Avicii'nin Tough Love parçası çalıyordu yüksek sesle. Keman sesi odaya doluyor, kendini o sese kaptıran kız elindeki yün kumaşa keçeden çıkardığı kuşları bir bir el iğnesi ile iliştiriyordu. Daha sırada, o kuşlara göz olmak için bekleyen parlak pulları vardı. Hem gösterişli hem de kendine has bir şapka ortaya çıkacaktı kızın işi bittiğinde. Dikiş makinesinin sesini örtecek kadar yüksek sesle müzik dinlediği için eve gelen ev arkadaşını fark etmedi Ayşe. kız odaya girip Ayşe'ye seslendiğinde korkuyla iğneyi başparmağına sapladı kız. Canı yandı, arkadaşına bağırdı, bir de Türkçe "Bok ye!" dedi üstüne. Gülüştüler. Kısa bir sohbetin ardından arkadaşı evden çıkarken Ayşe aynı şarkıyı bir daha açtı.
Keman bağırdıkça, aklına annesi geldi. Ne de güzel çalardı bu şarkıyı. Hatta keman sesi öyle kuvvetliydi ki, annesinin yanına teyzesiyle Su'yu da eklemek istedi. Bir anda üç keman aynı anda konuşsa, çıldırırdı mutluluktan. Çal deseler tenezzül etmezdi. Ama dinlemek keyifti. Şarkı bittiğin bir daha başa sardı. Herhalde özlemişti evini. Dönmeyeli kaç ay olmuştu sahi? Hesapladı; yedi ay etmişti, çoktu. Daha da dönmeyi düşünmüyordu; en azından eylül, ekim olmadan dönmezdi. Okul biterdi de, birkaç ay daha İtalya ya da Fransa kıyılarında gezebilirdi. Belki bir yancı bulurdu yanına, daha uzak yerlere giderlerdi. Maceracı bir ruh düşledi yanında. Ne yazık ki bu kişi Hüseyin olamazdı. Tatil anlayışları örtüşmüyordu. Ayşe'nin deli olduğu aktiviteler Hüseyin'de bir manzara karşısında yazı yazmak şeklinde vücut buluyordu. Ama şimdi hatırına düşünce elindeki iğne bile ağır geldi kıza. Bir anda altından kalkamadığı bir nefesle ezildi ciğerleri. Bir sıkıntı çöktü içine. Nasıl dengesiz bir ruhu vardı ki, daha bir dakika önce keman sesiyle göklere çıkarken şimdi tüten bir sobanın dumanı içinde kalmış gibi nefes alamıyordu? İç sıkıntısı ağırdı. Kaç kez derin derin soluklar almak istemişti de, olmamıştı. Kalkıp camı açtı mart ortasında, Kuzey İtalya'nın soğuğu küçümsenmezdi. Yine de tesir etmedi kıza. Bir sağa bir sola bakındı o sıkıntıyla. Az önce doymadığı müzik baş ağrısına neden oluyordu. Onu susturdu. Sonra telefonu eline adı.
"Hu hu, keyfiniz nasıl Hüseyin Bey?"
Çevimiçi olmayan Hüseyin'e birkaç dakika şans verdi. Telefonu uzun ve ince parmaklarında çevirip durdu. Saate baktı. Dördü geçmişti. Türkiye'de beşi. Hüseyin'in ders programını düşündü, bilemedi. Cevap da beklemeden aradı Hüseyin'i. Telefon açılmayınca suratı bir daha düştü. Bu kez Gülseren'i aradı doğrudan. Çene çaldılar bir süre. Hatta Ayşe, ayaküstü Gülseren'e adıyla seslediği için kızla dalaşmayı bile başardılar. Ama okulda ders çalıştığını söyleyen kızdan evdekilere dair bir şey öğrenemeyip bu kez annesini aradı kız. Kadın derste olduğundan açamadı telefonunu. Ayşe iyiden iyiye sıkılırken babası hem son durak oldu hem de yüzünde tebessüm. Ama Hüseyin'e dair bir şey öğrenemedi kız. Kimseyi telaşlandırmak da istemedi. Sıkıntıydı işte, geçerdi mutlaka. Hüseyin dönerdi ona, en kısa zamanda.
*
Okuldan gelip kendini yatağına denize bırakır gibi salıveren Ateş, telefonunu eline aldı. Kaç zaman olmuştu okuldan eve gelip böyle geniş geniş yatmayalı? Sahi yılbaşından beri, okuldan sonraları hiç boş kalmamıştı. Bunu fark ettiğinde "Oha!" dedi kendisine. "Şu genç yaşımda amele yaptılar beni."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
General FictionYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?