Asher'la dışarı çıktığımız akşamın sabahına kadar kesik kesik uykularla dolu bir gece geçirmiştim. Sabahı zor etmiştim bile diyebilirdim. Gözümü her açıp, komodinimin üzerindeki saate baktığımda henüz sabah olmadığını görmek ilk kez içimi bunaltır olmuştu. Çünkü normalde sabah olsun istemezdim. Hangi öğrenci sıcacık yatağını terk edip, okula gitmek isterdi ki?
Muhtemelen hiç kimse.
Öğle yemeği vakti geldiğinde kendimi o kadar kalabalığın arasına girebilecek kadar güçlü hissetmediğimi fark etmiştim. Oysaki bu çok saçmaydı. Güçsüz hissettirmemi gerektirecek bir şey yapmamıştım. Her şey Scott ve biraz da benimle ne yaptığını bilmeyen Calum'un suçuydu. Sabahtan beri ikisini de görmeye katlanamıyordum ve öğle yemeği sırasında tek başıma bir masada oturup eğreti dururken hayatıma devam ediyormuş gibi davranmak çok saçma görünüyordu.
Kabul etsem de, etmek istemesem de o günün ertesi gününde konuşacağımız ihtimaline tutunup kendimi uykusuz kaldığım gece boyunca rahatlatmaya çalışmıştım.
Fakat Calum'la bir haftadır birbirimizden kaçıyorduk. Daha da doğrusunu söylemek gerekirse bazı günler oldukça cesur bir şekilde gözlerimin içine bakıp adım atacakmış gibi davranırken ben uzaklaşıyordum, bazı günler de bunları yapan kişi ben olurken o uzaklaşıyordu. Asher'ın kampüsten eve erken döndüğü günlerde Calum ve arkadaşlarıyla yukarı mahalledeki basketbol sahasında maç yaptıklarını biliyordum. Hatta Asher'ın arkadaşları da onlara katılıyordu. İyice kalabalık bir grup oluşturmaya başlamışlardı.
Yine de Asher bazı gerçekleri biliyor olmasına rağmen fazla sabırlı davranıyordu. En azından kafayı bir de buna takmak zorunda olmadığım için seviniyordum.
Yemek tepsimi alıp okulun bahçesindeki piknik masalarından birine oturdum. Bugün hava, tıpkı geceleri olduğu gibi serindi. Onlarca kalın eşofman üstüm olmasına rağmen ben gidip, Scott'a koridorun ortasında tokat attığım gün üşüyorum diye Calum'un bana giymem için verdiği Knicks baskılısını giymiştim.
Kollarını avuçlarıma kadar çekerken, çatalı parmaklarımın arasında oldukça isteksiz bir şekilde kavradım. Çenemi bir elime yaslarken, diğeriyle çatalımın ucuna baskı uygulayıp tepsinin içindeki dört bölmeye sıçratılarak konulmuş sebze yemeğimle oynuyordum.
Buraya oturduğumdan beri bunu yapıyordum. Sadece anlık olarak dikkatimi bundan dağıtan şey, karşıma bir tepsinin dikkatle konulmuş olmasıydı.
Başımı kaldırdığım zaman Felix ile göz göze geldim.
Gülümsedi. İşaret parmağıyla gözlüğünü burnunun kemerine doğru iteklerken "Tepsiyi böyle bıraktım ama, boştur umarım," diye teyit etmek istercesine konuştu.
Felix iyi birine benziyordu. Belki de tanrı artık yalnız kalan kız olmaktan beni kurtarmak için onu göndermişti, emin değildim. Lara ile olan bütün bağlarımızı kopartmıştık. Son zamanlarda tuhaf da olsa konuştuğum tek insan olan Calum da benden uzaklaşınca, okulda ara sıra sohbet ettiğim tek insan Felix kalmıştı. Şikayetçi değildim, dediğim gibi, iyi birine benziyordu.
Geldiği yerde cebirdeki yüksek notlarıyla sınıf ortalamasını yükselttiğinden dolayı herkesin kendisine karşı beslediği bir çeşit kini olduğundan bahsetmişti. Buna üzülmüştüm, çünkü kafası benim aksime fizik ve matematiğe fazla iyi çalışıyordu. Aldığımız tüm dersler ortaktı ve yan yana oturuyorduk. Tahtaya yazılan problemleri nasıl hızlı hızlı çözdüğünü gördüğümde ağzım açık kalıyordu diyebilirdim.
"Tabii, otursana."
Felix'in gülümsemesi daha da genişledi. Oldukça sempatik biriydi. Ona daha yakından baktıkça burnunun üzerine rastgele serpilen çillerini görebiliyordum. Saçları hep darmadağınıktı. Parmakları uzun ve kemikliydi. Gerçekten çok sıska bir çocuktu. Kıyafetlerinin içini doldurmuyordu. Bazen sırt çantasındaki kitapların ağırlığından dolayı onu geriye doğru düşürmek üzere olmasından korkuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love Will Tear Us Apart || hood
Fanfiction"Sen benim bir daha asla rastlayamayacağım bir düştün."