Kırkıncı Bölüm: Ya Öyle Değilse?

1.3K 134 63
                                    

"Tüm bu şarkıları nereden buluyorsun?"

Matt, kulaküstü kulaklıklarımı kafasının arkasından sıyırıp yeniden bana uzatırken, kaset çalarımdan şarkıyı durdurdum. Şarkılarımın tamamının benim kendi müzik zevkimle seçilmiş olduklarını düşünüyordu ama sadece kısmen doğruydu. Genelde yeni bir şarkı keşfetmem, abimin bana henüz doldurduğu kaseti uzatarak "Şunları dinlesene bir," demesiyle olurdu.

"Asher sayesinde," dedim gülümseyerek. Matt'ten kulaklığımı geri aldıktan sonra onu boynuma astım.

"Asher'dan çok daha fazla müzik dinliyorsun."

"Yani?"

"Yani, tüm bunları keşfeden Asher olamaz."

Matt'e karşılık olarak tek yaptığım şey göz devirmekti. Bazı şeyleri olduğu gibi kabul etmemekte üstüne yoktu. Kendi kendime kıkırdarken, "Bence Another One Bites the Dust'ı on dört yıl sonra dinlediğin gerçeğini göz önünde bulundurursak bana daha fazla karşı çıkamazsın," diyerek onu yanıtladım.

Matt de güldü, ama kendisini bana karşı savunmak zorunda hissettiği için gülümsemesi benimkine kıyasla çok daha kısa sürmüştü. "Hey!" dedi yarı şakacı, yarı ciddi bir ses tonuyla. "Benim uzmanlık alanım basketbol, tamam mı? Mesela hücum etmekte olan takım yirmi dört saniye içerisinde hücumu tamamlamak ve sekiz saniye içinde de kendine ait olan sahayı terk etmek zorundadır. Aksi olan durumlarda topun kullanım hakkı karşı takıma geçer, dersem neyden bahsettiğimi anlayabilir misin?"

Gözlerimi devirdim. Kendi yapmakta olduğu şey ile benim yeni şarkılar keşfetme zevkimi bir şekilde kıyaslamaya koyması saçmaydı. Bu yüzden arkadaşıma cevap bile vermedim. Zaten onu okula birlikte yürürken yaptığımız tost ve sıcak çaydan ibaret olan sabah kahvaltımızdan hemen yarım saat sonra okul kantininden kendine büyük boy pakette aldığı jelibonu atıştırırken görmek, Matt'i pek ciddiye alabileceğim bir pozisyon değildi.

İlk iki dersimiz şansımıza yine boştu. Biyoloji öğretmeni Bayan Maddison hamileliğinin son aşamalarında olduğu için çektiği her sancıda telaşlanarak acilen hastaneye gitmek zorunda kalıyordu. Bugün de yine sabahın erken saatlerinde sancısı tuttuğu için okuldaki tüm dersini iptal etmek durumundaydı. Doğal olarak bizim sınıfın ilk iki dersi boşa çıkmıştı.

"İşte bak, cevapsız kaldın," dedi Matt. Uzmanlık alanını bana kanıtladığı için tatmin olmuş gibi görünüyordu. "Çok fena şarkıların var ve mükemmel bir çizim yeteneğin, ama benim gibi basketbol oynayamazsın Hayds."

Yan yana olan sandalyelerde oturuyorduk. Dizimle onun dizini pek de kibar olmayan bir üslupla sertçe dürterken, ellerimi montumun cebinden bile çıkartmadım. Dizimle onu dürttüğüm sırada tam ağzına elmalı jelibon tanesini atacaktı ki, beklenmedik bir refleksle onu yere düşürdü.

"Hadi ama!"

"Şurada anlaşalım, basketbolu siz üç salaktan çok daha iyi oynayan bir abim var. Ve biz çok defa birlikte oynadık. Dolayısıyla nasıl oynanması gerektiğini biliyorum, ama terlemekten nefret ederim, bu yüzden kılımı bile kıpırdatmıyorum," dedim. "Ayrıca, siz erkeklerin yapabilirken benim yapamayacağım hiçbir şey de olamaz."

Matt, yere düşürdüğü elmalı jelibon tanesinin yasını tutamadı bile. Kendi görüş açımdan etkilenmiş gibi kaşlarını alnına doğru kaldırdıktan sonra mahçup oldu, yanakları usul usul kızarmaya başladı. Belli ki beni alındırdığını düşündüğünden utanmıştı.

Ancak alınmamıştım. Matt'e alınmam mümkün değildi çünkü ne kadar iyi bir çocuk olduğunu biliyordum. Konuşmalarımızın hiçbirinde beni ezmek için bir şey söylemezdi. Sean gibi biri değildi. Benim için Felix nasılsa, Matt de öyleydi. Sadece onunla uğraşmayı ve tartışmalarımızda altta kalan taraf olmamayı seviyordum.

Love Will Tear Us Apart || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin