Üzerine yünlü bir ceket giyip masaya bıraktığı su bardağını eline alan Roman, balkona çıktı. Dost, saatlerdir ilgi bekleyip artık sabrı tükenmiş gibi Roman'ı izlediyse de, balkonun soğuğunu fark ettiğinde gerisingeri salona döndü. Roman onun ardından bakıp cebinden telefonunu çıkardı. Bir süre ekrana bomboş gözlerle baktı. Sonra sırtını duvara yasladı. Maltepe'nin soğuk bir şubat gününde kendisine sunduğu manzarayı içi de, elleri de titreyerek izledi. Yakın ya da uzak apartmanların, karanlığın içinde bir ateşböceği gibi parlayan odalarının ışıklarını gözledi. Başka zaman olsa balkona çıkarken bir ceket giymeye bile üşenirdi de, bu titreyiş yalnız soğuktan değildi. Bedeninde soğuk algınlığının izleri bile kalmamıştı da, Ceylan teyzeye şımarmak için okula gidip gelirken mahalleden geçiyor, aç olsun ya da olmasın güzel kokan şeyleri midesine süpürüp eve öyle geliyordu. Şımarabileceği kimse yokken, üşüse bile çıplak ayaklarıyla yahut bir tişörtüyle balkona çıkıp sigara içiyordu. Şimdi ise başka bir farkındalıkla titriyordu içi.
Bu gece ne olmuştu öyle? Susamadığı halde, bir yudum su içtikten sonra esen rüzgâr canını acıttı. Birkaç kez bastı telefonunun ekranına, sonra Maltepe'yi seyrederken beklemeye başladı. İkinci çalışında açıldı telefon. Şakıyan bir kuş değil, ürkek bir civciv sesi doldu kulağına. "Bir şey mi oldu?" dedi Irmak korkuyla.
Sanki Irmak kendisini görebilecekmiş gibi başını iki yana salladı Roman. "Yok," dedi sonra. "Emre uyudu. Sızdı desek daha doğru aslında. Sadece..."
Sesinin önüne durulamayan Irmak, ilk kez bu denli sessiz kaldı. Roman konuşsun istedi. Öyle ya Roman bu konuda daha soğukkanlı olabilirdi. Roman zaten hep daha soğukkanlıydı kendisinden. Ya da bir doktor adayı değil, doktor gibi sükûnetle, ne bilsin işte kız, doğru olan neyse onu konuşurdu Roman. Susuşu bundandı.
"Bu akşam bana çok ağır geldi," dedi Roman. "Fazla geldi."
Sesi titriyordu Roman'ın ve Irmak bunu anladığında, yurtta sessiz bir köşe bulabilmek için odadan çıktı. Çünkü Pazar geceleri yurdun en gürültülü zamanlarıydı. Evine gidenler döner, kalanlar ise dönenlerle iç içe geçip bir dünya dedikodunun belini kırar, muhtemelen ev yiyecekleri ortaya dökülür, odalar birbirine karışırdı. Sessiz yer bulmak zor olurdu.
Bu yüzden üstüne bir ceket bile almadan balkona çıktı Irmak. Karla karışık yağmura aldırmadan sigara içen iki kızın arasından geçip balkonun köşesinde durdu. Üşümek, umurunda olacak son şey bile değildi.
"Gelip beni alamaz mısın?" dedi bilmem kaçıncı kez. "Gelemem," dedi Roman. "Emre yalnız kalsın istemiyorum. Hem motor kullanabilecek gibi de hissetmiyorum."
Yutkundu Irmak. Roman'ı bunca kötü yapan şey... Ne diyeceğini bilemezken Roman konuşmaya devam etti. Bu kez sesindeki çatlaklar kelimeler arasında bırakılacak boşluklara sığamayacak kadar derindi. Belli ki ağlıyordu adam.
"Ben küçükken sizlere bakıp özenirdim. Yan yana olan anne babalarınız bana eksik hissettirirdi. Ya da çok derin bir özlem duyardım. Sonra Rüya'yı tanıdıkça yan yana olmanın her zaman güzel bir şey olmadığını anladım. Baha'nın ailesi Rize'ye döndüğünde, ailesinden uzak bir çocuğun neden bu kadar ailesinden korkabileceğini düşünüp durdum, bir cevap bulamadım. Ama sen ve Emre şanslı olanlardınız..." Böyle dedikten sonra durdu. Bir yudum su daha. "Değilmiş."
Ş harfinin bittiği yerde, burnunu derin derin çekti Roman. "Sen ve ben..." Yutkunuşları sıklaştı. Kendisine engel olmaya çalışırken ilk kez bu kadar zorlandı. "Biz çok şanslıyız," dedi sonunda. Onun cümlesinin bittiği yerde Irmak'ın da gözyaşları daha fazla olduğu yerde duramadı. Roman'ı bunca ağlatan, bunca çökerten şeyi uzaktan uzağa duymuş ama derinliğini anlayamamıştı. Bu yüzden orada olmak istiyordu da, bir yol öngöremiyordu. Sabah derse falan girmeyecek, doğrudan İstanbul'a dönecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
General FictionYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?