"Yaşamımda en büyük sevinci baba olduğum gün duydum. İnanır mısınız, tam iki yıl oğlumun nüfus kâğıdını cebimde taşıdım. Cebimdeki sanki dünyanın en zengin cüzdanıydı."Leylim Leylim, Ahmed Arif
Güneşin bir geometri kitabında anlatılan dik çizgilerle yeryüzünü selamladığı bir öğle vaktinde, üzerindeki battaniyeyi biraz aşağıya itti Rüya. Bir yanı terliyor gibiydi. Sol bacağını battaniyenin altından sıyırıp çıkardı. Hafif bir rüzgâr çarptı o çıplak bacağa. Omuzları titrer gibi oldu. yeni alınmış tüylerinin gözenekleri rüzgarla hasbihal etti. Gözlerini açmadan saçlarını diğer yana savurdu. Aynı rüzgâr parmaklarının ve gür saçlarının arasından aktı bu kez. Hala battaniyenin altında olan bir bacağı sıcak bir tenle karşılaştı. Kendisinden daha sıcak bir ten... O tenin yumuşak tüylerine, ayağının ön yüzünü sürüdü. Arda'nın bacağının üzerinde gezindi ayağı, daha çok sokuldu ona. Sokuldukça adamın horultusu kulağına doldu. Gözünü inatla açmıyordu. Yaşadığı an; rüyaysa da, gerçekse de bozulmasın, değişmesin; orada öylece kalsın istiyordu.
Ekim bitiyor, kasım kapıda bekliyor ama her nasılsa güneş burada hala tenini kızartacak kadar çok ısıtabiliyordu. Öyle ki Arda'nın burnundan çıkan ılık bir esinti alnına dokunurken huzur buluyor, bir de kulağının kıyısına dalgalar vuruyordu. Akdeniz'in birkaç gün önce tanıştığı dalgaları... İçi ısınırken eli Arda'nın karnında bir tüy gibi gezindi. Bu dokunuşlar adamın ölü gibi uyuyan bedenine hiçbir rahatsızlık vermedi. Ne diyordu Arda buna? "Altı aydır uyku görmedi ki gözlerim... Şimdi senin yanımda oluşun hem uykumu getiriyor hem de gözlerimi yummak istemiyorum..." Yummuyordu da. Bu yüzden günün herhangi bir saatinde böyle örtülüveriyordu gözleri. Düşünürken adamın üzerindeki battaniyeyi biraz daha örttü bedenine. Arda'nın üşümediğine hatta kendisinden kat be kat fazla terlediğine emindi ama sevmek, yanı başındaki adamın üşüdüğü sanrısıyla böyle çekeletiyordu battaniyeyi. Hem ne derdi annesi? "Uyuyanın üstüne kar yağarmış..."
Annesi... Özlemişti annesini, hem de ne çok, ne nafile bir özlemdi bu... Aklına düşünce hiç istemese de açıldı gözleri. Doğruldu yattığı yerden. Arda huzursuzca kıpırdadı yattığı yerde. Teknenin güneşlenme terasına serili minderde, sağından soluna döndü adam. Rüya onu uyandırmaktan korkarak ayağa kalktı. Gözünün gördüğü her yer denizdi. Salınıp duran denizin kendine has dalgaları, üzerinde taşıdığı tekneye bir ninni söylerken onu bir beşik gibi usul usul sallıyordu. Rüya, ayağa kalkınca sendeledi. Çıplak ayaklarıyla yürüdü terasın ucuna. Dört metal basamağı inip teknenin burnuna attı kendisini.
Mavi denizin üzerinde bir gelin gibi savrulan beyaz bir tekne düşlemek kolaydı. Tekneyle denize açılmak denince, ki böyle bir şey hiç denmiş değildi kendisine, farzı misal denmiş olsaydı; herhalde öyle bir şey hayal ederdi. Denizde, beyaz bir tekne... Ama öyle değildi şimdi burnuna konduğu yelkenli. Parlak bir siyahtı. Yelkeni bile siyahtı. Hem kıçında hem de burnunda "Derin" yazıyordu. Ne demişti Arda bunun için? "Babamın anneme aldığı en şımarık hediyesi. Gözbebeği."
Farkında olmadan tebessüm ederek baktı denize. Bugün, denizdeki üçüncü günleriydi. Antalya'daki beşinci günü... Gelirken hiç böyle bir şey hayal etmemişti. Ne hayal etmiştin, deseler buna verecek bir cevabı da yoktu. Bir şey hayal etmiş değildi ki zaten... Evden havaalanına onları Ateş bırakmıştı. Arabanın anahtarının "bir süre" ne kadar olduğunu onlar da bilmiyordu, kendisinde olacağını öğrenince sabah yedide kalkmak bile onu mutsuz etmeyi başaramamıştı. Evden çıkışları, adeta bir markete gider gibiydi. Rüya, cezaevinden getirdiği valize uzanacak olmuş ama eli varmamış; Su'nun dolabından ayarladıkları iki parça kıyafetle, bu dünyada eğreti duran bir insan gibi çıkmıştı evden. Arda, evet, emindi ki sırf kendisini yalnız hissetmemesi için tek bir eşya bile almamıştı yanına. Uykusuzdu adam. Gece boyu, Rüya uyuduktan sonra bile uyumamış; bir ara gözleri geceye yenik düşecekken kalkıp salona geçmişti. Uykusu yok değildi ama uyumasına engel olan bir şeyler vardı içinde. Kaygı, korku, mutluluk... Bunlar öyle çok birbirine girmişti ki, ucunu bulamadığı bir ip yumağı vardı sanki elinde; karıştıkça karışıyordu. Tek emin olduğu, Rüya'ya sorduğu soruya almak istediği cevaptı. Onunla "evli" olmak üzerine düşünebileceği ayları olmuştu. Upuzun aylar; günleri sene gibi gelen aylar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocuk Ruhum
General FictionYoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?