On Altıncı Bölüm: Kırılma Anı

2.2K 219 110
                                    

Calum'un arkasından deliler gibi koşup yetişmeye çalışıyordum. Sean onu koridordan çıkartıp bahçeye resmen attığında, benim kalbim ufak ufak ağzıma doğru tırmanıyordu. Midem çalkalanıp dururken hızlı koşmaya çalışmaktan nefes nefese kalmıştım. Ayak tabanlarımın altı alev alev tutuşmuştu sanki. Kavga anını hatırlayınca bile gözlerim doluyordu. Scott yine yapacağını yapmıştı ve bundan adımın Hayden olduğu kadar emindim ki, burnunun darmadağın olması bile umrunda değildi. Kendini mağdur konumuna eriştirdiği için yaşadığı tatminlik duygusu acısına bile iyi geliyordur.

Yanlarına vardığımda nefes nefeseydim. Calum, iri ellerini yüzüne gömmüş sık sık nefes alıp verirken Sean ona bağırıyordu. Sanki yapmaması gereken ama buna rağmen yapmış olan çok kötü bir şeymiş gibi fazla tepki veriyordu. Arkadaşı bahçede öfkesini dizginleyebilmek için volta atarken muhtemelen beklediği en son şey azarlanmaktı ama Sean bunu yapmaktan biraz bile çekinmediğini çok net belli ediyordu.

"Nasıl bu kadar dikkatsiz davranabilirsin?" diye bağırdı Sean. Calum'u iteklerken hiç durmadan bağırıyordu. "Sana ne Hayden hakkında ne dediğinden. Seni ilgilendirmez—"

"Kapat çeneni!"

Sean'a karşılık vermek için sesini yükselttiğinde, onların arkalarında durduğumu henüz fark etmiş gibi bir anlığına afalladı. Konuşmalarını duymamam gerekiyormuş gibi bir his uyandırmışlardı bende. Bağırmaktan boğazının aşındığını ben bile hissedebiliyordum. Aceleyle bana bakarken genzini temizlediğinde, Sean da omzunun arkasından dönüp bana baktı. Bir sen eksiktin bakışları gözlerini kapatıp öfkeyle açtıktan sonra yüzümde dolaşırken yönünü tamamen bana döndü.

Asher'ın dolabından aşırdığım kareli oduncu gömleğimin bir kolu koşarken hava akımından dolayı dirseğime doğru kaymıştı. Onu düzeltme gereği bile duymadım. Rüzgârın darmadağın ettiği düz saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken tek tek Sean'a, sonra da Calum'a baktım.

Sadece Calum'un iyi olduğundan emin olmaya çalışıyordum.

Calum, üçümüzün arasında giderek büyüyen ve zihinlerimizdeki düşüncelerin bizi ele geçirmesini kolaylaştırmaya başlayan bu sessizliği bozdu. Yeşil kapüşonlusunun yakasını silkip düzeltirken "Ben gidiyorum, antrenmana gelirim," dedi sadece. Benim yüzüme dahi bakmadan sadece Sean ile konuşup, okul bahçesinden girişteki heybetli, demirden kemerli kapıya doğru öfkeli adımlar eşliğinde yürümesi kalbimi ayaklarının altına almıştı.

Bir anda her şeyin suçlusu benmişim gibi davranmaya başlaması ve Sean'ın ben gelmeden önce söyledikleri içimde tuhaf bir sızının oluşmasına sebep olmuştu. Calum'un gidişine Sean hiçbir şey söylemedi. Sadece sabırla bir nefes alıp verirken omuzlarını düşürdü. Parmaklarını, üç numara tıraş ettirdiği kısacık saçlarının üstünden kaydırırken sinirli görünüyordu.

"Gitmesine izin mi vereceksin?"

Sean, sonunda gözlerini benimle buluşturdu. Ellerini beline yerleştirirken omuzlarını çenesine doğru kaldırıp, geri indirdi. Yüzünde çaresiz olduğu kadar çaresiz olduğuna da kızgın olan bir ifade vardı.

"Calum'a istediği boşluğu sağlaması için genelde böyle yaparız," dedi bilgeç bir tavırla. "Sonuçta Scott ona tüm sınıfın ortasında seni ondan kıskandığı için piç dedi. Bu hoş değil."

"İyi de ben de zaten aksini söylemek için arkanızdan gelmedim, Calum'un yanında olmak istiyorum."

Sean hiçbir şey söylemedi. İkimizin de gözleri uzaklaştıkça silüeti küçülmeye başlayan Calum'un bedeniyle buluştu. Ne kadar öfkeli olduğunu bu mesafeden bile görebiliyordum. Solukları hâlâ düzensizdi ve gölgesine kadar kopkoyu bir karanlığa bürümüştü kendini.

Love Will Tear Us Apart || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin