Bay Sanderson'ın dersi hep sıkıcı geçerdi.
Kredimi doldurabilmek için seçmeli tarih dışında aldığım diğer ders, seçmeli felsefe grubu dersiydi. Tıpkı benim gibi okuldaki tüm son sınıf öğrencilerinin dizlerinin üstüne çöküp sıkıntıdan ağlamak istediği; fakat kredi denilen o bela yüzünden seslerini pek de çıkaramadığı dersti. Genelde bu ders, öğleden sonraki son ders veya son dersten bir önceki derse verilirdi. Sanki rehberlik öğretmenimiz Bay Sanderson'ı ve felsefe dersini olabildiğinden çok daha fazla çekilmez kılmak için özel olarak uğraşıyor gibiydi.
Bu dersim Lara ile ortak olmayan tek dersimdi. Ortalaması benden daha yüksek olduğu için ve ortalaması yüksek olmasa bile, fen ve cebirde benden daha iyi olduğu için sosyal bilimler alanına giren dersleri tercih etmesine gerek yoktu. Nasıl iyi olduğunu anlamıyordum. Dışarıdan Lara ve bana bakan herkes benim tam bir fizik dehası gibi göründüğümü söylerdi fakat o dersle başım olduğundan da fazla beladaydı. Kimya, biyoloji, cebir ve geometrim iyi sayılırdı. Bazen beni yoruyor olsalar da; felsefe dersi kadar dinlerken sıkıldığımı söyleyemezdim.
Aslında bu derste sıkılıyor olmamın sebebi Bay Sanderson'ın kötü bir öğretmen olması veya dersin bana göre olmaması değildi. Arada sırada değişik görüşler ortaya atıp üzerinde rahatlıkla konuşabiliyor olduğumuz için sıklıkla severdim. İlginç bulurdum.
Ama şu an hemen ön sıramda oturan Calum Hood işleri kolaylaştırmıyordu.
Önümde oturuyor olduğu gerçeği yüzünden derse pek odaklanabildiğimi söyleyemezdim. Oysaki tam tersinin olması için kendimi epey de zorluyordum. Bu dersten alacağım not, en az kimya gibi yüksek kredisi olan dersten alacağım not kadar önemliydi. İyi dinlemem, Bay Sanderson'ın anlattıklarını iyi analiz etmem ve düzgünce not almam gerekiyordu.
Sanki onu düşündüğümü hissetmiş gibi Calum aniden arkasını döndü. Bay Sanderson bu sırada ateizmin anlamını hepimizin anlayacağı şekilde tahtaya özetlemeye ve başka felsefi kavramları yazmaya çalışıyordu.
Calum aniden arkasını döndüğü için biraz irkilmiştim. Bunu yapmam onun gülümsemesine neden oldu. Scott'ın koridorun ortasında bana saygısızlık yaptığı günün üstünden yaklaşık bir buçuk hafta geçmişti. O bir buçuk hafta boyunca Calum'ı sadece görmüştüm. Evet, sadece koridordan geçerken, yemekhanede, birlikte aldığımız ortak derslerde veya basketbol antrenmanlarında görmüştüm. Benimle gelip ne konuşmuştu ne de bir günaydın veya da görüşürüz demişti. Hiçbir şey olmamıştı.
"Matthews."
Soyadımı imalı bir ses tonuyla fısıldarken yavaşça nefes alıp verdim. Ceketimin kollarını avuçlarımın içine kadar adeta sündürürcesine çekerken, öne doğru biraz uzanıp fısıltımı daha net duymasını sağladım.
"Dersi dinlemeye çalışıyorum."
"Biliyorum," çarpık bir şekilde gülümsediğinde sertçe yutkundum. Gözlerimi kaçırmak istiyordum ama bulunduğumuz şu konumda bunu yapmak mümkün değildi. "Kalemim kırıldı, seninkini birkaç dakikalığına ödünç alabilir miyim?"
Hiç tereddüt etmeden parmaklarım arasında tuttuğum kalemimi uzattım. Gözleri ilk başta etrafı sarı ve tepesinde pembe bir silgi bulunan kalemimi bulduktan sonra öldürücü bir yavaşlıkta benim gözlerime çıktı. Sanki zorluk çıkaracağımı düşünmüş de, tereddütsüzlüğüm onu şaşkınlığa uğratmış gibiydi.
"Sağol."
Başımı yavaşça sallayarak onu yanıtladım. Emindim ki fısıltım bile çatlayacak ve genzimi temizlemek zorunda kalacaktım. Bu da beni sadece olduğumdan biraz daha aptal bir Hayden yapmak için fazlasıyla yeterliydi sanırım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love Will Tear Us Apart || hood
Fanfiction"Sen benim bir daha asla rastlayamayacağım bir düştün."