Kırk Birinci Bölüm: Gerçekler Acıt(d)ır

1.2K 142 119
                                    

Herkese merhaba.

Öncelikle ufak bir notla bölüme başlamanızı birazcık geciktirmek zorunda kaldım. Ama bunu belirtmek istedim. Gerçekleri açıklamam uzun sürdü çünkü böyle olması gerektiğini düşünüyordum, başka türlü içime sinmeyecekti ve benim için hikaye, zaten yazmaya başladığım ilk günden beri bu şekildeydi. Spoiler gibi olsun istemediğimden çok dikkatli konuşmaya çalışıyorum bir yandan, şöyle söyleyeyim; birazdan okuyacağınız her şey kurgulanmış, bazı gerçeklerin değiştirildiği şeyler. Ve kesinlikle klişe, asla orijinal olduğunu savunmuyorum. Sadece hep böyle bir kurgu yazmak istemiştim o kadar.

Çok uzattım, burada kesiyorum, iyi okumalar.

***

Bir insan, aynı manzarayı kaç defa daha görebilirdi ve gördüğü her seferinde, bunun altından çok daha farklı bir şey çıkacağını nasıl tahmin edebilirdi?

Dürüst olmak gerekirse tahminlerde pek iyi değilimdir. Haliyle, birbirlerinden ölesiye nefret eden bu üç kişinin resim odasında birbirlerini boğazlamadan -ki buranın altını çiziyorum, gerçekten de kavga etmemişlerdi, henüz- nasıl durabildiklerini bilmiyordum. Neden burada durduklarını da bilmiyordum ve açıkçası, iyi olmadığım halde yaptığım tüm tahminlerin mantık dışı gözüktüğünün de farkındaydım.

Gözlerimi tek tek üçünün de üzerinde dolaştırdım. Bizi gördükleri andan itibaren yüzlerinde oluşan ifadelerden bir ipucu toplayabilmek için. Tahmin etmek konusunda işe yaramayacağını bilmeme rağmen bunu yaptım.

Lara'nın suratındaki ifadeyi anladığım pek söylenemezdi, çünkü anlamsız bakıyordu. Fakat anlamsız bir rahatlık vardı. Sanki burada olmamın ya da olmamamın onun için son derece önemsiz olduğunu bir rahatlık perdesinin arkasında durarak belirtirmiş gibi. Bu yüzden bakışlarımı Scott'a çevirdim, sonra da Calum'a.

Onların yüz ifadeleri, Lara'nın yüz ifadesiyle kıyaslandığı zaman biraz daha belirgin, biraz daha anlam bulunabilir türdendi. Gergin görünüyorlardı. Lara için burada olmamın bir önemi yokmuş gibi dururken, Calum için kesinlikle burada olmamam gerektiğini belli eden gerginlik ve öfkenin karışımı kasıntı bir duruş vardı.

Matt'in soluklarını bedenimin arkasında hissedebiliyordum. Felix ise hemen yanımda duruyordu. En alakasız altı kişinin resim odasında olmasını mı garipsemem gerekiyordu, karşımda birbirinden nefret eden iki kişinin hala birbirlerini boğazlamadıklarını mı garipsemem gerekiyordu yoksa niye bu bakışmalar sonsuzluğa doğru sürüklenebilirmiş gibi hissettiğimi mi çözmem gerekiyordu; hiçbir şey bilmiyordum şu anda.

"Ee..." diyerek söze başladı Felix. Ancak tam anlamıyla ne söyleyeceğinden emin olmadığı aşikardı. Kaşları çatıldı, tek bir noktada can bulduktan sonra insanın tüm vücuduna hızla yayılan bir hastalık gibi aramıza hakimiyetini kurmuş sessizliği böldü en sonunda. "Ben bu manzarayı pek anlamadım da, biriniz açıklayabilir mi?"

Aslında benim söylemem gereken şeye arkadaşım adım attığı için karanlıktan sıyrılmış gibi hissediyordum. Ama sadece bir noktada. Tünelinden birinden çıkmıştık ama sanki bir sonrakine adım atmak için daha zamanımız varmış gibiydi. Veya karanlık, sonunun nerede, hangi köşeden dönülünce geldiğini bilmediğimiz uçsuz bucaksız bir labirent de şu anki durumumuzu özetlemek için yeterli olabilirdi.

Lara, kendisine bir sandalye çekti ve son derece vurdumduymaz bir şekilde davranarak oturdu. Kollarını göğsünde birleştirip, bacak bacak üzerine atarken örgüleri bedenin hareketine uyumlu olarak savrulmuştu. Ortamı işaret edip, "Eh, artık daha fazla saklayabileceğinizi sanmıyorum. O yüzden konuşmaya başlayın da hepimiz bu gizemden kurtulalım. Dökülün beyler," dedi.

Love Will Tear Us Apart || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin