Boşaldı yine kadehler,
Ölüm için dizildi bedenler...
Gözünden bir damla düştüğünde,
Sevdiği adamı ruhuyla taçlandıranlar.
Ah onlar, ne güzel insanlar onlar...℘
Ruhumun Arafta kaldığı gün bitmişti. Ve ben yine bir şeyi başaramamıştım. İstemiştim ölmeyi... Acıyı hissetmeyi...Bir Deli istek beni yönlendirmiş ve bende o yönde emin adımlarla ilerlemiştim.
Cesur değildim. Hiçbir zamanda olamamıştım. Öyle ki sessizce ölmeye bile cesaret edememiştim. Gelen doktor bana acır bir o kadar da kızgın bakmıştı. Gözlerini unutamamıştım. Benden iğrenmişti. Ve daha sonra da kalbimin üstünde yer eden cümleleri söylemişti.
"Eğer bir daha ölmeyi deneyecek olursan kolunu boydan boya çiz. Ve bu sefer daha çok batır o camı." Bileğimdeki dişikleri önemsemeden tutmuştu bileğimi. Sıkmıştı. Aklınca canımı acıtmak istemişti. Ama başaramamıştı. Hiçbir şey hissetmemiştim. O kelimeler canımı o kadar çok yakmıştı ki bileğimin acısı hafif kalmıştı.
"Sen daha çok küçüksün ve hayata daha şu yaşında veda etmeye kalmışsın. Sen yaşamayı hat etmiyorsun. Hayatta kalmak isteyen biri güçlü olmalıdır fakat sen çok zayıfsın." Doktor odadan çıktıktan sonra bir damla göz yaşı saçlarımın arasına karışmıştı. Daha fazla bu hastanede kalmak istemiyordum. Ve gitmeye dünden hazırdım. Ki babam da benimle öyle fikirdeydi ve beni o günün öğlenin de hastaneden çıkarmıştı.
O tek kelime etmemişti. Bende bıçağın bile açamayacağı duduklarımı mühürlemiştim.
Üç gündür evdeydim. Duvarlar üstüme üstüme gelse de evden dışarı çıkmak istemiyordum. Babam da beni çıkmam için zorlamıyordu. Öyle ki zorunda olduğum kahvaltı ve öğle yemeğine gitmesem bile bana bir tepsi yemek gönderiliyordu. Ben hastanedeyken bir sürü şey olmuş gibiydi.
Annem ve babamın arasını ilk defa bu kadar yakın görürken dedem ise temelli olarak Tayland'a dönmüştü. Oraya gider gitmez de babamın hisselerini ve vasiyetini göndermişti. Vasiyet aile avukatın da kalırken babama bile gösterilmemişti.
Kris ziyaretime gelmiş ve hiçbir şey olmamış gibi davranmıştı. Eski samimi gülümsemesini bana sunmuş ve benim gülmem için taklalar atmıştı.
O ise...
Sabah uyandığımda odada hastane kokusu ve ağır parfüm kokusunun harmanlanmış bir şeklini solumuştum. Ben uyanmadan önce buradaydı. Ve daha sonra da gitmişti. Hiçbir şey demeden terk etmişti beni.
Bu gün ise işe gidecektim. Bunu bana yapmamı söyleyen kişi annemdi ve bende kabul etmek zorunda kalmıştım. Annem ile bir kavgaya daha neden olmak istemediğim için onun seveceği bir tarzda giyinmek istemiştim.
Çok fazla detayı olmayan ve dizimin bir karış üstünde biten kırmızı beyaz eteğin üstüne beyaz gömlek giymiştim. Eteğin takımı olan ve etekle aynı yerde biten ceketi giyip yakada biten kolyelerden takmıştım. Ten rengi yüksek topuklu ayakkabılarla kombine uyan bir çantayı elime almıştım. Aslında hiç istemesem de makyaj yapmış ve saçlarımı da doğal dalgalarında bırakmıştım. Sertçe yüzük ve serçe parmağıma gümüş ince yüzükleri takıp diğer elimin işaret parmağına ise pembe bir taşa sahip olan yüzüğü uygun bulmuştum. Hazırlanmam bir hayli uzun sürerken gece uyumadığım için kendimi tebrik ettim. Aksi takdirde ben bu gün işe gidemezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Breath and Blood | lizkook¹
FanfictionKöşe başında sarhoş olmayı da seversin, anason kokulu dudaklarınla deli gibi sevişmeyi de... Taze bir günah gibi, pişman et beni işlediğim anda. Kıvılcım ol, kanıma sıçra. ateş ol, damarlarımı yak. Yangın ol, akılımı başımdan al. Bir sevda kılığına...