"Yıldız Geçiti mi?"
Calum yavaşça başını sallayarak beni yanıtlarken, kağıtta da belirttiğim üzere biletini aldığı bilim-kurgu filmi için fazlasıyla heyecanlı görünüyordu.
"Uzay her zaman iyidir."
Kollarını göğsünün altında birleştirmiş gelen geçen insanları seyrederken parmakları çok kısa bir süreliğine darmadağın olmuş kuzguni saç tutamlarının arasında dolaştı. Bunu yaparken saçlarını düzelttiğini mi zannediyordu emin değildim ama, eğer öyle zannediyorsa çok yanılıyordu. Yaptığı tek şey onların dağınık haline biraz daha dağınıklık getirmekten başka hiçbir şey değildi.
Ama tüm bu dağınık, koyu ve yoğun görünümünün bende tehlikeli hisler uyandırıyor olmasına rağmen kendimi tehlikenin göbeğine nasıl biraz bile sorgulamadan attığımı düşünüyordum. Dürüst olmak gerekirse ben fazla korkak bir kızdım. Calum, kasabada çocukluğumdan beri tanıdığım insanlardan biri olmasına karşın onunla, dayak yedikten sonra soluğu kapımda aldığı gün tanıştığımızı biliyordum. Dolayısıyla benim için yeni birisi sayılırdı.
Ve ben yeniliklerden korkardım. Başında yeni olan her şey, benim ürkek adımlarla geriye çekilmem için yeterliydi. Bu yeni bir insan, yeni bir ödev, yeni bir kitap, yeni bir çizim, yeni bir film, yeni bir şarkı veya her yeni olabilecek ne haltsa; beni son derece korkuturdu.
Scott'la yaşadığımız ayrılığın beni sarsmasını bekliyordum. Belki yatağımın içine gömülüp, kutularca mendil, kutularca bisküvi, kiloluk pakette dondurma yiyecek ve kasabanın film dükkanından alacağım bir romantik komedi filmine manyak gibi ağlayacak kadar değildi. Fakat dürüst olmak gerekirse biraz da sarsılmış olmak, beni garip hissettirmezdi. Canımın sıkıldığı şey onu kaybetmiş olmak değildi hem de. Hırçın bir kişiliğe sahip olduğunu görememekti. Hayalkırıklığına uğradığım yer tam da burasıydı işte. Fakat bunun dışında başka hiçbir şey yoktu. Kitaplarda okuduğumuz, filmlerde izlediğimiz ve arkadaşlarımızdan dinlediğimiz o sancılı kalp ağrıları yoktu. Bol kalorili yiyeceklerde boğulmak yoktu. Boş mendil kutuları yoktu. Şişik göz altı torbaları yoktu.
Scott'la ilgili her şey, var olmamak üzere bir kara deliğin içinde aniden kaybolmuştu. Ve ben yıllardır kendisinden nedensizce uzak durduğum Calum Hood'la, yedi numaralı salonda başlamak üzere olan bir bilim-kurgu filmini seyretmek için duruyordum.
Yedi numaralı salonun kapıları geriye doğru açıldığında, Calum kollarını çözdü. Biletler bendeydi. Bende kalmasını istemiştim çünkü izlediğim tüm filmlerin biletlerini saklardım. Eve döndüğümde üzerine kiminle gittiğimi not ederdim. Bu tarz ufak tefek anıları biriktirdiğim bir kutum vardı. Arada sırada onu açıp içine bakınırdım. Benim için bir çeşit zaman makinesinden farksızdı bu kutu. Geçmişe yolculuk yapardım. Bazen insanları özlerdim, çoğunlukla anıları daha çok özlüyordum.
Anıları sakladığım sürece orada durmanın bir yolunu buluyorlardı. Kalbimde hissettirdikleri, zihnimde düşündürdükleriyle o anlığına olsa bile beynimde bir yer edinmenin yolunu bulurlardı.
Fakat insanlar giderdi.
Lanet olasıca insanlar her zaman giderlerdi.
Gitmenin nasıl bir şey olduğunu merak ediyordum. Herkes gidiyor olduğuna göre fazla kolay olmalıydı. Geride kalmak zorunda olan içinse sancılıydı, kim geride kalmak isterdi ki?
Calum beni nazikçe dürttü. Gerçek dünyaya dönmemi talep eder gibi bakıyordu gözleri. Biçimli ve kalın kaşları usulca çatılırken, gözlerindeki yumuşak ifadenin yerini şüphe dolu kıvılcımların aldığını görebiliyordum. Bir şey söylememiş olsa bile başımı sallayıp, biletleri kontrol eden görevliye ufak kağıdı uzattım. Değişik bir mührü üzerine bastırıp kağıdın yüzeyiyle buluşturmasını beklerken Calum'ın elleri kotunun cebindeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love Will Tear Us Apart || hood
Fanfiction"Sen benim bir daha asla rastlayamayacağım bir düştün."