*
Son bir sene boyunca, sınavdan çıktığım anı o kadar çok hayal ettim ki... İlk hayalimi sınava hazırlanmak için dersaneye başladığım gün kurdum. Sınavdan çıkıp 1-A'nın boynuna sarılan bir Emre ile başladı yolculuğum. Deneme sınavından çıkıp eve vardığım gece yarılarında, KPSS'den sonra kusana kadar içmeyi de hayal etmiştim. Özellikle yağmurlu olan hafta sonlarında, sabahın altısında kalkıp evden çıkarken ya da şans eseri oturabildiğim bir otobüste, geri dönüşümün gece yarısı olacağını bildiğim vakitlerde, yollara düşerken dilimde hep "sınavdan sonra" vardı. Düşük bütçeli, adi bir yaz filmi gibi... "Sınavdan sonra!" Uyduruk oyuncuların, güldürmeyen esprileriyle süslü, bilet parasına yazık olacak bir film gibi... Başrolde Emre diye bir çocuk var, sınavdan çıkmış ve ekranda olabildiğince saçmalıyor.
Ama Bilge'den sonra hayallerim değişti. Tam olarak onunla tanıştığım gün değil, o elimi tuttuğu zaman her şey değişti. Aylar boyu, sınavdan çıkıp yalnızca ona sarıldığımı hayal ettim. Ona sımsıkı sarılıyorum ve "bitti" diyorum. "Artık başında vızıldayan bir sinek gibi, hep yanında olacağım. Öyle ki sen benden sıkılacaksın ama ben yine de fazla görünmeyen bir yerine konup orada pusuya yatacağım. İmkanını bulduğum an yine yüzünün çeperinde gezip senin canını sıkacağım. Bitti Bilge! Hafta içi, hafta sonu, okuldan öncesi, sonrası... Okul da yok! Bilge hep yanında olacağım artık!" Bu, derme çatma gemimi amacıma ulaşmak için denizde yüzdürdüğüm en verimli hayaldi.
Bilge'ye sarılmak, onunla çok fazla vakit geçirmek, sonra atanmak ve dünyanın bir anda çok fazla güzelleşmesi... Gece yattığım yatakta bu hayalle mutluluktan delirecek gibi oluyordum.
Nisandan sonra gemim su almaya başladı. Ha battım, ha çıktım derken limana varabildim.
Sonunda o gün geldi. Sınav, girdiğim en kolay denemeden bile daha kolaydı. Payıma düşen bütün soruları bitirdiğimde, yirmi dakikadan fazla zamanım vardı ve boş bıraktığım soruları etraflıca gezebildim. Hatta boş bıraktıklarımın içinden iki soru daha yapabildim. Böylelikle sadece üç fireyle kitapçığımı kapatıp yanı başımdaki pencerelerden birini seyre durdum. Aklımda üç kelime gezip durmaya başladı. "Şimdi ne olacak?"
Ne yalan söyleyeyim, zaman duracaksa tam olarak orada dursun istiyordum. O sıradan kalkmayı bir an bile istemedim. Ucu topaklanmış silgimle oynayıp durdum da, dışarı çıkma fikri bile beni korkuttu. Gözetmenlerden biri, gözümün içine bakmasa ya da sınıfta benimle beraber akşama kadar oturmak istese, oradan kalkmazdım. Çıktığımda Bilge'nin beni bahçede bekliyor olacağını, kısa bir zaman sonra benimle baş başa kalmak isteyeceğini biliyordum. Bana söyleyeceği şeyler etlerime saplanan bir bıçak gibi derimi kesiyordu. Ya da belki Bilge olmayacaktı. Hiç hayatıma dokunmamış gibi bir anda kaybolacaktı. Yaşadığı evrende gezintiye çıkan bir Judy'ydi o. Dünyadan geçerken ben yoluna çıkmıştım ve bir süre benimle kalmıştı. Benim dünyamdaki maddi manevi tüm varlığım onu garipserken, o elbette galaksisine geri dönecekti. Nereden biliyorsun deseler, tarif edemem ama biliyordum işte.
Yine de, zamanın durmasını istediğim o anda, beni Bilge'nin yokluğundan çok sarsacak bir şey olabileceğinden haberim yoktu. Ben tüm o saçma sapan sınav sorularının arasında cebelleşirken bir bomba patladığını bilmiyordum.
Şimdi elimde Roman'dan aldığım bir sigara var. İki nefes alabildim bundan ve tadı çok kötü. Bunu içmenin kime, ne yararı dokunacak ki? Roman günlerdir, kaç gün oldu deseler cevap da veremem, bir şey yemeyip sadece sigarayla ayakta duruyor. Belki bir faydası vardır, bilmiyorum. Ama ben sırtımı hastanenin bahçe duvarına yaslayıp tek bir şey düşünüyorum. Baha'yı ayağa kalkması için nasıl ikna edebilirim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
Narrativa generaleYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?