gıdımlık zamanlarında ona kızmak veyahut da kötü bir laf etmek istemiyordu ama elinde değildi, şu an gerçekten çok gergin hissediyordu kendini adam. Hele Maris denen bu adam kadının kolunu tutukça, ah!
"En yakın zamanda."
Petridis kararlılığını korumaya çalışıyordu ama adam bir gözlerine baksaydı, ah baksaydı... Her şeyi anlayacaktı aslında. O savaşçı görüntüsünün altında yatan ürkek kediyi, onu bırakmak istemeyen yanını ama bakmıyordu işte. Seviniyordu bu duruma Petridis. Kendini güçlü hissetmek ona kuvvet veriyordu.
"Mesela?"
Sesinin titrememesi için dua etti kadın.
"Bu hafta, hatta iki güne desem daha doğru olur."
Mustafa o an kaldırdı gözlerini. Hayır, hayır hazır değildi bu kadarına. Çok çabuktu bu, beklediğinden daha erken ve sarsıcıydı. Oğlu ne olacaktı? Bırakmazdı onu, bir kez daha o yere göndermezdi.
Kadının gözlerindeki titreşimi fark ettiği vakit itiraz dolu cümlesini yuttu. İster istemez kaydı arkadaki mavilere gözleri.
Maris, hiç olmaması gereken bir ortamda gibi hissediyordu kendini. Heybetli bedeni gergindi. Ruhu bu iki insan arasında daralıyordu. Onların acısı kendine yük oluyordu. Bir gün olsun, bir gün, sadece bir gün bile gün yüzü görmemişlerdi. Hayat adil değildi fakat onlara karşı adilden ziyade acımasız oynuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FEVERAN » Sultan Mustafa
Historical FictionSessizlik derler en büyük ihanetmiş. Ben sessizliği bu sarayda öğrendim Sultanım, tüm benliğime ihanet edilirken, ırkım benden medet umarken ben ise sessizliği öğrendim. Sustum. O ihtişamlı sarayın büyüsü sarmaladı beni, yakutların parıltısı, altınl...