"Jasna, uyudun mu?"
Yorgun ama uykusuz gözlerini ince bir aralıkla adama çevirdi kadın. Bu evde ağır bir rutubet kokusu olduğuna emindi ama kendisi dışında evde yaşayan sekiz kişi de böyle bir koku almadıklarını söylüyordu. Israr edecek olsa... Burnu havada, geldiği evi ve köyü küçümseyen gelin oluyordu, nihayetinde susmuştu ama burnu hâlâ bu kokuya alışmış değildi. Evin üç beş metre berisinden akan dere, ince kollara ayrılarak tepeden aşağı dökülüyordu. Belliydi işte taş evin dereden su çektiği. Duvarlara kireç vursalar belki azalırdı koku. Kireç vurmakla su tutulur muydu acaba? Söz hakkı verseler diyecekti bunları ama bu evde ona söz hakkı veren tek kişi kocasıydı. O da evin küçüğüydü. Belki de küçük ya da büyük olması mühim değildi de, eve kimsenin istemediği bir kızı elinden tutup gelin diye getirdiği için böyle asıktı insanların yüzü.
Havalar da serinliyordu. Yer yatağında yattığı için mi taşın soğuğu az evvel sönmüş sobaya rağmen içini titretiyordu? Kendi evinde hiç olmazsa bir karyolası vardı. Evini mi özlüyordu? Peşin peşin "evet" diyen bir ses duydu içinde bir yerlerde. Kızdı o sese. Bile isteye elini tutmuştu bu adamın. Tamam, bu denli istenmeyeceğini evvelden kestirmiş değildi ama evdeki, sokaktaki, köydeki bütün çehrelerden daha kıymetliydi "o" yüzdeki tebessüm.
Yosun tutan taş kokusu bir kere daha burnuna doldu. Körleşmesi gerekiyordu bu kokuya. Kaç gün olmuştu bu eve geleli? En az beş. En çok altı. Saat geceyi bulmuş muydu? Ona göre değişecekti cevabı. Yatsı ezanı az evvel okunduğuna göre... Dua ezberlemeye başlamıştı bu gün. Kaynanası öyle istiyordu. Yeni ve anlamadığı bir dilde dualar okumak, ezberlerken parmaklarını yerinden çıkarırcasına çekiştirmek, daha önce pek çok işittiği ama kendisi için bir anlam ifade etmeyen ezan sesine kutsal anlamlar yüklemek, her gün pita pişirmek, en acısı artık mektebe gidemeyeceğini öğrenmek... İşte bunlar kendisine uzanan eli tutarken düşündüğü şeyler değildi. Düşünse de aklına gelmezdi zaten. Annesini de özlüyordu insan, kardeşlerini de. Birkaç saatlik yoldu, yola düşse, düşebilse... Olmaz, demişlerdi. Tuttuğu el ise "biraz zaman gerek" demişti. Onu duymak, tozuyan bir sokakta derin derin ama ferah nefesler almak demekti. Günlerdir bunca yabancılık içinde, içinde ezilen bir yerler varken neden mutlu olduğunu hatırladı.
Sırtını ağrıtan döşek ısındı, titreyen içi kıpırtısız bir hal aldı. Uyumaya hazırlanan kalbi yağmurda kuduran bir dere gibi akmaya başladı. Yattıkları sert döşekle kaburgaları arasında seken bir top gibiydi şimdi o. Bu gümbürtü sesi odada uyuyan diğer dört kişiyi uyandırır mıydı? Ya alt katta yatanları? Öyle ya yeri dövüyordu gönlü, neden coşmuştu böyle birdenbire?
Nasıl coşmazdı? Hüseyin eline uzanmıştı işte. Yanıveriyordu parmak uçları. Hep de böyle yapıyordu bu adam. Gece oldu mu, döşekler yere serildi mi, hayırlı geceler dilenip rutubet kokan odayı ikiye bölen perde çekildi mi, lambalara bir nefes üfürüldü mü... Göz gözü görmez olup kimi horlamaya başlıyor, kimi ise uyuyana dek tavanı seyrediyordu. Hüseyin'se pusuda bekleyen bir saksağan gibiydi. Gün boyu yan yana duramıyorlardı. Kimse müsaade etmiyordu buna. İş güç; tam da hasat zamanı... Ama bereket ki Hüseyin mektebi bırakmam demişti anasına. Evlendi diye, kız kaçırdı diye onun da okumasına mani olmak istemişlerdi de vazgeçmemişti adam. Kendisi için direnememişti ama olsundu. Hem gece çöktü mü nasıl da af dilemişti ya kendisinden... Parmak uçlarını tutuşturmuştu. Nasıl mıydı, tam da böyle, şimdiki gibi. Sağ ucundan kararmaya başlayan, küçülen bir kâğıt gibi.
"Jasna," dedi bir daha adam. Eli, kalın yorganın altında aradığı şeyi bulmuştu. İncecik parmakları vardı kızın. Ufacık boyu, zayıf gövdesi ve koca gözleri vardı. Güneşin kavurduğu buğdaylarla aynı renkti saçları, gürdü. Güneşi sırtında taşıyan gökyüzü gibiydi gözleri. Nasıl olurdu da bu dünya güzelinin yüzüne bakıp hoşnutsuz olabilirdi anası? "Çelimsiz," demişti bir de. Çelimsiz değildi, pek narindi. Kitap taşıyan parmakları kara tavaların kirine aşina değildi. Üşüyordu elleri, hep böyle soğuk oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
General FictionYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?