Her zamanki kafeye doğru hızla ilerlemeye devam ederken milyonuncu kez kulağımdan çıkan kulaklığımı tekrar taktım. İçimden bir ses yine bir şeylerin ters gittiğini söylüyordu.
Hava her zamankinden daha soğuktu. Elif'in ısrarıyla ve yine Elif'in zorlamasıyla beraber aldığımız beyaz eteği gidim. Üzerine annemin seçtiği sarı sıfır kol bir tişört tercih etmiştim. Kerem'in sarıyı sevmesinin bununla bir ilgisi yoktu.
Saçlarımı sarıya boyatmamın ardından kısa sürede dip boyalarım çıkmaya başlamıştı. Aslına bakılırsa diplere yoğun boya uygulaması yapmamıştık. Böyle daha doğal duracağını söyleyen kuaförüme sövmek istiyordum.
Caddenin karşısına yavaşça geçerken ara sokaktan gelen şiddetli havayla eteğim hafif havalanmıştı. Başıma bela olacağa benziyordu. Biraz fazla şeydi, kısa.
Üzerimdeki ceketi çıkarıp belime bağlarken karşıdan karşıya geçiyordum. Her hangi ani hareketimde açılmaya hazır bekleyen eteğimi tutarak koşmaya başladım. Arabalar kornalarına basarak arkamdan ilerlemeye devam ediyordu. Aldırış etmemeye çalışarak kafenin sokağına girdim. Sahil epey arkada kalmasına rağmen dalga sesleri kulağıma geliyordu. Bu havanın sonu yağmurlu ve rezil bir gün gibiydi.
Kafenin yeni takılan kapısını güçlükle öne doğru itip gözlerimle bizimkileri aramaya başladım. Beni ilk gören Elif'ti. Kalabalık ortamda üç masalık grubu görmemek imkansız olurdu. Ellerimi ceketime indirip onlara doğru ilerlemeye başladım. Elif kalkıp eteğinin pilelerini tutup dizlerinden hafif aşağı doğru eğilince gülümsedim. Kerem bana ifadesizce bakmaya devam ediyordu.
"Hoş geldin Ceylacığım."
"Hoş buldum hocam."
"Geç otur başlayalım artık."
Bana ayrılan yere doğru ilerledim. Kerem boş olan sandalyeyi gürültüyle çekip önüne geçmemi bekledi ve yavaşça bana doğru ittirdiğinde oturdum. Sandalyesinin arkasına arttığı ceketini alıp hızla kucağıma bırakınca ona baktım.
"Rahatsız ediyor da." Başımı sallayıp ceketini masanın üzerine koyduğumda hızla alıp geri kucağıma bıraktı. "Bacakların." diye ekledi. Gözlerimi ondan ayırmadan bakmaya devam ederken o ellerini birbirine bağlayıp çatık kaşlarıyla başka yöne bakmaya başladı.
"Romeo ve Juliet için seçilen kişiler en başından Kerem ve Beril'di." Tiyatrocu söze girdiğinde Kerem ceketini kaldırmamam için elimi tutup ceketin üzerinde sabitledi.
"Evet hocam."
"Evraklara da bu şekilde geçilmiş. Biz sonrasında Ceyla'nın adını yazmıştık aslında," Nihat sodasından sesli bir yudum alınca hepimizin bakışı ona kaydı. Ellerini havaya kaldırıp hafif gülümsediğinde bakışlarımız tekrar tiyatrocuya döndü.
"Maalesef evraklarda Beril'in adı sabit kalmış."
"Peki ya ben?" diye söze giren Keremdi. Elimi daha sıkı tutarken hocadan gözlerimi ayırmadım.
"Sende sıkıntı yok. Adın listede yok, senin yerine Ali oynayacak."
"Ama Juliet rolünü Beril'e vermek zorundayız." dediğinde Beril tüm itici gülümsemesiyle kafeden içeri giriyordu.
"Bana sakın Beril'i öpeceksiniz demeyin hocam." Ali sandalyesini az geri itip korkuyla hocaya bakmaya başladı. Beril Ali'ye arkadan sarılıp yanağına ufak bir öpücük kondurduğunda Kerem'e baktım. Burnunu buruşturup bakışlarını bana çevirdi.
"Juliet sensin Beril."
"Allah'ım bana yardım et." Ali'nin suratı Beril'in saçlarıyla kapanınca hepimiz gülmeye başlamıştık.
Kerem keyifle elimi sandalyenin koluna koyup başını elime dayadığında ona baktım. "Yoksa sen mi?" Dudağını büzüp elime ufak bir öpücük kondurdu. Yüzündeki gülümsemesi genişlerken Ali'nin Beril'le olan savaşını izlemeye devam ettim.
#
Allah yardımcın olsun Ali :(
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LACİVERT * texting
HumorCeyla: Ben istemiyorum hocam yapamam. Tiyatrocu: İtiraz istemiyorum. Tiyatrocu: Bu sahnenin Juliet'i sensin. Kerem: Ben bunu mu öpücem şimdi? Nihat: Acaba hangisi ilk önce insana dönüşecek. *KÜFÜR İÇERİR*