31: Figaro'nun Düğünü

23.4K 1K 1.8K
                                    


Beşiktaş'ta, boğazın tam ortasına inci gibi kondurulmuş bir otel odasında, pencerenin önüne çekilmiş, koyu ahşap rengi bir masaya kollarını dayayan genç kız, hamburgerinden büyük bir ısırık alırken, etrafında koşturan insanları yarım kulak dinliyor, bir gözüyle denizi, diğeriyle de terasta süren hummalı hazırlıkları izliyordu.

"Ketçap damlıyor ağzından."

Rüya, Irmak'ın sesiyle önüne döndüğünde henüz eline bir peçete alamamışken ağzına dayanan bir mendille gözlerini, başında bekleyen kıza çevirdi. Bu "asistan" meselesi iyiydi hoştu ama düğün bitene kadar bütün uzuvlarını yitirmiş de şu kızın eline koluna muhtaç hale düşmüş gibi davranılması biraz sinir bozucu değil miydi? Göstermelik bir gülüşle kıza karşılık verdi. Mendili alıp ağzını silerken kızın "Keşke ketçap mayonez falan dökmeseydiniz, üstünüz kirlenecek..." deyişiyle bir daha sundu o "en tatlı" gülüşünü. Gecenin gelini diye yediklerine karışılmasına da mı izin verecekti? Daha düğünün başlamasına iki saat vardı. Teklif ettikleri gibi granolayla falan geçiştiremezdi yemeğini. Alt tarafı hamburger ve patates kızartması istemişti, gelinliği bohça yapıp üzerinde mi yiyordu sanki? Şu beyaz saten gecelik kılıkları şeyleri de talep etmiş değildi. Kirlenirse kirlensindi, ne yapacaktı yani?

Bir yandan cama vuran aksine bakıp gülesi geliyordu. Saçları geniş bigudilerle sarılmış, makyajı yapılmış ama kimsenin hoşnut olmadığı bir yemek arası rica ettiği için kuaför ve makyöz zorunlu molaya ayrılmıştı. İşte bir tek şu başındaki asistan kalmıştı geriye. Tavanında balonların uçuştuğu oda, Irmak'la Ayşe'nin oyun parkına dönmüş, o kargaşa da çekilen bütün fotoğraflar daha şimdiden Rüya'nın en sevdikleri arasına adını yazdırmıştı.

Sabahın kör vakti, Arda onları Irmak'ın evinden almış; Rüya birbirinden garip duygularla bir fare yavrusu gibi titrerken, Irmak irice açılan gözleriyle gördüğü her şeyi hafızasına kazımaya başlamıştı. Denize bakan otelin camlarla örtülmüş havuzlu terası, özel davet ve organizasyonlar için yılbaşı yoğunluğu yaşarken, ancak bir hafta içi gününe yer bulunabilmiş; otelin üst katlarından ancak merdivenle inilebilen terasta, Avrupai bir mimari modelle birleşen merdivenlerin ucuna gösterişli bir yılbaşı ağacı kondurulmuş; düğünle hiçbir ilgisi olmayan bu obje, Rüya onu çok sevdiği için, bütün organizasyonun ilham kaynağına dönüşmüştü.

Sandalyeler, masaların üzeri, menüler, gelin ve damadın terasa yürüyeceği yol, nikâh masası ve daha akla gelmeyecek her detay yılbaşının parlak ışıkları ile yeşil ve kırmızının uyumuna bırakılmıştı. Kokina çiçekleri gözün alabildiği her yerdeydi. Şimdi, dağılmış gelin odasında yemeğini yiyen Rüya'ya eşlik eden Irmak, dolabın bir kanadına asılmış gelinliğe ve onun iki yanında duran beyaz elbiselere bakıyor; Ayşe ise, bu işi başka kimselere bırakmadığından, yatağın orta yerinde didişerek Su'nun tırnaklarını cilalıyordu. Işıklı aynanın altında duran ve yine kokinalardan ibaret iki gelin çiçeği, biri Rüya'nın bekar arkadaşlarına fırlatması içindi, bir kenarda, olan biteni izliyordu.

"Hızlı ye şu yemeğini de, bu güzelim elbiselerle de fotoğrafın olsun şurada."

Ağzı dolu olan Rüya omuz silkmekle yetindi. "Makmak gelinlik bile bizimle Küba'ya gelecekmiş zaten, daha fazla kasma beni."

"Orası ayrı, burası ayrı. Şurada iki salınırsın bunlarla da. Tıkınıp duruyorsun, göbeğin çıkacak kalk artık yerinden."

Kolasından bir yudum daha içti Rüya. Bir hava dalgası ağzına hücum ederken kendisini tutup yutkundu. Ayşe ve Su olmasa, geğirip rahatlamasını da bilirdi de... "Neyse," dedi içinden. Irmak'ı geçiştirmenin yolu ise basitti. "Sen şu kuaförü çağırsana, senin saçını önden toplasın, sen de giyin Roman'la fotoğraflarınız çekilsin önce."

Çocuk RuhumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin