Fakültenin ilk günü, kampüs henüz okulun başladığını kabullenememiş gençlerin tenhalığını taşırken Baha, kolunun altına sıkıştırdığı dergiyle bahçeye çıktı. Kendini atabileceği bir ağaç altı ararken eylülün bahşettiği son güneş kırıntılarının tadını çıkarmak niyetindeydi. Yüzünde tarifsiz bir mutluluk, tatminkar bir gurur vardı. Biraz daha dikleştirdi bedenini. Bir eli telefonuna uzanmışken bahçenin orta yerinde turuncuya dönen yapraklarıyla süslü bir kız gibi duran akçaağaca yaslanmış adamı gördü. Gülümseyişi içinde bulunduğu bahçe kadar genişledi ama sesini yükseltip akçaağaca seslenmedi. Onun yerine önündeki deftere kendini kaptırmış olan adamı rahatsız etmeden yanaştı. "Seni arayacaktım ben de." Elindeki dergiyi kaldırdı. "İnsan bu güzel haberi bizzat vermez mi?" Hüseyin başını kaldırırken duyduğu sesle mavi gözleri parladı. "Ben o kadar sabırsız mıyım? Kendiliğinden fark etmeni istedim. Sürpriz olsun istemiştim."
"Senden duymayı daha çok isterdim galiba. Kendi yazım yayımlansa bu kadar sevinmezdim. Tebrik ederim."
Hüseyin mahcubiyetle güldü. "Sen yazıyı mı diyorsun?" Baha'nın kafası karışırken, Hüseyin'in yanına oturdu. "Ya neyi diyeceğim?"
"Bir kere de şu dergiyi baştan sona kurcala be adam. İlgini çekmeyen sayfalara da bak."
Baha birden aydınlanmış gibi güldü. "Valla mı? Çizgi diziyi de mi bastılar?" Sonra daha da arttı heyecanı. "Yoksa karikatürler mi?"
Baha kendini tutamayıp bir elini Hüseyin'in sırtına atarken içinde bambaşka bir gurur vardı. Bir yandan kucağındaki derginin sayfalarını hızla kurcalamaya başladı. "Çizgi diziyi basmışlar. Karikatür için de mail atmışlar. Çok beğendiklerini ancak siyasi içerik sebebiyle paylaşamadıklarını yazmışlar. Hâlbuki siyasetten de hiç anlamam ama."
Baha sonunda aradığı sayfayı bulmuşken Hüseyin'i yarım kulakla dinledi. Önce okusa mı, incelese mi bir türlü karar veremedi oysa zaten biliyordu bunları. Hüseyin önce kendisiyle paylaştığını aylar önce söylemişti. O an sadece sayfa sonuna atılmış imzayı okşadı parmakları. Melanotaenia Monticola. "Mahlasla gönderdiğin halde aldılar ha?"
Hüseyin keyifle salladı başını. "Asıl onun için mutluyum. Babamı bilen zaten basmak isterdi onları. Önemli olan kim olduğunu bilmeden basmalarıydı, çok sevindim."
Baha bir daha sırtını sıvazladı Hüseyin'in. "Bu harika bir haber. Bir dergide hem yazı hem çizgi dizi! E evdekilere söylemedin mi? Bilmeleri lazım Hüseyin! Kim bilir nasıl gurur duyarlar. İnsan sevinçten deliye döner. Boran Amca bir düşünsene..."
Hüseyin, defterini yeniden eline aldı. "Sonraki sayı da çıksın, o zaman söyleyeyim diyorum. Tabii ki çok sevinecekler. Babam biliyor zaten çizimlerimi. Tek başıma bir şeyler yapmak istediğimi de biliyor. Anneme kalsa kırk kere basılırdı onlar ama... Babamın adı için basılsın istemiyorum. Anlıyor musun ne demek istediğimi? Bir tek Ayşe'ye söyledim. O da Milano'ya alışmaya çalışıyor, moral olsun istedim. Bir de seziyor o benim mutluluğumu..."
İkiz kardeşi moda tasarım öğrencisiyken, bir değişim programı ile bir sene için Milano'ya gitmişti. Doğduklarından beri ilk kez böyle ayrılmıştı yolları ve günlerdir daha suskun bir hal almıştı ikisi de. Bir tek birbirleriyle konuşurken cıvıldıyorlardı. Çizime ikisinin de yeteneği vardı ama annelerinin müzik ruhu ikisinin de içine yerleşmemişti. Şubat ayında on sekiz yaşını dolduracak olan Gülseren vardı bir de. İşte onun müzik kulağı annelerinden geliyordu. Enstrümanıyla arasındaki bağı da kuvvetliydi ama onu konservatuar hazırlığına iten şey enstrümanı değil sesiydi. Kolejdeki amatör müzik grubunun solistiydi aynı zamanda. Evin asi kızı Ayşe iken, Gülseren son birkaç yılda bu sıfatı ablasından almayı başarmıştı. Hatta arkadaşları kendisine "Gülseren" değil de "Seren" diye sesleniyordu daha çok. Evde bile kendisine "Gülseren" dendiğinde bozuluyordu kız. Hüseyin ile olabildiği kadar farklıydı huyları. Hüseyin'in sesinin herhangi bir konuda yükseldiği görülmüş şey değildi. Fakülteye başladığı günden bu yana da en iyi geçindiği kişiydi Baha.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
General FictionYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?