Karaköy'deki eski ve pek de büyük olmayan daire, bu gece; sergi zamanları dışında sahip olduğu en büyük kalabalığı koynunda taşıyordu. "Kız tarafı" olduğunu iddia eden kalabalık; salon ve mutfağa dağılarak evi doldurmuş; o küçük daire bir anda mutlu insanlarla doluvermişti.
Mutfak tezgâhını dolduran boş fincanlar; çalışmaya hazır bekleyen iki kahve makinesi, bakır bir cezve; tepsilerle sıralanmış pek çok çeşit ikramlık; onları ucundan tırtıklamak isteyip Miray teyzeden çekinen bir Rüya; evin her köşesini gözleriyle didikleyen bir Irmak; annesinin uzun boyunu bir merdiven gibi kullandığı Ayşe; gördüğü her dudağı okumaya hevesli Bilge, her birine ayrı komutlar yağdıran Miray; eli herkesten hızlı işlerken dili pek suskun yaşlıca bir emektar küçük mutfağı ısıtıyor; salonda ise şenlikli bir geceyi bekleyen Boran; küçük bardaklara doldurduğu düşük alkollü içkileri, bir koltuğa çay bardakları misali sıralanmış, Emre, Roman ve Baha'ya ikram ediyordu. Bir de Hüseyin vardı mutfakla salon arasında mekik dokuyan. Onun odadan her çıkışında başını bir parça kaldırabiliyordu Baha. Gecenin, bu coşkulu kalabalığın en ruhsuzuydu o. Bu evde, başka zamanlarda, bambaşka anılara sahip olmuştu ama bu gece burada olması öyle büyük bir yanlıştı ki... Bunu biliyordu ancak Rüya'yı böyle bir gecede yalnız bırakmak ne mümkündü. 1-A onun hataları yüzünden böyle bir gecede eksik kalamazdı ve Rüya'nın yüzündeki mutluluğa o da şahit olmak istiyordu. Kendi payına düşen huzursuzluğu, bundan öte bu ailenin kendisine yapıştırabileceği her türlü gurursuz etiketini göze alarak eğiyordu başını. Nitekim Hüseyin de bardağına sığamıyordu işte. Bakmıyordu yüzüne. Hiç, bir kere bile bakmamıştı.
Yine de ara ara sırtında bir el hissediyordu Baha. Roman'ın eli. Başı fazlaca yere düşerse, o elle irkilip dibine battığı kuyudan başını çıkarıyor ve nefes alıyordu. Şimdi yine o el vardı sırtında.
"Sen alır mısın Baha?" demişti Boran amca. "Yok," dedi sessizce. Sonra Roman'ın gözleriyle kesişti bakışları.
"Alır alır, hepimizin azıcık gevşemeye ihtiyacı var." Roman, küçük bardağı adamın elinden alıp Baha'ya uzattı, göz kırptı bir de ona. Baha ikiletmedi Roman'ı.
"Şimdi biz n'apıyoruz Boran amca?" dedi Emre. Daha bir saat evvel tanıştığı adamın samimiyeti kendi babasıyla bile konuşamadığı bir rahatlığa sevk etmişti onu.
"Bak biz böyle birden vermek istemiyoruz Rüya'yı."
Güldü adam. Elindeki kristal karafı baba yadigârı vitrine bırakırken, son bardağı Hüseyin'e uzattı. "Sor bakalım mutfağa girişimiz hala yasak mıymış?"
Aynı anda Emre atıldı ortaya. "Evet Hüseyin, biz giremiyorsak Bilge'yi buraya çağırır mısın?"
"Bak sevgilisini özleyenler var," dedi Boran. Roman, Emre'ye döndü "İki dakikada sattın Rüya'yı ha! Irmak da içerde, ben gıkımı çıkarıyor muyum?"
"Ben senin gibi on beş yıldır dip dibe değilim Bilge'yle." Utanmasalar elleriyle kollarıyla dalaşacaklardı da... Bu halleri bile güldürüyordu Boran'ı. Baha bordo renge boyanmış karşı duvara, orantısız bir nizamla asılmış onlarca tabloyu gözleriyle severken ona bakıp iç geçirdi Boran. Her birinin hikâyesini bizzat anlatmıştı vaktiyle ona. Baha, evde değişen hiçbir şeyin olmayışını gözleriyle seviyordu işte. Şu köşede meşe oyması bir şövale konuşlanmıştı. Boran amcaya bir sergide hediye edilmişti bu. Üzerinde çiçeklerle süslenmiş bir kadın suretinin olduğu tuval, gençliklerinden hatıraymış; öyle anlatmıştı adam bunu kendisine. Şövalenin başucunda Viyana'da yaptırılmış bir kızıl renk bir çello ayakta durabilmek için tuvale yaslanmıştı. Duvarda öyle çok tablo vardı ki, bu odanın tozunu almanın nasıl bir işkenceye dönüştüğünden yakınmışlardı kendisine. Bir ara evi sadeleştirmek istediklerini ama tek bir tabloyu bile odadan çıkartamadıklarını; eski vitrindeki fotoğrafları eksiltmek bir yana günden güne arttırdıklarını ve bir noktadan sonra, göz yoran bu kalabalığı "anılarımız" diyerek eksiltmekten ziyade çoğaltmanın derdine düştüklerini... Bir sürü ses vardı Baha'nın kulağında. Şimdi duyduğu o tanıdık sesle kendisini topladı Baha.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
General FictionYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?