ÜÇ HAFTA SONRA
"Şu an üfürüyorsun. Nerede satmışım ben seni?"
"Seninle tartıştık ve yarım saat bile geçmeden babam geldi."
"Tesadüf."
"Tesadüf?" Bir kaşını kaldırıp Devrim'e baktı Ayşe. Devrim, Ayşe'nin saçından aldığı bir tutamı dudağıyla burnu arasına yerleştirip "Yakıştı mı? Bıyık bırakayım mı?" diye sordu.
"Bok gibi oldun." Devrim burnundan kuvvetli bir nefes verip Ayşe'nin saçını savurdu. Ayşe dudaklarını büzüp küçük bir öpücük gönderir gibi oldu Devrim'e. Sonra önüne dönüp yerden kopardığı, üç yapraklı minik ve mor çiçeklerle oynamayı sürdürdü. "Yani sen şimdi diyorsun ki, bizim Hüseyin ve Baha üzerine tartışmamız ve akabinde babamın gelip beni haşlaması tesadüf?"
Bir kez daha "Tesadüf," dedi Devrim. "Bir kere Hüseyin ve Baha konusu son derece güncel bir konu. İhalenin nasıl olup da bana kaldığını hâlâ anlamıyorum."
İnanmaz ama düşünür gibi oldu Ayşe'nin yüzü. Dört çiçekten bir demet yapıp onları ince bir otla birbirine bağlamaya çalışırken "Peki..." dedi. "Halsizim diye bir tek sana söylüyorum ve annem beni doktora götürmeye çalışıyor. Bu da mı tesadüf?"
"Tesadüf tabii ki!" dedi Devrim. "Senin Baha'ya duyduğun öfkeden sinir krizlerine girdiğini bilmeyen mi var? Patlamış mısırla seyretmelik film gibisin. Zararın bir tek kendine."
Ayşe hoşnutsuzlukla önüne dönüp ikinci bir buketin peşine düşerken Devrim, kucağına yaslanmış kızdan bakışlarını çekti ve havaya baktı. Önce gölgesine kuruldukları çınar ağacının yapraklarından, sonra gökte var olduğuna inandığı yaratıcıdan özür diledi. "Pembe yalan bunlar," dedi içinden. "Pespembe yalanlar. Valla."
Çünkü bizzat Miray'a Ayşe'nin öfkeden çıldırmanın eşiğinde gezdiğini söyleyen de oydu. Bir dahiliyeye görünse, kan testi falan yaptırsa iyi olacağını düşünüyordu. Zira bazı sabahlar, kahvaltı için bile yataktan çıkmak istemiyordu. Ayşe'ye kalırsa sıcak havalardandı bu hal. Doğru da olabilirdi ama enerjisi arşa dokunan Ayşe'yi Güldane'den bile daha tembel görmeye alışık değildi. Bu sırada sağ yanında duran telefonun ekranı parlayınca gözleri o yana kaydı. Ekranda yazan "Hüseyin" yazısıyla, ekranı ters çevirdi. Ayşe'nin görmediğinden emin olunca, gizlice baktı gelen mesaja.
"Ayşe'yi yarın sabah buraya çağırıp Baha'yla yalnız bırakmayı düşünüyorum. Sinir katsayısı ne durumda?"
Farkında olmadan bir ıslık çıktı dudaklarından, Ayşe gözlerini yeniden tepeye kaydırıp Devrim'le göz göze geldi. Devrim bu masum bakışa kayıtsız kalamadı. Yaslandığı ağaçtan bedenini çekip eğildi. Ayşe'nin saçlarıyla alnının birleştiği yere uzanabildi. Ayşe gülümsedi o küçük dokunuşla.
"Seni huzursuz eden şey nedir tam olarak? Yani ne dememi istiyorsun şu an?"
Devrim'e bakmadan sağa sola kaçıştı Ayşe'nin gözleri. Yanı başlarında kuyruk sallayan Apasas hareketsizlikten sıkılmış gibiydi. Sibel teyzenin çiftliğinde, sakin bir öğleden sonrayı çınar altında pineklemeden önce at sırtında kucaklamışlardı. Beraberce Apasas'ı, çiftliğin bir ucundaki yalakta suyla serinletmiş, sonra bu iş sulu oyunlara dönüşmüş, Apasas birbirini ıslatmak için yarışan bu iki insanı seyretmişti. Atın siyah yeleleri güneşin altında bir kömür gibi parlarken Ayşe onun boynuna mavi boncuklardan yaptığı, minik bir eşinin Güldane'nin boynunda olduğu kolyeyi geçirmiş, çiftliği boydan boya kâh at sırtında, kâh yürüyerek gezmişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
General FictionYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?